Yeni Yeşil Mutabakat (1)

  • GİRİŞ03.12.2020 11:13
  • GÜNCELLEME03.12.2020 11:58

Biden’ın çok parlak bir Başkanlık performansı gösterebileceğine dâir şüphelerim var. Ama nihâî kertede bunun çok da mühim olduğunu düşünmüyorum. Târihe “Biden Devri” olarak geçecek çok iddialı bir programı olduğunu görüyorum. Bu, hazırlıkları 2000’li senelerin başına kadar götürülebilecek, Demokratlar tarafından hazırlanmış uzun bir hazırlık evresine sâhip bir program. Bu programın bir de adı var: New Green Deal. Yâni, “Yeni Yeşil Mutabakat”.. Referansını 1930’larda Franklin Roosevelt’in adıyla anılan New Deal’e (Yeni Mutabakat) yapıyor. Tabiî ki muhteviyâtı onsan çok farklı. Bu programın bir tahlili gerekiyor. Biraz uzun olacak, ama buna değeceğini zannediyorum.

 

 

Roosevelt, bu programı 1929 Krizi’ni aşmak için hazırlattı. İçeriği büyük ölçüde Keynesgil; yâni, “Tam İstihdam”, “Büyüme” ve “Yeniden Bölüşüm” temelli bir programdır bu. ABD’yi devâsa bir üretim gücü olarak ayağa kaldırmış, II.Genel Savaş’a hazırlamış ve ABD Asrı olarak olarak bilinen 20.Asra taşımıştır. 1950’lerde, başta Mc Carthyci müdahalelerle programın “Yeniden Bölüşüm” ayağı büyük ölçüde tırpalanmış olsa da bu programın 1970’lerin sonuna kadar devâm ettirildiğini görüyoruz.. Bu devirde Amerikan orta sınıflarının yükselişi ve refâhı göz alıcı bir şekilde yükselmiştir. Ama daha mühimi ABD hayat tarzı ve tüketim standartları dünyâdaki tesirini göstermeye başlamıştır. Bu aynı zamanda çok mühim bir ekonomik zihniyet dönüşümüne de işâret etmektedir. O zamana kadar Avrupa’da gelişen ve “üretim” ile eşleşen “Homo Economicus kavramını “tüketim” ile eşleştiren bir kırılmadır bu. Bu kırılma, kapitalizmin mâhut arz/fazlası ile talep/eksikliği dengesizliğini giderme kapasitesine sâhip yeni bir açılımdır. Avrupa insanı -Homo Europaeus-, Amerika insanı-Homo Americanus- karşısında büyük bir şaşkınlığa uğramışsa da tutumlu, perhizkâr temeldeki kendi tarzını izlemeye devâm etmiştir. Kimilerine göre de zâten II.Genel Savaş sonrası, üretim yükü bizzat ABD tarafından, başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın sırtına yüklenmişti. Sovyet insanı-Homo Sovyeticus ise üretimi arttırmak adına tüketim açısından alabildiğine bastırılmıştı. Üçüncü Dünyâ’da ise bütün mesele, bir üretim devrimini başarmakla alâkalıydı. Dolayısıyla yeniden bölüşüm işini, elzem birikimi engelleyici gördüler ve bastırdılar. Bunu da ya devletilerin sopası; veyâ perhizkâr geleneklerin baskısıyla yaptılar. Refah onlar için Kaf Dağı’nın ardındaki gizemli bir diyardı. Hâsılı ABD standartları koyuyor, kafaları bulandırıyordu ama istediği ölçekte bir pazar genişlemesi sağlayamıyordu.

ABD, kendi doğrultusunu zaman içinde derinleştirdi. 1970’lerin başında ortaya çıkan ve Keynesgil paradigmanın çöküşü olarak târif edebileceğimiz Küreselleşme’nin ilk ayağıydı bu. Sermâye-devlet-ulus arasında sağlanmış olan ittifaklar neoliberâl siyâsetlerle dağıtıldı. Entelektüel plânda, Yeni Sol ve Yeni Sağ tarafından devletler ve uluslar ağır saldırılara mâruz bırakıldı. Devlet en büyük kötülük kaynağı olarak gösterildi. Sivil toplumculuk ve kimlik siyâsetleri temelinde uluslar hırpalandı. Sovyetler’in çöküşü bunun ilk adımıydı. Ortaya sivil toplumculu arayışlar kadar; ondan daha somut ve daha mühim olarak Amerikan tarzı tüketime aç büyük bir kitleyi çıkarmıştı.

 

 

ABD’deki üretim büyük ölçüde ucuz işgücü arz eden çevreye kaymaya başladı. 1970’li seneler, husûsen de 1971’de doların altın standartını terk ettiği meşhûr Nixon Şoku bunun başlangıcını vermektedir. ABD ise doların sınırsız basılan dünyâ rezerv parası olmasının avantajını kullanarak dünyânın artık değerini emmekle ve tüketimini yükseltmekle geçirdi on senelerini. Emek ve sermâyenin verimliliğinin düşüşe geçtiği, Çin’in evvelâ emek yoğunluklu, daha sonra da teknoloji ağırlıklı bir üretim gücü olarak palazlandığı bir süreçti bu. ABD, tüketim fetişizmi kendisine özgülüyor, 1860’-1970 arasında sırtlandığı üretim fetişizmini de , Almanya ve Japonya’dan sonra Çin’e bırakıyordu. İbn-i Hâldun kavramıyla, ağır üretim süreçlerinin yaşlandırdığı ve bitap bıraktığı toplumları içine alan tam bir modern “ümrân” yozlaşmasıydı yaşananlar. Dalga dalga dünyaya yayıldı. Doların merkezden çevreye intikali borçlanmalar üzerinden gerçekleşiyordu. Her toplum, ABD dâhil borçlanıyordu. ABD’nin avantajı, dolar kendi parası olduğu ve istediği kadar çoğaltabileceği için bütçe açıklarını kapatabilmesi ve dünyânın artığını çekmeyi başararak tüketimini devâm ettirebilmesinden kaynaklanıyordu.. Bu, büyük ölçekli bir lümpenleşmeydi. Elde edilen kaynaklar pek çok yerde, hizmetler sektörü başta olmak üzere verimsiz alanlara kayıyor ve hızla tüketime evriliyordu. Bu Homo Americanus’ a güç katan bir süreçti. Avrupa çok direnmeye çalışsa da ağır kayıplar verdi. Yarı merkez dünyâ ve eski Sovyet nüfuz alanları hızla ve büyük bir iştahla Homo Americanus’un tesir alanına girdi. En derin karşılığıyla ABD Asrının, 1970-2008 arasında yaşanmış olduğunu düşünüyorum. Tabiî ki aynı süreç, târihsel diyaletik mûcibince ABD Asrı’nın çöküşünü de gündeme getiriyordu. Çöküş, genel kabûlün tersine bir yükselişin içinden gelir; yükselişin sonrasında yaşanmaz.

2000’li senelerden başlayarak bu programın çevrimleri aksamaya başladı ve ABD ekonomisi ağır kayıpları ve ödenmesi kâbil olmayan ölçeklerdeki borçlanmalarıyla ortaya çıkmaya başladı.

Devam edeceğiz. 

Yeni Şafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat