Yeraltındakiler...

  • GİRİŞ12.01.2009 13:02
  • GÜNCELLEME12.01.2009 13:02

Nerede bir güç varsa; karşısında mutlaka onun yanlışlarına isyan eden ya da onunla çıkarları çatıştığı için örgütlenen karşı güçler vardır. Güçlerden hangisinin haklı olduğu da bakılan yere göre değiştiği için çok önemli değildir. Önemli olan güçlerden hangisinin namuslu olduğudur... Namusa sahip olmayan güç haklı olduğu konularda bile güvenilemediği için desteksiz kalan ya da sadece çıkarcılara bedelini ödediği kadar destek bulabilen güçtür.

Undergraund filmininin içimi acıtan en dokunaklı sahnesi:  "Cephede savaşanların" basiretsizliğine isyan edip, yer altından yer üstüne çıkarak, "vaziyete el koymaya" karar veren vatansever militan yolda Birleşmiş Milletler askerlerine rastlıyor ve soruyor: "Yugoslavya'ya nereden gidiliyor?".  Aldığı cevap hazin: "Artık Yugoslavya yok!"... Ve  doğal refleks: "Ne demek Yugoslavya yok"!

Film faşizmden kurturulmak için yer altına inen ama yukarıda devrim olmasına rağmen kendilerine haber vermediği için vatan millet aşkına silah üretmeye devam eden ve ürettiği silahlar uyanık bir şair tarafından pazarlanan bir avuç vatanseveri konu alıyordu... O filmi seyrettiğim yıllarda çevremde yaşanan gelişmelere bakıp, "inşallah bilimsel düşünce yoksunluğu yüzünden, benim ülkem için de birgün böyle bir replik kullanılmaz" diye dua ediyorum.

Geçen hafta sonu kitapçıların "Tarih Araştırma" başlığı adını taşıyan raflarında sergilenen kitaplara bakarken o sahneyi hatırlamadan edemedim...

Kitapları yazanların yarısından fazlası malum davanın sanıkları arasındaydı ve bir çoğu tutuklu yargılanıyordu. Yazarı sanıklar arasında olmayan kitapların yarısından fazlası da malum davanın savunuculuğunu yapıyordu.

Eğer o kitapların bir çoğunu dikkatlice okumamış olsam "vatansever aydınlara yönelik operasyon" yapıldığına gözüm kapalı ikna olurdum. (Kitapçıların başlıklarına bakarak o kitapları o raflara koymalarını normal karşılasam da satış kaygısı ile onları bilimsel tarih ve araştırma kitaplarının üstünde sergilemeleri de içimi fena acıtıyor)

Eğer, onlar haklıysa ve ben hâlâ "aydınlara yönelik operasyon" olduğuna ikna olamamışsam emin olun bunun nedeni o kitapların içinde sergilenen bilim cinayeti ve 'araştırma metodudur'. Düşünün; bir konuda 50'yi aşkın kitap var ama 50 kitabın kaynağı topu topu 3-4 kitap. Kaynak gösterilen 3-4 kitap ise söz konusu bilgilerin bir çoğunu kaynaksız olarak vermiş. Kaynak gösterilen konuların bir çoğu ise yabancı dilde benzer şekilde yazılmış bir kaç kitaba dayanıyor.... Yani bu eserlerden bir kaçı gerçekten doğru tezleri savunuyorsa yanlış strateji kurbanı olmuş durumdadır.

Ki kitapların hepsini okuyup, bir süzgeçten geçirdiğimizde aslında "yeraltında" örgütlenmiş bir zihniyete yer üstünde sempatizanlar kazandırmak amacıyla yazıldıklarını anlamamak için aptal olmak gerekiyor.... Aralarında söz konusu amaca hizmet etmeyip, sadece furyadan nasiplenerek, oluşturulan ilgiden kesesini doldurmak için yazan  "zıpır yazarlar" da var....  Tıpkı şu an malum davanın oluşmasını sağlayan sürecin karşısında olanların kaleme aldığı kitapları yazanlar gibi.... Al tezini vur antitezine!  Namus yoksa her şey mübah!

Her davanın samimi inananları ve onları kullanan uyanıkları vardır. Dün malum davanın ortamından kesesini dolduran şarlatanlar olduğu kadar bugün malum dava ortamının aydınlanma ümidi doğmasından istifade eden şarlatanlar var sahnede... 

İşin asıl acı yönü, ikinci safta yer alanların, malum davanın amacına fikirsel zemin oluşturmak için bir kaç sansasyonel bilgiye bilimsel bilgi süsü veren "yazarlar" kadar bile yetenekli olmaması. Hatta en azından onların yazmış olduğu kitapları okuyacak kadar bile "araştırmacı ruhu" taşımamaları....

Bu durum, ülkemde bilimsel düşüncenin gelişme hızı açından endişe verici ama malum dava sürecine imza atanların ortaya çıkardığı bir gerçeği de gözden kaçırmamak gerekiyor:  Malum dava sürecinin soruşturmasına neden olanların, "işgale karşı direniş ruhunu uyandırmak" adıyla kışkırtıp, yönlendirmek istediği millet, herşeye rağmen hâlâ koyunlaştırılmadığını gösterdi. İnadına elindeki gücü "hain ilan edilenler" için kullanarak oyunu bozma yönünde oldukça önemli adımlar atılmasını sağladı.

Şimdi de pür dikkat oyunları bozmak için ellerini güçlendirdiği "hain ilan edilenlerin" hamlelerini seyrediyor.

Dün efsanevi Kurtuluş Savaşı direnişi ile emperyalist hesapları alt üst eden ruh, bugün tüm kışkırtmalara, provokasyonlara ve küresel beyin yıkama ağlarına rağmen kendisine "vatan elden gidiyor" diyenlere nasıl nanik yaptı ise yarın onların üzerinden siyaset yaparak, geleceğe yatırım yapmadan kendisine idare etmek isteyenlere de nanik yapacaktır.

Bundan hiç endişem yok. Çünkü bu millet, kendisine bilimsel düşüncenin öğretmediği, emperayalist planların ve  toplumsal mühendislik hesaplarının iç yüzünü; acı çekerek, kan ve göz yaşı dökerek öğrendi.  Sorun şu; bilimsel düşünce ile beslenmeden bu ruh daha kaç asır yaşayabilecek?  Bu sorunun cevabını zamana bırakalım. Şimdi daha öncelikli çözülmesi gereken bir sorunumuz var:

Hâlâ yer altında "malum dava sürecinin" bittiği kendisine iletilmemiş, yerüstündekilerin çevirdiği dolaplardan habersiz, onlar için fedakarca üretim yapan masum yürekler var. Birileri o masumlara gerçeği söylemeyi başaramazsa eninde sonunda onlar da "yerüstüne" çıkmaya karar vereceklerdir....

Aslında oldukça hazin bir durum. Yine de teselli edici bir yönü de yok değil. En azından o replikte "Türkiye'ye nereden gidilir?" sorusu olmayacak... 

Ama sanmayın ki yeraltındakiler sadece onlardan ibaret. Daha çirkin yüzlü ve bir kez yelaltından çıktıkları takdirde onlar kadar kolay altedilemeyecek güçler de var. Onları orada yaşamaya mahkum edecek tek güç ise yerüstündekilerin namusluluk oranıdır. Tabi ki namusluluk ölçeğimiz Aziz Nesin ustanın öyküsünde olduğu gibi namus gazı oranı da değildir...

Yaşar İliksiz - Haber 7.com

yasar.iliksiz@haber7.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat