Ayasofya'da Cuma sabahı

  • GİRİŞ27.07.2020 11:57
  • GÜNCELLEME27.07.2020 12:06

Ayasofya Camii 86 yıl sonra kılınan Cuma namazıyla ibadete yeniden açıldı. Caminin aslına rücu etmesinin üzerinden, Türkiye’yi eleştirmeyi obsesyon haline getiren mahfillerce yine benzer sloganlarla bir hücum kampanyası başlatıldı. Aynı mahfiller Ayasofya’yı Türkiye için bir kutuplaşma malzemesine dönüştürme gayreti içerisine girdi. Oysa Cami’nin ibadete açılışı partiler üstü bir desteğe, kutuplaştırma teması olarak kullanılamayacak kadar halk desteğine sahipti. Fakat cari ezberler, bir kez daha bu mahfillerin temenni boyutunu aşıp analize erişmesine izin vermedi.

 

 

Daha önce de bu köşede yazdığım gibi Ayasofya’ya dair her türlü tasarruf Türkiye’nin uhdesinde. Bu hakkı 1453’ten beri devam ettiren Türkiye ve mirasını devraldığı Osmanlı, İstanbul’u bu tarihten beri inşa etmekte, şehirdeki çok kültürlülüğü korumakta ve ibadeti garanti altına almakta. Tarih boyunca farklı fonksiyonlar görse de Ayasofya bir mabed ve asli fonksiyonuna döndürülmesi konusunda geniş bir halk zeminine sahipti. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu zemine cevaben mabedi olmadığı bir forma sokan değil, aslına rücu ettiren restorasyon imzasını atmış oldu. Diğer bir deyişle tüm egemenlik haklarına sahip olduğu Ayasofya’yı, kuruluş amacına ve tarihine ihtiram göstererek insanlığın ibadetine açtı.

Bu konuda Yunanistan’ın tavrı anlaşılabilir belki ama bu tavrın elle tutulabilecek bir tarafı yok. Türkiye İstanbul üzerindeki egemenliğin varisi iken, Yunanistan da bir hezimetin varisi. Sorun bu hezimetin etkisinin 1453’ten beri hala devam etmesi, kaybın zihinlerde normalleştirilememesi, duygusallığın hala rasyonaliteyi gölgelemesi. İstanbul’un altı ya da üstüne dair herhangi bir konuda söz söyleme hakkına sahip olmadıklarının şimdiye kadar idrak edilmesi beklenirdi; dahası belki başka konularda Yunanistan’ın esamesi okunabilir fakat ibadet yerlerinin muhafazası ve ibadethanelere ihtiram konusu bunlardan birisi değil. Bu sebepten rasyonel bir dünyada Yunanistan’ın yas için çan çalması değil, vatandaşlarının bu kutsal mekana girmek için para ödemek zorunda olmaması (dövizin içeride kalması) sebebiyle sevinmesi gerekir.

 

 

Hutbe sırasında sulh ve emanet sembolu olarak kılıç bulundurulması geleneği de maksatlı tartışma çıkaran konulardan birisi oldu. Büyük devletlerin yüzyıllara meydan okuyan gelenekleri vardır. Semboller ve devamlılık önemlidir. Türk devletleri de bu devamlılık üzerine kurulmuş ve payidar olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de hemen hemen her alanında, Cumhurbaşkanlığı forsu başta olmak üzere, bu devamlılığa ve tarihe atıf yapan sembolleri görebilirsiniz. Fethin sembolü olan Ayasofya’da bu geleneğin devam ettirilmesini de devamlılığın ve tarihe saygının bir nişanesi olarak kabul etmek lazım. Kılıç üzerinden yaygara koparmaya çalışanların dünyanın batısından doğusuna birçok yerde yine kılıç üzerinden devam ettirilen örfi uygulamalara bakmaları tavsiye olunur. Özellikle kendilerini ziyaret eden her Batılı liderin eline kılıç verip dans ettiren bazı Körfez ülkelerinin trolleri aracılığıyla, hutbedeki kılıç ritüeline söz etmelerini de çok ciddiye almamak gerekir.

Başta Türk ve İslam alemi olmak üzere tüm insanlık için hayırlı olsun. Ayasofya asli formunda herkesi ziyarete, düşünmeye ve duaya beklemekte... 

Akşam Gazetesi

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat