'İtler', bizi bize kırdırmadan az önce idi

  • GİRİŞ10.10.2008 13:45
  • GÜNCELLEME10.10.2008 13:45

II. Abdülhamid'ten bu yana en büyük dış politika övüncümüzdür 'iti ite kırdırmak'. Hiç kimse aslına 'itlerin' yılların önce uyandığını ve bizi bize kırdırdığını kabullenmek istemiyor.

Oysa hemen her konuda alenen 'it gibi' dalaşıyoruz işte ve bunu yaparken kendimizi haklı gördüğümüz için 'medeni' sayıyor, karşımızdakini haksız olduğu için 'çağdışı' buluyoruz...

Bugün sizleri 'çağ dışı' yaşadığımız ve "bir daha yaşamak istemediğimiz' yokluk ve yoksulluk yıllarıma götürüp, çocukluğumun dünyasından bir kesit sunmak istiyorum... 'İtler', bizi bize kırdırmadan önce bakın nasıl bir alemde yaşıyordu bu fakir...

Sokaklarımızda otomobiller yoktu o yıllarda. Bir bilemediniz iki araç geçerdi caddemizden!  Ama bugünküyle kıyaslanamayacak kadar fazla seyyar satıcı geçerdi. Her sabah Arnavut manavımızın at nallarının sesiyle çınlardı arnavut kaldırımımızın taşları...   Daha sonra yoğurtçu çıngırağı, dondurmacının el arabasının 'bip biiip' sesi çıkartan kornası ve simitçinin gür sesi duyulurdu o sokaklarda. Hatta kış gecelerinde  elinde güğümle 'Vefanın bozaaaaaa' diye bağıran satıcılarımız bile vardı...     

Kasımpaşa'nın Hacı Hüsrev semtinde ahşap ve köhne bir evde açtım gözlerimi dünyaya. Tuvaletlerinde gezen sıçanlara çare bulamayacak kadar 'gayrı medeni', hayati ehemmiyet arz eden durumlarda dahi taksi tutmayı lüks sayacak kadar 'fakirlik kültürüne sahip' ve yerde 10 kuruş bulduğumda sahibini bulması için verecek polis amca arayacak kadar 'masum' büyüdüm.

Oysa polisler pek sevilen şahsiyetler değildi mahallemizde. Çünkü yankesicilik yapan komşumuz da vardı, madde bağımlısı olanları da. Komşularımızdan biri şöhretli kabadayıydı, 'mahallenin namusu' ona emanetti. Polisi pek 'takmazlardı' ama muhatap olmayı da sevmezlerdi. Polisi sevmeyen sadece onlar değildi. Namussuzlara dokunmadıkları için namuslu komşularımız da kızarlardı polise...

Mahkeme denilen olgu bizim için sadece 'boşanmak için gidilen ya da miras paylaşımı için başvurulması gereken bir yerdi. Nerede olduğunu bile bilmezdi mahallemizin çoğu...

Cinayet sadece Günaydın gazetesinin sayfalarından tanıdığınız bir vakaydı. Cumhuriyet ve Tercüman gazetelerinin varlığını da duyardık ama yüzünü görmüş değildik.  Bu kadar sık cinayet haberi olmazdı. Biri biryerde birini öldürse manşet olur, herhangi bir derede bir ceset bulunsa aylarca konuşulurdu...  

Bir gün annem ile aralarında çıkan husumet yüzünden evimizi 'çingenler'  (biz öyle derdik esmer komşularımıza) taşlayıp, bizi tehdit ettiğinde, polis çağırmak için karakola koşmuştuk. Hacıhüsrev'de yaşadığımız için çok sayıda Çingene komşumuz vardı. İçlerinde temiz ve masum olup geçimini seyyar satıcılıkla veya temizlik işçiliği yaparak kazanan da vardı ama onları diğerlerinden ayırmayı becermek ancak mahalle sakinlerinin maharetiydi.

Daha ilkokul çağlarındaydım. Yaşadığım dehşeti anlatmaya çalıştığım 'polis amca', "Sen sus lan velet, annen konuşsun" diye beni azarladığı an devletin çatık kaşlarıyla ilk kez karşılaşmış oldum. Daha o zaman bir insanın neden Batman ya da Örümcek Adam gibi bir kahraman olup, adalet sağlamak istediği psikolojini çok iyi anlamıştım.

Polislere yaptığımız tüm şikayetlere rağmen bizi ısrarla tacize devam eden 'çingenlerin',  'manalı' şekilde 'polise şikayet etmeyi unutmayın' demeleri annemi kuşkulandırmıştı! O cahil ve okuma yazma dai bilmeyen Anadolu kadını beni ve kardeşimi elimden tuttuğu gibi soluğu Kasımpaşa Kuzey Deniz Hava komutanlığı'da aldı. Nöbetçiyi ikna ederek komutanla görüştü ve ona sıkıntısını anlattı. O gün askerin polisten daha 'güçlü' ve 'müşfik' olduğuna karar vermiştim.

Çünkü her ne hikmetse o görüşme sonrası sokağımızdan polis arabası eksik olmamış, bizi taşlayan komşularımız uzun  süre ortada görünmemiş, neden sonra mahelleye döndüklerinde sağlam ayağı topallar hale gelmiş(!) bir tanesinin bedduaları haricinde bize yönelik hiç bir eylemleri olmamıştı...

Ben büyüdükçe asker - polis ilişkileri de büyüdü ve gelişti(!). Her iki kurumun imajında da hatırı sayılır değişiklikler olduğunu itiraf etmek zorundayım. Ama her iki kurumun içindeki çürüklerin hâlâ kurumları yıpratmaya devam ettiği de tartışılmaz bir gerçek.

Hem gayrımüslim hem müslim komşularımız vardı. Gayrımüslim komşularımız Kurban ve Ramazan (onlar Şeker derdi) Bayramlarında bayramlık giyer, ellerini öptüğümüzde bizi bayram harçlıksız göndermezlerdi. Müslim komşularımız Sünni ve Alevi diye ikiye ayrılırdı. Aralarında dini tartışma çıktığına hiç şahit olmadım. Ama birbirlerini gayrı müslimleri sevdikleri kadar sevdiklerini söyleyemem, Her iki kesim de bayramlar dışında birbirleriyle pek yüz göz  olmazlardı ama her iki kesimin de gayrımüslimlerle muhabetleri aralıksız sürerdi. Gayrımüslim komşularımızın, sünni ve aleviler arasında çıkan (çoğu zaman çocuk kavgasından kaynaklanıp büyüyen) sürtüşmelerde arabulucuk konusunda aldıkları dualarla cenneti hak ettiklerini düşünüyorum, takdir Alim'indir... Ben onun işine karışacak kadar aptal değilim...

İlkokula giderken bir grup Atatürk büstümüzü taşladığında her kesimden lanet aldı. Galatakulesi yakınlarında bulunan bir sinegoga yapılan kanlı saldırıda onlarca gayrımüslim öldüğünde de tüm mahalle bir ağızdan saldırganlara lanet yağdırmıştı. Bir yandan gayrımüslim dostlarımızı teselli ederken, bir yandan ruhlarına Fatiha okumak olağan tavırlardı o günlerde...

Namaz kılan komşularımıza özenip, onlar gibi namaza meylettiğimde çoğunluk abdest almayı ve duaları bilmeden seccadeye çıktığım için bana kızarken, göçmen haminnelerimizden biri beni bağrına basmış ve "onlara bakma sen oğlum, Allahüekber de eğil, Allahuekber de kalk yeter" nasihatinde bulunmuştu. Ne zaman namaza dursam gül yüzü gelir hâlâ gözlerimin önüne. Ama hiç hatırlamak istemediğim bir görüntüsü daha var onun benim hatıralarım arasında. Eşiyle kavga edip kafasına baltayı yedikten sonra kanayan başının saçlarını kızıla boyadığı günü de unutamam..

Yani hiç biri melek değildi komşularımızın. Sıradan insanlardı...  Ama bugünden çok farklı hassasiyetleri vardı. Mesela bir amcamızın bize verdiği 5 Lira ile önce gazoz, sonra şeker, ardından yine gazoz ve gofret almanızdan işkillenen bakkalımız (şişman Cemal amcamız) eve kadar gelerek, "Ayşe hanım, sizin çocuklar bugün çok alışveriş yaptı. Ellerinde çok para var. Haberiniz var mı?" diye şikayet etmişti mesela. Çok kızmıştık o gün kendisine bizi abur cubur yediğimiz için şikayet ettiğini sandığımızdan dolayı. Bugün rahmetle anıyorum. Ruhu şad olsun. (Bir de 7 göbek İstanbullu komşumuz Müzeyyen ve Fikran ablalarımız vardı. Kızıltuğ ailesinin bana kazandırdıklarını saymakla biteremem ve yad etmeden geçemem ruhları şad olsun)

İşte o günlerde bizim oturduğumuz iki katlı ahşap evin altında oturan Kürt komşumuzla nedenini şu an hatırlayamadığım bir sürtüşme olmuştu. Rahmetli babam, merdiven trabzanından olabildiğine sakin şekilde komşumuzun asabını yatıştırmak istiyordu. Komşumuz o anda kömürlük olarak kullandığımız merdivenin trabzanı altından dev bir kömür parçası kaptı. Yaklaşık 15-20 kilo çeken o kömürü kaldırarak babama meydan okudu. Babamın 'ne olacak yani? Hadi beni öldürdün, ne olacak' dediğini hatırlıyorum. Gözümde bir korkak konumuna düşmüştü o an. İnip o adama haddini bildirmesini istiyordum... Allah'tan benim o gün arzuladığım olmamıştı. Bir hafta sonra Kürt komşumuz şiddetli geçimsizlik nedeni ile evden taşındı. Taşınmadan bir gün önce evimize misafir oldu ve özür diledi babamdan. Bugün babamın bir kahraman olduğunu anladığımı söylememe gerek yok sanırım. 

Ben çocukken işte böyleydi dünyam....

'İtlerin uyanıp' bizi bize kırdırdığı şu günlerde o sokaklara gidip hatıralarımı yenileyecek kadar cesur hissetmiyorum kendimi... 

YAŞAR İLİKSİZ - HABER 7

yasar.iliksiz@haber7.com

Yorumlar10

  • İSMET DEMİR 17 yıl önce Şikayet Et
    elinize sağlık.. eskinin insanlığı güzeldi bence. ayıp vardı, utanma vardı, ar vardı, eskinin bir parcasını görmüş olan 35 yaş üstü insanların örnekliklerini tv ler almış durumda.
    Cevapla
  • Metin Yazar 17 yıl önce Şikayet Et
    Necip Fazıl,Nazım Hikmet ve onun gibilerle hiç bir konuda anlaşamazdı.. Dışardayken sürekli didişir çok ağır eleştirilerde bulunurdu.İçeriye düştüğünde ise sağcıların koğuşundan solcuların koğuşuna kaçardı.Bir süre sonra yaka paça dağınık bir halde geri dönerdi."Bunlarla hem anlaşamıyorsun hem de onlarsız yapamıyorsun,oh olsun sana" denildiğinde ise "Kriz entellektüel" derdi.Bu benzetme (haddimi aşan) çok uzak bir benzetme de olsa beni tarif ediyor.Yazarın anlattıkları benim yaşadıklarıma çok benziyorsa,hislerime tercüman oluyorsa,kalemi güçlüyse ben ne yapayım:)
    Cevapla
  • AHMET HASSAN 17 yıl önce Şikayet Et
    Güzel (geldim,gördüm,beğendim). İnsanın , sevdiği veya kızdığı bir yazı karşısında içinde yoğun bir tepki oluşur.bunu ifade edecek kelimelerin nerede başlayıp nerde biteceğini kestiremediğinden ,üstelik te yeterli bulmadığından, düşüncelerinin dağınıklığından , konudan uzaklaştığını da hissettiğinden susar. hiçbir yorum yapmaz.Ama içinden : Vay be,güzel olmuş veya ne diyor bu yav? Der. İliksiz'i sevenler bu yazısı için ona teşekkür etsin. Tiryakisi metin yazar'a da.. diğer yorum getiren ve getirecek arkadaşlara da. y
    Cevapla
  • Furkan İLKER 17 yıl önce Şikayet Et
    teşekkürler sevgili yaşar. edebi olarak latif, sosyolojik açıdan pek kıymetli bir yazı ellerinize sağlık ..
    Cevapla
  • Metin Yazar 17 yıl önce Şikayet Et
    O zamanlarda asayişi bozacak olaylar olurdu.. Ama cinayetler yok denecek kadar azdı.İşlenen bir cinayet büyük olay olur,hatta gazeteler ertesi günü bekleyemez,erken baskı yaparak bu haberi verir,seyyar gazete müvezzileri bu gazeteleri sokak sokak dolaşarak "Yazıyor...yazıyor,cinayeti yazıyor" diye satarlardı.Destancılar işi abartarak cinayetten üç dört gün sonra destanlar döşenirler,bunları sokak sokak gezerek satarlardı.Kız kuruları bunları hem okur hem ağlarlardı.Yeni bir cinayete kadar o konunun suyu çıkarılır,yeni eklemeler yapılırdı.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat