Biz hırkadan sonra küpe gelmişiz
- GİRİŞ10.03.2012 12:58
- GÜNCELLEME10.03.2012 12:58
"Hazreti Şahın avazı
Turna derler bir kuştadır
Asası Nil deryasında
Hırkası bir derviştedir..." diye dönüyor canlar...
O hırkayı giymeye cesaret edecek derviş var mıdır bu çağda? Varsa bilsek, bulsak, hırkasında bir toz olsak...
Eğer o hırkayı taşıyan varsa kesinlikle gönüllü taşımıyordur buna eminim. Tabi o hırka, o dervişe, zorla giydirilmemiş ya da miras yoluyla bırakılmamış ise...
Acaba Pir Sultan Abdal, "O cihanda, bu cihanda, Ali'ye saydılar bizi" derken, hırkanın kendisine iradesi dışında giydirildiğini anlatmak mı istiyordu?
Eğer öyle ise köpeğine bile haram yedirtmeyerek hırkanın hakkını verdiğine şüphe yok... Zaten "Hırkayı giyip de amel etmeyen münafıktır..."
Bu fakir şu fani dünyada çok şeye kızdı. Ama Pir Sultan Abdal destanını, mazlumluk edebiyatına meze yapanlar öfkesini en çok kabartanlar arasında yer aldı.
Eza, zulüm, cefa... Kime göre eza, kime göre zulüm, kime göre cefa?
"Sevgilinin onca nazına, cefasına aldırma
Bir göz kırpışı yüzlerce cefayı yok eder..." diyen Hafız'dan nasip alan, Pir Sultan Abdal'ın mağlup değil galip olduğu için asıldığını fark etmez mi?
"Birer yenilgiymiş meğer bütün yengiler
en büyük mağluplar galip görünenlermiş" diyen şairin, cenk meydanlarını, savaşın kazanılmasına ramak kala terk ettiğini bilmeyen kaldı mı? Zafere ramak kala, kılıcını, bahçe makasıyla takas eden cengaveri, bahçıvan kılan Hz. Şah'ın verdiği ilham değil midir?
Halifenin evi kuşatıldığında, Hırka'nın sahibi neredeydi dostlar? Halifenin yanında mı, evi kuşatanların yanında mı? Hırkayı giyeninin durduğu yer, ona gönül verenlerin durması gerektiği yer değil mi?
Her babayiğidin harcı değildir o noktada durmak. O hırkayı sırtında bulanı, dünyada hangi ateşlerin yaktığını bu minvalde düşünmelisiniz ki tahmin edebilesiniz ateşin sıcaklığını ...
Ateşliğin sıcaklığı bize söyler ki bunlar haddimiz olmayan konular. Biz, harcımız olmayan konuları bir yana atıp, harcımız olan konulara dönelim ve Ömer Hayyam'a kulak verelim:
Biz hırkadan sonra küpe gelmişiz;
Kıpkızıl şarapla abdest almışız,
Medresede kaybettiğimiz ömrü,
Meyhanede aramaktır işimiz...
İçimizi yakan ateşi söndürmek için küplere dalalım. Cebimizde paramız yoksa da sırtımızda Pir-i Mugan'a rehin bırakacak hırkamız var şükür...
Hırkasını sürekli şarap için meyhaneciye rehin bırakmak zorunda Hafız, an geliyor, "Şeyh-i San‘an bile hırkasını meyhaneciye rehin vermişti" diye savunmak zorunda kalıyor kendisini gerçi ama onun tüm zamanlar geçerli bir savunması var ki anlayana yetiyor da artıyor: Hafız, bu şaraba bulaşmış hırkayı kendiliğinden mi giydi?
Günün son yudumu da Hafız'dan ikram:
Dönmese de felek bizim arzumuzca iki gün
Bir kararda kalmaz devran her dem, üzülme...
Dip not: Bizim Kafirimiz bile "Musa, Kur'an'da nasıl dua ettiyse(*), ben de öyle dua etmek istiyorum" der de içer en acı şarabı ey Zahid! Hele bir düşün; İlk satırda kabaran öfkeni, dillendirmek için son satıra kadar okumandaki hikmet ne?
(*): "Yarabbi, kalbimi aç ve bana işimi kolaylaştır. Sözümü anlasınlar diye de dilimden düğümü çöz"
Yaşar İliksiz - Haber7
yasar.iliksiz@haber.com
Yorumlar4