Ayasofya vesilesiyle Türkiye’nin dünyaya söylediği söz

.

  • GİRİŞ20.07.2020 11:20
  • GÜNCELLEME20.07.2020 11:40

Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması beklendiği gibi sadece Türkiye’de değil bütün dünyada bir anda bir çok tartışmayı hareketlendirmiş oldu. Elbette bu adımın bazı kesimlerde bazı duyguları harekete geçirip veryansın edecekleri beklenen bir şeydi.

 

 

Ayasofya sanki dün kiliseyken bugün camiye dönüştürülmüş gibi ortalığı velveleye vermeye çalışanların, bunu Müslümanların bağnazlığının, Hıristiyanlara zulmünün bir ifadesi olarak görmeleri veya göstermeye çalışmaları şaşılacak bir şey değil. Ortadoğu’daki bütün savaşlarda bugün batılıların silahlarıyla, müdahaleleri ve komplolarıyla katledilenlerin tamamı Müslümanken, “terörist” yaftasına, “hoşgörüden yoksun bağnazlar” yaftasına maruz bırakılanların yine Müslümanlar olmasına alıştık nasılsa. Bütün ikiyüzlülüğüyle bizi, dünyayı bu çelişkiye alıştıran Batılı propagandanın ilk anda Ayasofya ile ilgili gerçekliği başka türlü algılaması veya karşılaması da beklenmezdi.

Ancak bu adımı atmakla kilidi açılan bir Pandora kutusu da var. Tam da bu kararın verildiği akşam saat 20:53’te yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifade ettiği gibi, bu adımın atılması, yani “Ayasofya’nın dirilişi, Türk Milleti, Müslümanlar ve tüm insanlık olarak dünyaya söyleyecek yeni sözlerimiz olduğunun ifadesidir.”

 

 

O konuşmanın tamamı gerçek bir Müslüman insan hakları, özgürlükler ve diriliş manifestosu gibiydi. Ancak “Ayasofya neyin ifadesidir?” sorusuna verilecek cevaplar arasında hepsi birbirinden anlamlı cevaplar arasında en can alıcı olanı buydu bana göre.

Ayasofya adımının sadece atılmasının bile dünyada yol açtığı tartışmalar, bu vesileyle ortaya çıkmaya başlayan ve dünyanın gözlerine, dikkatlerine sunulan tarihsel veriler ve gerçekler, bu sözün ne anlama geldiğini çok iyi şerh ediyor.

Ayasofya kararı üzerinden bütün dünya kendi ideolojik gafleti içinde yüzerken bir anda tarihte Müslüman dünyanın kiliselere, havralara, Budist ve Hindu tapınaklarına, bu arada o mabetlerde ibadet eden, o mabetlerin ait olduğu dinlere inanan insanlara nasıl davranmış olduğunu öğrenmeye başladı. Bunu bilip öğrendikçe batılı dünyanın buna mukabil başka dinden olan insanlara tarih boyunca nasıl davranmış olduğunu görme fırsatı buldu, buluyor veya bulacak. Ayasofya üzerine tartışmalar yoğunlaştıkça bu karşılaştırmalı medeniyet ve inanç tarihi çok daha fazla gündeme gelmekte, bütün verileriyle, çarpıcı örnekleriyle, tarihiyle, davranış kalıplarıyla, ve bütün bu örnek ve verilerin köklendiği inancın mahiyeti sorgulanmaya başlanacak.

Mesela Müslümanların Ayasofya’yı camiye çevirmeleri tamam da, hangi halden kiliseye çevirmişler? Savaşla kazanılmış ve fethedilmiş İstanbul’da Ayasofya’nın dışında kalan kiliselere ne yapılmış? O kiliselere devam etmek isteyen, ibadetlerini yapmak isteyen Hıristiyan halklara ne yapılmış? Ayasofya tam da bu Müslüman fetih pratiğine dikkat çekmiş olacaktır ve bugüne dair insanlığa en çarpıcı evrensel mesajları verecektir.

Ayasofya tarihte kalmış, kalması gereken bir hesabın bugün görülmesi meselesi değildir. İçinde bugüne ve bütün insanlığa yararı olacak, olumlu anlamda ışık tutacak değerlerin ihya edilmesi meselesidir.

Dünya barışına, çoğulculuğa, çok kültürlülüğe, ırk, din, dil, renk ayrımı yapılmaksızın insan çeşitliliğine saygı duyarak, bunu bir hukuka bağlayabilmenin imkânını göstermektedir.

Esasen Ayasofya, İstanbul fethedildiği dönemde bile faal halde bir kiliseden camiye çevrilmiş değil. Zaten Fatih’in harap halde, cemaatinden yoksun bulmuşken, tamir edip, adeta yeniden inşa ederek cami kıldığı bir eserdir. Daha önce Katolik baskınlarıyla tahrip edilmiş olan Ayasofya bakımsızlıktan neredeyse yıkılmak üzereydi. Fatih’in Ayasofya’yı yeniden ihya ederek cami kıldığını herkesin bilmesi lazım.

Buna rağmen elbette faal cemaati olan bir kilisenin camiye dönüştürülmesinin İslami bir uygulama olmadığını bu vesileyle bile herkes neredeyse ezberlemiş oluyor.

İşte tam da bu, bugün Türkiye’nin ve bütün Müslümanların dünyaya söyleyebileceği net bir sözüdür.

Türkiye’ye bundan dolayı mağduriyet rollerine yatan Yunanistan’da çok değil sadece yüz yıl öncesine kadar yüzlerce cami vardı. Ayasofya adımı sayesinde herkes sormak durumunda kalıyor: O camilerin yerlerinde ne var şimdi? Söyleyelim, tamamı ya yakıldı, yıkıldı veya kiliseye çevrildi, zorla, cemaatleri soykırıma tabi tutularak veya sürülerek. Böyle bir uygulama, çok şükür hiçbir İslam toplumunun tarihinde bulunamaz. Bugün Atina’da bir tane bile cami olmamasının taşıdığı anlamı Ayasofya kararı ifşa ediyor.

Yanlış anlaşılmasın, bu ifşa dolayısıyla bir rövanşist hazza prim verdiğimiz zannedilmesin. Aksine bu vesileyle Müslümanlar ve Türkiye olarak bizim dünyaya söyleyecek sözümüzün altını çizen bir ifşadan bahsediyoruz.

Ayasofya kararı vesilesiyle Müslümanların Kudüs’ün önce Hz. Ömer, sonra Selahaddin Eyyubi tarafından fethedilmesi esnasında ortaya konulan engin Müslüman hoşgörüsü ve adaleti gündeme geliyor.

Aynı Kudüs’te Müslümanların öncesinde ve Haçlı işgalleri döneminde yaşananlar ister istemez karşılaştırılarak bilinecek. İnsanlar bugünün acımasız, merhametsiz, ırkçılıktan gözü dönmüş ama aynı ölçüde de merhameti arayan dünyasında bu örnekleri gözleri parlayarak, yürekleri titreyerek okuyacaklardır.

Ayasofya kararı vesilesiyle Türkiye’nin ve Müslümanların dünyaya söyleyeceği çok şey var. Bugünün acımasız, adaletsiz dünyasına Müslümanların taşıyacağı bir merhamet ve adalet var. Ama söylenecek şeylerin bir kısmı tam da sözümona Müslüman dünyaya söylenecektir.

Ayasofya kararı bugün kendi kendini yiyen Müslüman dünyaya ne söyler, onu da bir sonraki yazıda söyleyelim.

Yasin Aktay / Yeni Şafak Gazetesi

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat