Taksim’de cami AKM’ye bakar

  • GİRİŞ12.06.2021 11:13
  • GÜNCELLEME12.06.2021 11:13

Bundan tam 8 sene önce bugünlerde Taksim Türkiye’de asırlık hesapların görüldüğü bir tür meydan muharebesine sahne kılınmıştı. Sadece Taksim ile sınırlı olmayan, hatta sadece Türkiye ile de sınırlı kalmayan güçlerin dahil olduğu bir muharebe alanı. Olaya başta veya sonradan dahil olan aktörlerin toplamına bakıldığında meydanda kapışanların önemli bir kısmının bir tür vekalet mücadelesi veriyor oldukları anlaşılıyordu.

Gezi Parkındaki ağaçlar diye başlayan mücadelenin kısa sürede Boğaz’a 3. Köprü, İstanbul Havaalanı, Taksim’in içinde Caminin de bulunduğu yeniden düzenlemesi ve Kanal İstanbul’un yapımına bir itiraz mücadelesinin kime vekaleten yürütüldüğü çok aşikâr olmuştu ama meydandakilerin büyük çoğunluğunun kime vekalet ettiklerinden haberdar olmadıkları da açık gibiydi. Yoksa Türk Solu veya anti-kapitalist Müslümanların bilerek ve isteyerek, yeni yeni palazlanan Müslüman kapitalistlere karşı, dünyanın en gözü dönmüş, kan emici, sömürgeci finans kapitalistleriyle aynı saflarda neyin mücadelesini verdiklerini bildiklerini insan düşünmek bile istemiyor.

Sola dair, komünizme dair, İslam’a veya kapitalizme dair bildiğimiz her şeyi yeniden yazmamızı gerektiren sahnelerdi onlar. Batılın hakkın suretine bürünme kapasitesi konusunda ürkütücü bir manzara. Siyasi konumların ne kadar uyanıklık gerektiren hassas dengeleri olduğuna dair görmek isteyenlere muhteşem ibretler de sunan bir tecrübe.

Gezi hadiselerinin 8. Yılında Taksim’de, meydanın genel görünümüne çok şık oturan, zarif mimarisiyle bir caminin açılmış olması neresinden bakarsanız çok anlamlı bir jest olmuştur. Ancak işin jest tarafını bir meydan okuma veya bir rövanş havasına sokmanın hiçbir anlamı ve gereği de yeri de yoktur.

Doğrudur, 1996 yılında başbakan olan Necmettin Erbakan ile 1994 yılında İstanbul’a belediye başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın görev süresi esnasında halka yapmayı vaat ettikleri ama tam da bu vaadin kendilerine karşı laikçi kesimin başlattığı darbe sürecinde en büyük bahanelerden birini oluşturduğu bir projeydi bu. “Taksim’e cami” bir düşünce aşamasında bile adeta laikliğin mabedine saldırmak gibi algılandı.

Oysa İstanbul bir Müslüman şehri olsa da bütün Müslüman şehirlerine özgü çokkültürlülüğün bütün eserleri burada da görülebilirdi. İslam’ın Kiliseyi de Havrayı da içinde Allah’ın isminin anıldığı mabetler olarak niteleyen yaklaşımı dolayısıyla, zaten başka dinlerin mabetlerinden bir rahatsızlığı olmaz. Caminin olduğu hiçbir yerde de başka dinlerin mabetlerinin dışlanması hiçbir zaman bir kural olarak görülmemiştir. Bu konuda Müslümanların tarihsel tecrübesi namütenahi örnekleriyle yeterli bir referanstır.

Oysa tersi maalesef doğrudur ve bu tecrübe bugün de sürekli yeniden üretilen bir anlayışla görülmektedir. Nişantaşı’nda “sizin gibilerin burada işi yok” diyerek bir başörtülü kadına saldıran şahsın zihniyetindeki darlık ve magandalık sadece kendi şahsıyla ilgili değildir. Bu, günümüz İslamofobi endüstrisinin sürekli telkin etmeye çalıştığının aksine, Müslümanların şiddet ve bağnazlığın faili olmaktan ziyade sürekli kurbanı olduklarını gösteriyor. Aksine Müslümanlar başkalarına tahammül sınırları konusunda herkesin hukukunu koruyacak bir ahlak ve hukuk çerçevesine daha fazla sahip olduklarını her vesileyle gösteriyorlar.

Yıllardır Taksim’e cami yapılmasına karşı çıkan insanlar Müslümanlarla bir arada yaşayamayacaklarını açıkça söylemiş oluyorlar. Dışlayıcı olan onlar, tahammülü olmayan onlar. Bunu açıkça söylemekten de hiç yüksünmüyorlar ama yine de daha özgürlükçü, daha açık olma iddiasından da pişkince geri durmuyorlar. Oysa aynı Müslümanlar hiçbir zaman onlarla bir arada yaşayamayacaklarını söylememiş oldukları gibi öyle bir pratikleri de olmamıştır.

Nitekim, Gezi hadisesi esnasında açıkça itiraz edilen konulardan biriydi Taksim’e cami yapılması. O gencecik insanlar caminin nesine itiraz ediyorlardı? Cami dediğiniz toplayıcı, toparlayıcı, birleştirici bir ilkedir her şeyden önce. Bir mekândan ibaret değil.

2013 yılının Mayıs-Haziran aylarında Erdoğan’ın Taksim meydan düzenlemesi bu cami inşaatını da kapsıyordu, ancak malum bu düzenleme dolayısıyla Gezi Hadiseleri olarak bilinen olaylar patladı. Bir aya yakın süren hadiselerde protestocular hem Cami inşaatına, hem meydandaki Atatürk Kültür Merkezinin yıkılıp yeniden inşasına hem de Gezi Parkı denilen alana eski bir mimari yapının aslına uygun olarak yeniden inşasına karşı çıktılar. Bu olayların AK Parti iktidarının onuncu yılında yükselişini sekteye uğratan çok travmatik etkisi olduğu kesin.

Erdoğan Taksim’de bu camiyi açarak kuşkusuz Pera’da Osmanlı zamanında bile yapılamamış olan bir şeyi yapmış oldu. Ama bunu yaparken de sembolik olarak laik kesimlerin tam da buna karşı olarak düşündükleri Atatürk Kültür Merkezinin en modern ve en gelişmiş mimarisiyle açılışını da vaat etmekten geri durmadı. Onun açılışı da çok yakın görünüyor. Aslında sembolik olarak tam da böylece, Taksim’e camiyi yakıştırmayan, onu görmeye tahammül etmeyen laik kesimlere kendilerinden çok daha toleranslı, kültürel ufku itibariyle de çok daha geniş ve özgürlükçü olduğunu da göstermiş oluyor.

Taksim’e cami açmış olmak, Pera’dan Müslüman olmayanları veya farklı yaşam tarzı tercihlerine sahip olanları kovmak ve dışlamak anlamına gelmiyor. Aksine o caminin Allah’ın rahmetini sembolize eden anlamının onları da kucakladığını, onlara da söyleyecek bir şeyleri olduğunu göstermiş oluyor.

Yenişafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat