Otoban kenarında sivil ibadetsizlik

  • GİRİŞ11.06.2011 08:55
  • GÜNCELLEME11.06.2011 08:55

Sana bu mektubu yazmamak için çok çaba sarf ettim. Ama anladım ki yine “yazmasam olmazdı”...

Hatırla, yüzyıl öncesine kadar biz iyi komşulardık. Aynı mahallede yaşar, aynı çeşmeden su alırdık.... Sabahları aynı güneş uyandırır, sokağa çağırırdı, akşamları aynı ay, eve ve uykuya davet ederdi.... Kışın aynı soğukta üşür, baharda aynı sıcakla ısıtırdık içimizi... Dağlar, yaylak, ovalar kışlaktı... Ayrımız gayrımız yoktu...

Sonra bir gün mahallemize yabancılar geldi...

Tren yolu inşa eden bir başka milletin insanıydılar... Yabancı bir okulda öğretmen, yabancı bir hastanede doktor, bir petrol şirketinde mühendis ya da dağ taş “asar-ı atika” arayan insanlardı onlar... Ülkemizden sadece taşlar götürüyorlar sanmıştık, ama öyle değilmiş...

Sen ve ben o kibirli yabancılardan ayartan öyküler dinledik...

Gösterişli sözler öğrettiler bize... Soylarımızın ululuğundan, cengaverliğinden ve tarih boyunca kurmuş oldukları “uygarlıklardan” bahsettiler.

Her yabancı gibi, evsahibi sıfatı ile hediyeler de sundular bize de...  İlk görüşte çok kıymetli sanmıştık o hediyeleri... Oysa bohçayı açtığımızda bulduğumuz şey “bizi”; “sen” ve “ben” olarak ayrıştıran parçalardan ibaretti. 

Benim payıma düşen Yunan ve belki çok daha eski uygarlığının gecenin kudretine vurgu yapan sembolleri oldu.

Sana da aynı hediyenin verildiğini düşündüm uzun zaman, zira biz kardeştik ve kardeşler arasında ayrılık olmazdı.

Sen yıllar boyu sakladın sana verilen hediyeyi... Bilmiyorum, daha mı kıymetli buldun, yoksa uygun zaman mı bekledin. Ve yıllar sonra gündüzün kudretine ve çölün bereketine vurgu yapan üç renkli flamayı büyük bir iştahla sallıyorsun şimdi.

Hatırla, o flamayı sana “ulu atalarının” ve “köklü uygarlığınızın” sembolü diye atlas bohçalara sarıp verenler aynı şeyleri Afrika halkına da anlattılar.

Sana haksızlık etmemek adına ben de payıma düşeni hatırlayayım: Bana verilen atlas bohçadan çıkan da seninkine benziyordu. Tek fark benim hediyemin içinde bulduğum haritada işaretlenmiş “ulu atalarıma” ve “köklü uygarlığımıza” atıf yapan haritalardı.

Farkındaydım, nesnelere başka başka adlar veriyorduk. Oğullarımız ve kızlarımız da başka başka adlar taşırdı kimi zaman. Muhammed’e Mehemmet diyenler senin dedelerindi, Mehmet diyenler ise benim dedelerim…

Şimdilerde sizin ve bizim çocukları çok daha başka isimler yakıştırıyor kendilerine. Ben, her gün biraz daha şaşkınlığa düşüyorum, meğer ne az ortak yanımız varmış!

Farklarımız her gün daha da artıyor anlayacağın. Sen hoşnut musun olanlardan?

Doğru mu duydum bilmem ama, "kul hakkıdır" diye, sormadan edemedim: Sizin sokağın yeni yetmeleri “kendi imamlarının ardında” ve “kendi dillerinde” namaz kılacakmış. Benim dilimde "sivil itaatsizlik" diyorlarmış bunun adına. Senin dilinde ne diyorlar acaba? Hatırla, bizler Müslümanız, yani teslim olan kişiler… İtaatsizlik de neymiş? Kim, hangi dilden çevirmiş bunu?

"Dillerimiz bir olmasa da dinimiz bir derdik" hatırlasana.

"Dinlerini parça parça edenlerin dini olmaz" der, aynı dilde sala olur, aynı dilde salat ve selam gönderirdik.

Söyle onlara komşum, her sözün peşinden koşanın hali perişanlıktır. Niyetleri İslamlıksa aynı kıbleye dönüp ayrı imama uymak itaatsizlik olur belki ama “doğrusunu Allah bilir” ibadetsizliğe daha çok yakışır.

Niyetleri “atalarının dini” ise biz Şamanlıktan çoktan vazgeçtik, ateşperestler ise onların atası değildir.

Aynı kurbana ortak olanlar bu hale düşer miydi?

Aramızda ortak bir söz varken şimdi sen ve ben oğulları ve kızları öfkeli komşular mı olacağız?

Bilmiyorum belki komşu olarak bile kalma hevesi yok sizin çocukların. Ama, sor onlara tuz ekmek hakkı da tanımayacak kadar gözleri kara mı?

Böylesine hoyrat olmak komşuluğa yakışır mı?

Sana aynı mahallede yaşamaktan, aynı güneşe uyanmaktan bahis açmıştım az evvel. O günlerde Kürt deyince bir kaç söz gelirdi aklıma, biri annemin sözüydü, gösterişli giyinenler için söylerdi: “Bin koyunlu Kürdoğlu…” düğünlerde erkekler için oyun havasıydı, “Kürdali” diye bir türkü. Bir türlü sofraya oturamayan kadınlara “Kürt kızı” dendiğinde içlenir, uyanıklık edenlere söylenen “Alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete” sözüne öfkelenirdim. Bir komedi filminde kimyacı “Kürt sıtkı”ya gıpta ederdim. Şeyh Said ve Kürd Said ise folklorik şeylerdi.

Ben seni böyle tanıdım, benim çocuklarım ve senin çocukların birbirini nasıl tanıyor bir düşünsene… 

Sözü uzun tuttum, ama sesim sana da yetişmezse, ben içimi kime dökeyim. Bir de şiir buldum kalın kitaplardan, senin sokağından… Ben yanyana yazdım satırları ama sen alt alta oku.

“Nasıl severim bir bilsen... Köroğlu'yu, Karayılanı, Meçhul Askeri... Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini. Sonra kalem yazmaz, Bir nice sevda... Bir bilsen, Onlar beni nasıl severdi. Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı Minareden, barikattan, Selvi dalından, Ölüme nasıl gülerdi. Bilmeni mutlak isterim, Duyuyor musun ?”

Selam ve muhabbetle kal...

Dr. Ümit Akça - Haber 7
mystymy00@yahoo.com

Yorumlar2

  • Mehmet KONYAR 12 yıl önce Şikayet Et
    ŞİKAYETÇİYİM YA RAB!. ''Hatırla, bizler Müslümanız, yani teslim olan kişiler…'' Bu söz boğazımda düğümleniyor (din)kardeşlerim. ALLAH hepimizi milliyetçilik hastalığından ve günahından korusun. birliği tek taraf korumaz. bunu da unutmayalım.
    Cevapla
  • Halil Büyüktufan 12 yıl önce Şikayet Et
    Aynı KA'BE etrafında kolkola aynı yöne doğru dönenler. Yoksa sizler başka yön veya başka semboller etrafında mı döneceksiniz.Unutmayın 1+1 iki yapar ikilik çıkarmak FİTNEDİR.Fitneci kim olursa olsun cehennemdedir.Hangi sebeb ve niyetle birliği bozarsanız ve bozanların Allahın cc ve bütün meleklerin laneti üzerine olsun.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat