Yaz yaz yazı ve köydeki ince sızı...

  • GİRİŞ24.07.2011 09:02
  • GÜNCELLEME24.07.2011 09:02

Gözümün Işığı Kardeşim,

Sana bu mektubu köyden yazıyorum. Hayır, tatil köyü değil. Mevsim tatil mevsimi ve ben köydeyim. Ama bizim köy tatil köyü değil. Şirinpınar, Sarıcakavak, Yeşiltepe gibi şirin isimli köylerden de değil burası. Hatta kimilerine göre hayli kaba bir ismi var.

Bir kaç haftadır gecikmiş bir köy ziyareti için fırsat aramama rağmen ancak bu hafta fırsat bulabildim. Okullar kapanmasına rağmen çocukların kursları, bitmek bilmeyen danışmanlıklar, icabet bekleyen davetler derken bir de baktık Ağustos ayı gelivermiş.

Üniversitenin bir ay öne çektiği lisansüstü giriş sınavlarındaki görevlerimi tamamlayıp kendimi köye atmaya karar verdim. Aslında, babası ardında annesini bırakıp ahrete giden bütün erkek çocukları (kaç yaşında olursan ol hep çocuksun) gibi ihmal sınırlarına yaklaşmış bir ziyaret bu.

İşle ilgili her şeyi geride bırakarak ilk bulduğum köy minibüsüne kendimi attım. Arka dörtlüde oturan ve İstanbul otobüsünden inip aynı minibüsle yolculuğumuz başladığımız orta yaşlı adam ve komşu köyden bir aile dostları iki saatlik yolu bir ezaya çevirmeyi başardılar.

Onlar yüzünden ülkede dernek kurma özgürlüğü, herkesin oy kullanma hakkı, seyahat hakkı gibi her şey benim için sorgulanması gerekli kavramlar haline dönüştü. Yine onlar yüzünden (meğer aynı partiye oy vermişiz) oy kullanmaktan vazgeçmekle demokrasi dışı yöntemleri desteklemek arasında kararsız kaldım.

Sonra dağdaki çoban ile kendi oyumun bir olup olamayacağı konusundaki tartışmalar konusunda Aysun Kayacı lehine yeni argümanlar geliştirip sessizce koltuğumda kıvranmaya devam ettim. Allah’tan eziyet bir buçuk saat sürdü ve onlar benden önce indiler. Haklarını yememek lazım, inerken de kafamızı şişirdikleri için özür dilemeyi, helallik istemeyi bilecek kadar kibarlaştılar. Allah onların evladü ayaline ve akrabayı taallükatına sabır versin. Konu komşularına da elbette…

İşte bunlara maruz kaldıktan sonra akşamın erken bir vakti ovadan yükselen ekin kokuları eşliğinde köye geldim. Çoğu yerde diz boyu ekinler hala biçilmeyi bekliyor. Sabah güneşi altında ovada ekin kokuları; bahçelerde içi dolmamış cevizler, toplanmayı bekleyen vişneler ve kirazlar ağaçları yeşil ile kırmızının ihtişamıyla dolduruyor.

Köye diğer meslektaşlarından önce gelip eski ve bakımsız makinesiyle birkaç çiftçinin ekinini telef eden ve işten el çektirilen biçerdöverden kalan talaşların sıkıştırılıp iplerle bağlanmasıyla elde edilmiş balyalar, toplanmayı bekleyen haşhaşlar, toza bulanmış köy yolları içinde tatildeyim. Aklıma güneş damlar içime diye başlayan şarkı geliyor.

Köyde olmak mı, yoksa köyde olmamak mı içimi burkuyor bilmiyorum. Babamla olan husumetini benimle; beni bulamadığı zaman babadan kalma meyve ağaçlarıyla sürdürmeye çalışan komşular mı buna sebep acaba? Yoksa köy meydanında karşılaşınca hoş geldin demeyi çoktan bırakmış ve bayram namazlarında elini öpmekten kaçındığımız için Bayram Namazı’ndan hemen sonra camiden kaçarcasına uzaklaştığımız akrabalar mı?

Bütün bu insanlar sıradan yüzler olarak köy meydanında ve evlerin önlerindeler. Doğduğum; ilk on yaşımı iki kardeş, (ağabeyim, en büyüğümüz, on beş yaşından sonra aramıza katılmıştı) bir anne ve bir baba ile bir tek odada geçirdiğim atalarımın evlerinden dile getirilmemiş küskünlükler içinde seyrettiğim ve çoktan ellerini elimizden çekmiş akrabalarımızın şen kahkahaları yükseliyor.

Köy kahvesinde akranlarımla karşılaşıyorum. Büyük kızını evlendirmiş erkence evlenen biri... Erken iş bulmayı başarmış bir başkası emeklilikten bahsediyor. Bir münasebetsizin sohbet konusu ise ev sahibi olup olamadığım üzerine...

Bu insanların götüremeyecekleri şeylere sahip olma konusundaki hevesleri bana maymun tuzağını hatırlatıyor ve hiç davet etmeyecek bile olsam, geldin de sokakta mı kaldın dememek için kendimi tutuyorum. Nobranlık ile ev sahibi olamayacak kadar beceriksiz olma arasında ikincisini seçiyorum.

Babamın sıkça oturduğu masaya oturup babamın arkadaşlarına çay kahve ısmarlıyorum. Neden o kadar hırs ve hevesle içine çektiğini bilmediğim sigarasının kokusu burnumu sızlatıyor.

Baba evinin en az kullanılan odasında, babamın ölümünden sonra iki vesikalık resmin büyütülüp birleştirilmesinden elde edilmiş ve annemle babamı yan yana gösteren çerçeveli bir resim beni karşılıyor.

Annemin ifadesiz yüzü ile babamın dudağındaki kıvrımın zıtlığı gözüme takılıyor. Babamın sigara içişi ile gözlerinden dudağına sızan hüzün nasıl da ilgiliymiş meğer… Ona aile lakabını verme nedeni olan bir gözünün diğerine oranla küçük oluşu sanki daha bir belirgin…

Salonda bir başka büyük boy bir resim… On beş, on altı yaşlarında bir erkek çocuğunun siyah-beyaz vesikalık resmi… Babamın köyün yakınındaki demir madeninde çalışırken sigortaya vermek için çekilmiş ve elli yıllık dosyasından rica ile alınmış bu resmi oğlumu andırıyor.

Babaannemi (biz ona ebe diyoruz. Hala ve teyzelerin kocalarına dayı; amca ve dayıların eşlerine nine dediğimiz gibi…) eğri bir değneği baston gibi tutup, çoktan eğrilmiş belini doğrultmaya çalışarak yürümeye çalışırken görüyorum. Doksanı geçen yaşına ve birkaç katarakt ameliyatına rağmen gözlerinin mavisi hala canlı…

Anti depresanlar, mide koruyucular ve sıcak, çok sıcak bir hava günleri tekdüze kılıyor. Yorgun havariler gibi sahil kasabaları ve dağ köyleri arasında geçip gidiyor günlerim. Ya sen, sen nasılsın?

Dr. Ümit Akça - Haber 7
mystymy00@yahoo.com

Yorumlar2

  • aydın dilli 12 yıl önce Şikayet Et
    Köy denince aklıma hep gelen sinor(sınır) ve su kavgaları.... Ben de bu anlattıkların sadece bizim köye mahsus olduğunu sanıyordum, meğer benden başkaları da varmış, ben de köyde yaşamamama rağmen senede 1 kez fırsat bulunca giderim. köye her gidişimde ahalinin bu hallerine(sataşan, kibirli, laf çakan) önceleri içimden kızıyordum, bazende alınmayacakları şekilde lafı yapıştırıyordum, ama sonra tavır değiştirdim artık sadece ibretle seyrediyorum ve gülümseyerek geçiyorum aman Allahım ne dar bir dünyaları var, köylerini dünyalarının merkezine, kendilerinide o merkezin tam ortasına koymuş dönüp duruyorlar, efendiler ya:))
    Cevapla
  • Hasan Seyre 12 yıl önce Şikayet Et
    otuz sene sonra memlekete vardım... Yıllardır gidemedim memleketume komşu Hasan getirirdi haberleri Bir gün veda ettim hanuma varacam dedum köyüme,vatanuma indim arabadan camuyanında gözlerim titrer ,bakar uzaktaki eve boğulurum ,içimde var bir hesaplaşma niye unuttum buraları, binbir özür içinde Bir zaman buralar şendi ,cıvıldı çocuklar elerinde mıras ,tas oynardı karşı evde fadime gelin, yayığı açınca komşulara yeni ayran dağıtırdı Şimdi dikenler ,çalılar yolları sarmış... patikamı ,yolmu anlamı kalmamış.. çatıları uçmuş,duvarları çökmüş evler rüzgar vurdukca çinkosu dan dan eder Artık yok bende mecal.. bakmaktan korkuyorum ...kırık kapıya Hatıralarla karışmış o evdeki hal Viran olmuş mazi ,yüreğimi dağlar... Dile kolay Otuz yıl oldu.. hatıralar bir bir soldu.. eskimiş hartama yığınları.. bana yılların hesabını sordu..
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat