Bir 'önemli' adamın ardından
- GİRİŞ16.12.2013 10:45
- GÜNCELLEME16.12.2013 10:45
Bir elin parmaklarını geçmez. Bir dönemin güçlü Jandarma genel komutanı "Garnizondaki camileri yıkın" anlamı çıkarılabilecek bir talimat vermişti ve ben de dilimin döndüğünce buna karşı çıkmıştım; 'dava açacak' dendi, o dava da açılmadı...
Oysa kendisiyle bir kez daha karşılaşma fırsatı vereceği için mahkemeleşmeyi bayağı arzu etmiştim... Soracağım çok şey vardı çünkü...
En başta, bizimle yediği yemekte "Aranızdan birini de kaybedebiliriz" dediğinde suikasta uğramasını beklediği gazetecinin hemen yanıbaşında oturan Uğur Mumcu olduğunu o sırada bilip bilmediği sorusu...
Jandarma komutanlığı öncesinde korgeneral rütbesiyle MİT müsteşarıydı... 'MİT'i kamuoyunun ilgisine sunan ilk müsteşar' olarak tarihe geçmesini sağlayan iki etkinliği olmuştu.
İlkinde Güvenlik ve Yargı Muhabirleri Derneği adına Bulvar Palas Oteli'nde düzenlenen yemekli toplantıya katılmış ve başında bulunduğu kurumun faaliyetleri hakkında Ankaralı gazetecilere bilgi vermişti... Tabii, günün önemli konularına dair görüşlerini de açıklayarak... Bir sonraki buluşma, yine aynı kadroyla, Yenimahalle'deki MİT kampüsü içerisinde gerçekleşmişti.
Üç konu zihnime çakılmıştır: Bahriye Üçok'un, bir kitap paketi içerisine yerleştirilmiş bombanın elinde patladığı suikasta uğramasından kısa süre önce MİT'e çağrılıp 'bombalı kitapların nasıl açılacağı' konusunda eğitildiği açıklaması... Bu ilkiydi.
Diğeri, o günlerde sayılan giderek artmakta olan Güneydoğu'daki bazı cinayetlerde varlığı hissedilen 'Hizbullah' örgütü için söylediği "Aslında 'Hizbullah' diye bir örgüt yok; dini hassasiyetleri fazla birilerinin eylemleri var" anlamına gelen sözleri...
Uğur Mumcu'nun yönelttiği "Önümüzdeki günlerde de siyasi suikast bekliyor musunuz.? " sorusuna, "Aranızdan birini de kaybedebiliriz." cevabını aynı toplantıda vermişti...
Gerçekten de aramızdan biri kısa süre sonra evi önüne park ettiği otomobiline yerleştirilmiş bombanın patlaması sonucu hayatını kaybetti. Uğur Mumcu'ydu o gazeteci...
Acaba ona da MİT'ten "Aracınıza binerken sağma, soluna, hatta altına biraz dikkatlice bakın " uyansı yapılmış mıydı?
Bu soruyu boşuna sormuyorum. 1990 ile 2000 yıllan arasında işlenen önemli şahıslara karşı eylemlerden bazılarının aslında 'öldürme' değil 'kamuoyu oluşturma' amaçlı olduğuna inanıyorum. Bombanın bulunmasıyla kopacak gürültüyle yetinilecek eylemler...
"Dava açılacak" denilen günlerde bir yanlış bilgiye sahiptim; 27 Mayıs darbesinin hemen ardından, Menderes'in yakın çalışma arkadaşlarından içişleri bakanı Namık Gedik in "Kendisini pencereden aşağıya bıraktı " diye açıklanan ölüm olayında, aynı odada bulunan küçük rütbelinin o olduğu kulağıma fısıldanmıştı. Bir başka kaynaktan, olayın yaşandığı odada bulunanın, o değil, sonradan kuvvet komutanlığına kadar yükselmiş Edip Başer olduğunu öğrenecektim...
Hakkımda dava açacağını duyduğum ise, küçük rütbeliyken, Yassıada'da Menderes'e tokat atmış... Yıldıray Oğur, dün, tepeden bakan bir rütbelinin, mahlu başbakan ile idamından hemen önce çektirdiği fotoğrafı yayımladı. Evet oydu.
Son anekdot 1995 seçimleri sonrasında hükümet kurma çalışmaları sırasında kulağıma gelenler... Sandıktan birinci çıkan Refah Partisi ile ANAP arasında koalisyon mutabakatına varılmış... ANAP lideri Mesut Yılmaz, hükümeti kurmakla görevlendirilmiş RP lideri Necmettin Erbakan'a, "Muameleyi bayramdan sonra tamamlayalım " deyip birkaç gün mühlet istemiş... Bayram sonrası ise, "Hayır, hükümeti sizinle kurmayacağız" açıklaması gelmiş ANAP'tan...
Yazının tamamı için tıklayınız
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol