Bence TSK haklı, Hz. Ali de hatalıydı!
- GİRİŞ03.11.2008 07:10
- GÜNCELLEME03.11.2008 07:10
Geçenlerde bir dostum, "senin gibi anarşizme meyilli birinin gün gelip de bu kadar devletçi ve statükocu olacağına inanmazdım" dedi. Şaşırdım.
Hangi hareketim ya da beyanımdan dolayı bana bunu söylediğini sordum. "Son yazını okudum, ama belli ki sen okumamışsın!" dedi. Güldüm...
Kavramlar konusundaki tartışmayı bitirecek tek sözlüğü bile olmayan Türkiye'de kavramları sembol olarak kullanarak yazılar yazarsanız, sizden yola çıkarak, çıkmaz sokaklara ulaşan yorumlara şaşırmamanız gerek. Böylesi ucube çıkışlar karşısında şaşırmaktan yorulmuş biriyim zaten. "Yanlış anlaşılmışım" dedim.
"O zaman lütfen, bir kez olsun, ne dediğini açık seçik anlatan, başka türlü anlaşılmayacak, tavrını net olarak ortaya koyacak bir yazı yaz. Tamam güncel tartışmalara doğrudan katılmak istemiyorsun, saygı duyuyorum ama bir kez olsun, hangi safta olduğunu bize göster, gerçekten Türkiye'nin içinde bulunduğu hali bize izah et ki göreyim kaç kiloluk yazarsın!" dedi.
"Böylesi bir meydan okumayı muhatap almanın ne kadar doğru olabileceğini tarttım önce. Çünkü nefsim için yazıyor olma ihtimalim büyüktü. Ama bu 'mahalle baskısı' sadece onunla sınırlı değildi. "Ne yapabilirim" diye düşündüm. Ve, "Peki, kabul ediyorum ama önce benim Hz. Ali'yi ne kadar sevdiğimi senin ne kadar bildiğini bilmem şart" dedim.
"Hz. Ali'nin pirin olduğunu ve en az baban kadar sevdiğini biliyorum" dedi.
"O zaman, işte böylesine eşsiz sevdiğim bir velinin hatası ile sana gerçekleri ayan beyan işaret edeyim" dedim. "Merakla bekliyorum" dedi.
Ayrıldık...
İşte bu yazı o meydan okuma neticesi mecburen kaleme alınmış zoraki güncel yazıdır.
Öncelikle şunu belirteyim ki sayın Taha Akyol'un yıllardır ısrarla Cemel Vakası ve Sıffin Savaşını hatırlatarak Türkiye'yi bir uzlaşma zeminine çekme çabalarına saygım var. Ve onun söyledikleri kadar içinde bulunduğu kurum ve şartlar itibariyle söyleyemediklerinin de iyi analiz edilmesi gerektiğine inanıyorum. Bazen söylenmeyenler, söylenebilenlerden daha çok şey anlatır. Tıpkı Taha beyin "Ama hangi Atatürk" adlı kitabında olduğu gibi.
Her insanın iyi yönü olduğu gibi kötü yönü de vardır. Kimse ne salt iyi ne de salt kötüdür. Hiç kimse her zaman haklı, kimse de her zaman haksız olamaz. Kurumlar da ekseriyetle kişilerle aynı şekilde hatalı davranış ve tavırlar sergileyebilirler.
Maharetli insan kişilerin ve kurumların ne zaman doğru, ne zaman yanlış hal içinde olduğunu algılayan, karakterli insan ise hal ve şerait ne olursa olsun doğruyu takdir edip, yanlışa tepki gösterendir.
Alkışlanmayı en büyük kar sayan ucuz kahramanlar ve bellirli bir hedefe kilitlenmiş 'zoraki adiller' ise ancak belli şartlar ve güvenceler altında sadece "kendi inançlarına" yararlı hal ve tavırları alkışlamakla yetinirler ve alkışların yönü sürekli iktidarda olanın yönünde değişir.
İslam mütefekkiri Said Nursi, siyasetin en kirli yüzünü, "kendinizden olanların kötülük ve çirkinliklerini, karşınızda olanların ise iyilik ve güzelliklerini görmemek" olarak betimler. Haklıdır...
Yıllarca düşmanımın dahi iyi ve güzelini gösterme savaşı verirken, kötülük ve çirkinlikte ısrar eden arkadaşlarımla sonucu ağır hasara yol açan kavgalar verdim ve ağır bedeller ödedim. (Kendi hatam olduğu zamanlar da olmadı değil)
Cesaret ister, "taraf olmayan bertaraf olur" sözünün Allah'ın emri gibi algılandığı zeminde, bedelinin ne olduğunu bile bile böylesi adil mücadeleler vermek ve kavgalara soyunmak... Çünkü haklı çıktığınız zaman sırtınızı sıvazlayıp, takdir eden yoktur ama haksız çıktığınız zaman "gördün mü bak" diyerek tekmelenmekten kurtulamazsınız.
Eğer olaylara bir siyasi görüşün, ideolojinin, dogmatik inancın ya da çıkar odağının parçası olarak bakıyorsanız, sizden olanların hamlelerini hep doğru, sizden olmayanların hamlelerinin hep yanlış olduğuna inanmanız mukadderdir.
Bir kere hiçbir kurumun sadece iyi ya da kötü insanlardan oluşmadığını idrak etmek gerekir. Her kurum öncelikle kendi çıkarları doğrultusunda varlığını sürdürmek, nüfuz alanını genişletmek ve kendi içinde iyilerin hakim konuma gelmesi için çaba sarf eder. Çünkü devlet de dahil olmak üzere her biri kendi çapında yaşayan birer organizmadır.
İşbu nedenle "sosyal hayatın sükuneti ve sağlığını korunmak" için elzem kurumları siyasi hedef olarak seçmek, onları kırılacak putlar gibi göstermek ancak cahillerin, dogmatik inançlıların ve çıkar odaklarının sergileyebileceği davranıştır.
Bu açıdan Kropotkin tarzı yakıp-yıkan, argümanı şiddet olan bir anarşizm anlayışını hiç tasvip etmedim ve bu tarz şiddete asla da prim vermem. Bana göre terörü amacı için araç olarak kullanacak kadar zayıf ya da zalim insanların 'Allah bir' demesine bile kuşku ile bakılmalıdır. Kısmen Proudhon tarzı adalet temelli ve sosyal evrimle insanlığın özgürlüğüne engel olan her örgütlenmenin vakti ve zamanı geldiğinde kendiliğinden yok olacağını savunan tarzda (Tolstoy ve Mevlana destekli) anarşizme meyilli olduğum doğrudur. "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz" diyen bir dine mensup olarak buna da bazı 'alimlerin' aksine (ki her ne hikmetse onların hep ABD, AB hatta Çin'in çıkarları yönünde fetva verenler olmaları dikkat çekicidir) imanî bir zaaf olmadığına inanıyorum. Her düşüncenin Hak olan tarafının "bizim" olduğunu savunuyorum.
Ama bazıları için dünya ak ve karadan ibaret. Bir hatasından dolayı yüzde 60'ı iyi olan kişi ve kurum yerden yere vurulabilirken, işlerine gelen tek iyi yönlerinden dolayı yüzde 90'ı şer olan kişi ve kurumların yere ve göğe sığdırılamadığı oluyor.
Sadede geleyim.
TSK bugünlerde, tarihi boyunca kendisine yönelik en büyük taarruzlara maruz
Birbiriyle normal şartlarda aynı zeminde yer alması imkansız bazı çevrelerin bu taarruzlardan oldukça memnun olup, birbirine destek çıktıkları da aşikar.
Bazıları "sözde hücumlar kuruma değil içindeki kötülere ve yetersiz kişiliklere yönelik" dese de gerek geçmişteki "kuyruk acıları" gerekse "geleceğe yönelik" çıkar hesaplarından dolayı inandırıcı bulunmuyor. Çoğu da zaten bu yıkıcı eleştiri/saldırılar sırasında duydukları hazzı gizlemeyi başaramıyorlar.
Bu noktada "akılsız dostlarının" da siyasi rakiplerini yıpratmak isterken TSK'ya düşmanlarından daha büyük zarar verdiklerinin farkında olmaması dikkat çekici.
Tahrif edildiği bizzat Yüce Allah tarafından beyan edilen Tevrat'a dayanarak elde edilen Kıyamet hesaplarına inanmak yerine, Hz. Peygamberin emri doğrultusunda hiç ölmeyecek gibi yaşamaya çalışan ve yüzyıl sonraki dünyanın hayallerini kuran bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, TSK'nın onurunun kırılmasının en çok kimin işine yarayabileceği sorusunu soruyor ve cevap arıyorum sadece.
Ve anlamayanlar için bu kez olabildiğince "açık ve yanlı" cevaplıyorum:
Halife Muaviye demiştir ki, "Cemel gününde ona düşmanlarıyla tartışması için müsaade ettim. Çünkü en azından şundan emindim ki Hz. Ali kazansa da prestiji sarsılacaktı
"
Tarihi bir masal kitabı gibi okumayanlar Hakem Olayına Hz. Ali'nin zoraki ikna edildiğini bilirler.
Ne kadar mecbur kalırsa kalsın, alimlik rütbesi tartışılamaz olan Hz. Ali o gün siyasetçi olarak yanılmıştı. Çünkü bir şehir valisi olan Muaviye, kaybetse bile zaten kazançlıydı ve Halife Hazreti Ali ile denk hale geliyordu
.
Bu tarihi hadise ışığında inanıyorum ki şu noktada TSK ısrarında haklıdır ve Hz. Ali'nin yanılgısına devletin düşürülmesini engellemeye çabalamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti (zaman zaman yanlış hamlelerle de olsa) bedeli çok pahalıya mal olmuş bir mücadelenin zaferi aşamasında, yok olmanın eşiğine gelmiş, bitmiş bir düşmanla aynı masaya oturmaya zorlanmaktadır.
TSK mensupları bu noktada tavırlarını her hareket ve söylemiyle açıkça belli ediyor. Yaşar Büyükanıt Paşanın daha önce öneminin çok büyük olduğuna işaret ettiğim, "Nutuktan sonra en iyi hazırlanmış söylev" dediğim tarihi konuşması ve İlker Başbuğ Paşanın Güneydoğu ziyaretlerindeki "Terör var olduğu için biz varız, artık bunu anlamınızı istiyorum" sözleri, niyeti gerçeği görmek isteyenlere her şeyi izah ediyor.
Mensupları "Geçmişte Kürt Sorunu konusunda hata yaptık" diyecek kadar özeleştiriye sahip bir kurumu, hele de böylesi günlerde kendi içinde engellediği darbecilerin zihniyetine sahip olmakla suçlayarak, köşeye sıkıştırmaya çalışmak alçaklıktır. Hele de o zihniyetin uzantıları Büyükanıt Paşaya sövüp, ortamın İlker Paşanın arkasından teneke çalınmasına müsait hale gelmesi için uğraşırken! Kurumla (haklı ya da haksız) başka hesaplaşmaları olanların fırsat bu fırsat diyerek 'yıpratıcı' koroya katılmaları, Türkiye'nin geleceği yönünde atılacak adımları zora sokmaktadır.
Tabi ki devlet bir barış masası açmaya mecburdur. Ama o masada olmaması gerekenlerin olması için yoğun çaba sarf edilmektedir. Bunu görmemek için aptal olmak gerekir. "Bir önceki yazımda işaret ettiğim nokta da tam burasıydı.
Başbakan Erdoğan bana göre son çıkışı ile "Oyunu birlikte bozalım" diyen TSK'ya "Oyuncuların, o hamlesinin de farkındayız" teminatını vermiştir. Ama o tavrından dolayı oyunun büyüklüğünü göremeyenlerin, çıkar hesaplarından pay umanların ve "kuyruk acısının intikamı peşinde" olanların hücumuna maruz kalmıştır
.
Sevin ya da sevmeyin Erdoğan'ın önderliğini yaptığı siyasi hareket, dış politikada TSK'nın terörle mücadelede elini rahatlatan önemli siyasi adımlar atmıştır. Birilerinin hoşuna gitsin ya da gitmesin son 7 yıl içinde sergilenen siyasi manevralarla terör örgütüne destek veren ya da göz yuman devletler de terör örgütü gibi köşeye sıkıştırılmış ve tarafını belli etmeye zorlanmıştır.... Bu noktada 20 yılı aşkın sürede tek adım atamayanların şimdi horozlanır hale gelmesi inandırıcı değildir...
Geldiğimiz nokta yıllardır özlemi çekilen noktadır. Kavganın her iki tarafında bulunan bütün unsurlar birbirini anlama ve dinleme noktasına gelmiştir.
Aldığım istihbaratlara göre de iyilerin arzuladığı, kötülerin ürktüğü sağlıklı iletişim, ortak hareket etme noktasında çatlaklar sıvanma noktasına gelinmiş ve ortak irade sağlama yolunda olumlu adımlar atılmıştır. Bazılarının korkusunun katlanarak büyümesi, paçalarının tutuşması bu yüzdendir.
Bilmem 'bir kerecik olsun' anlatabildim mi?
Sağlanacak barış ve huzur ortamında yok olmaya mahkum unsurlar, bu noktada tabi ki kuzu kuzu teslim olmayı kabullenmeyecektir. Militarizmden ve korku edebiyatından güç alanlar ile terör ve kan gölünden beslenenler; TSK'nın düşmansız kalma aşamasına gelmesini hazmedemiyor. Köşeye sıkıştığı için daha çok saldırganlaşanların ve tehdit üstüne tehdit savuranların çizdiği karanlık tablolara aldanmayın ama sû uyur düşman uyumaz, bu da unutulmaya
İyiler safları sıklaştıra, hayra dönüşen hesaplar araya giren nifaklarla şer kapısını aralamaya..
Türkiye içinde bulunduğu stratejik nokta nedeniyle baş ağrısız yaşayamaz bu doğrudur ama asprin ile dindirilebilecek baş ağrıları, kangrene dönüşen yaralardan yeğdir...
Nazım'ın umutlarıyla bitirmek istiyorum: "Güzel günler göreceğiz çocuklar
"
Yaşar İliksiz Haber 7
Yorumlar21
-
gokhan san
17 yıl önce
Şikayet Et
Editöre. Hayır mı sayın editör? Siz de mi Hürriyet-Milliyet gibi sansür yapmaya başladınız? İkidir mesajlar yayınlanmıyor. Başkaları istediğini söylerken bizimki mi kurallara aykırı?
Beğen
Cevapla
-
Yavuz ÖZkan
17 yıl önce
Şikayet Et
Terbiye. Bakıyorum da Hz.Ali (R.A.)'ın karşısında onunla harbeden Hz. Muaviye (R.A.) hakkında, sanki kendileri ondan daha üstünmüş gibi "Muaviye" diye bahsedenler var. Siz kim oluyorsunuz da bir sahabe hakkında bu şekilde konuşabiliyorsunuz. Cemel vak'asında Hz.Ali'nin (R.A.) karşısında başta Hz. Aişe (R.A.) olmak üzere bir çok büyük sahabe vardı. Buna ne diyeceksiniz? Hz. Muaviye (R.A.) dünyevi bir saltanat için bile harb etmiş olsa (ki şüpheli) bu, O'nun sahabiliğini düşürmez. Kendinize gelin.
Beğen
Cevapla
-
ömer alpaslan
17 yıl önce
Şikayet Et
Hendek kapanmisti, Hz.Ali ne yapsin. Hz.Ali siyaseten diyorki yazar hata etmistir, olabilirde melek degildiyki insan idi.Allah Resülü döneminde kazilan hendek birseyi temsil ediyordu ayni zamanda , hendegin karsi tarafinda müsrikler ve kafirler vardi. Hz.Ali dönemine kadar bu hendegin üzeri kapanmisti dolayisi ile karsi cephede duranlarin bir kismi Allaha ve Resulüne verdikleri sözlerin geregini dünya menfaatleri icin kulak arkasina attilar, yani Hz,Alinin hata gibi gözüken karari bir yerde o hendegi isaret eder gibiydi, o bir ders gibiydi.
Beğen
Cevapla
-
PUT DOLU MEYDANLARDA İBRAHİM OLMAK
17 yıl önce
Şikayet Et
3 MESELE. "Ne kadar mecbur kalırsa kalsın, alimlik rütbesi tartışılamaz olan Hz. Ali o gün siyasetçi olarak yanılmıştı. Çünkü bir şehir valisi olan Muaviye, kaybetse bile zaten kazançlıydı ve Halife Hazreti Ali ile denk hale geliyordu."
1- Kimse "yanılmaz" değildir. İlimde veya siyâsette...
2- Muaviye, yazarın da kast ettiği gibi, dünyevî olarak kazançlı gözüküyor. Ama ya âhiret?
3-Muhatab almak da karşı tarafa prestij kazandırır.
Beğen
Cevapla
-
Hasan Tahsil
17 yıl önce
Şikayet Et
Bence mi?. Kardeşi dinde bence mi olur, sen ne demek istiyorsun?
Zekeriya beyaz mı olmak istiyorsun, bu yasta boyleysen 15 sene sonra sapıtırsın haberin olsun, yazılarına dikkat et, SADECE NAKIL ET, Islamiyette bence olmaz, NAKIL esastır, onu da Alımlarden yapmak lazım.
Nazım la bitiriyormuş,
Tooobe tooobeee…
Beğen
Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle