Ekonomi-siyaset ve dönüm noktaları...

  • GİRİŞ07.06.2009 09:09
  • GÜNCELLEME07.06.2009 09:09

1980 öncesinden başlayalım; Türk ekonomisi nasıldı? Ekonomimiz kapalı, ithalat yerine yerli üretimi ikame etmeyi ilke edinen, döviz açığı olan aslında günlük hayat açısından dövize fazla ihtiyacı da olmayan, içerideki karışık siyasi denklemden dolayı gerçeklerini algılayamayan bir yapıya sahipti... Sorunluydu ama sorunun çözümü “ansızın, dışa açık hale gelmek, korumasız, vahşi kapitalizmin kucağına atlamak” değildi.

4. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın ana hedefleri nelerdi? Ana hedef, “sanayileşmeyi hızlandırmak ve sanayinin alt kollarını yerli imkânlarla geliştirmekti.”

CHP’li üyeler ve bağımsız bakanlar arasında tartışma konusu olan motor ve aktarma organları ile ilgili bölüm planda şu şekilde yer aldı:

“Motor ve aktarma organları konusunda üretimin yurtiçinde karşılanması, çeşitlerin sınırlı kalması ve kamu öncülüğünde gerçekleştirilmesi ilkedir.” Bu satırlarda Türkiye’de “12 Eylül öncesi rant ekonomisine geçilmeden” yapılmaya çalışan hamlelerin son damlasını görebiliriz.

Dördüncü planın ihtiyaç duyduğu kaynaklar, mütevazi sınırlar içinde, o günün şartlarında karşılanabilir miydi?

En kritik soru bu. Eğer Türkiye üzerine oynanan oyunun doğası değişmeseydi kaynaklar karşılanabilirdi.

Peki neden karşılanmadı?

Verilecek en güzel cevap: Neden askeri darbe oldu? Neden ortam aşırı bozuk uçlara kaydı? Neden ABD ve bağlı kuruluşları askeri darbenin oluşmasını sağlayabilecek ortamın gelişmesini engelleyici adımları atmadılar? Hatta belki de teşvik ettiler.

Dünya Bankası’nın ortaya attığı planın özü neydi?

Sanayileşme yerine, sanayileşmesini tamamlayamamış bir ülkenin serbest bir şekilde dış ticarete açılması, yani pazar olması önerildi. Bu planla başlayan 12 Eylül’le perçinlenen, Özal tarafından tamamlanan dönemde her konuda teknik ve temel yapısı tamamlanmamış Türkiye, vahşi kapitalizmin kollarına bırakıldı, en azından ilk adımlar atıldı.

En güzel örnek “1994-2004 arasında sermaye piyasası spekülasyonu tabanı üzerinde” yükselen iki kriz ve sonrası siyasi şekillendirmeler...

Peki siyasette “neler” oldu!

1993 yılında üç önemli isim aramızdan ayrıldı. Uğur Mumcu öldürülürken, Adnan Kahveci ve Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis soru işaretleri bırakan kazalara kurban gittiler. Yine aynı dönemde Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Çankaya Köşkü bahçesinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Bu dönem sonunda Süleyman Demirel, Köşk’e çıkarken, Tansu Çiller’e başbakanlık yolu açıldı.

Çiller, SHP-DYP koalisyonunun başbakanı oldu... Tansu Çiller Başbakanlığı’ndaki koalisyonda en büyük kriz DYP tarafından getirilen Terörle Mücadele Yasası ile ilgili düzenleme teklifiyle çıktı. DYP, ‘laiklik’ karşıtlığı kapsamında yapılan ‘gösterilerin’ terör suçu kapsamından çıkarılmasını önerdi. Bu noktada duralım; bugün AKP tarafından aynı nitelikte yapılan tekliflerde ‘iş kopar, piyasalara çok kötü haber’ şeklinde yapılan yorumları düşünmek gerekli...

1994 krizinde Sabancı ve Koç, Cumhurbaşkanı Demirel’e ‘anayasa’yı ‘destek alarak’ olağanüstü hal ilan etmesini teklif ettiler. Mesut Yılmaz, 1995 yılında imzalanan Gümrük Birliği anlaşmasını yaptığı bir konuşmada ‘İkinci bir Tanzimat Fermanı’ olarak niteledi ve merkez sağ bir partinin lideri ilk defa AB-Türkiye ilişkilerinde ‘en sert tutumu’ takınmış oldu...

1995 erken genel seçimlerinde Refah Partisi en fazla oyu alarak Meclis’e girdi. Hükümet kurma çalışmaları devam ederken TÜSİAD gazetelere ‘ANAYOL’ yani Doğru Yol ile ANAP arasında bir koalisyon kurulmasını talep eden ilanlar verdi. Mesut Yılmaz başbakanlığındaki 55. Hükümet, yani ‘ANAP-DSP-DTP’ koalisyonu gensoruyla düşürüldü...

Kasım 1998 tarihinde, büyük dostumuz, en güçlü AB destekçimiz görünen İtalya, Türk mahkemelerinin tutuklama kararına rağmen terörist başı Öcalan’ı serbest bıraktı. 1999 yılı içinde Hazine’den Sorumlu Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay intihar etti, kurtarıldı. Bakana baskı yapıldığına dair söylentiler çıktı... 2000 yılında koalisyon ortakları Cumhurbaşkanı Demirel’in görev süresini uzatmak için 5+5 formülünü ortaya attılar ama TBMM’den geçiremediler...

Nisan 2001’de TOBB açıkça hükümeti istifaya çağırdı... Anavatan Partisi’nden Yüksel Yalova ve MHP’den Enis Öksüz, Derviş ile anlaşamayarak bakanlıktan istifa etmek zorunda kaldılar. Bu arada unutmamamız gereken Yalova’nın özelleştirmeden, Öksüz’ün de Derviş’in ‘Acil satacağız’ dediği Telekom’dan sorumlu bakan olmalarıydı. Sonrasını zaten biliyorsunuz; Kemal Derviş ve arkasından AKP Hükümetleri... Sonrası zaten “malum”!

Sonuç: “BUGÜNLERİ” sadece “bugünün gerçeklerini” analiz ederek asla ama asla anlayamayız...

Yiğit BULUT / Vatan
ybulut@gazetevatan.com

Yorumlar2

  • berk 16 yıl önce Şikayet Et
    Gümrük birliği. gümrük birliği anlaşması yapıldığında zafer çığlıkları atan sözde vatansever vatan hainleri ülkemize nasıl bir kötülük yaptıklarını biliyorlardı hemde bal gibi biliyorlardı,biz tekstil üretimi yapalım ama ipliği yapacak makineyi onlar yapsın dışa bağımlı olalım..şimdi bizi avrupa kapılarında kıvrandırıyorlar,mevcut hükümetimiz IMF ile anlaşmaya yanaşmıyor,ama birileri anlaşması için ellerinden geleni yapıyorlar neden ??? yiğit buluta soruyorum neden IMF ile anlaşması için hükümete baskı yapıyorlar
    Cevapla
  • recep bayram 16 yıl önce Şikayet Et
    yakıda ajanlık yaptım der. o fırçladağınız şahıs anlar güvendiklere yerlere karlar yağma başladığını tam çıkarcılık zihnetinin kendisene zarar verdiğini kaverdığında dönüp eski mahlesinde yardım istediğinde yahu ben onların içine neler döndüğü anlamak için ajanlık görevi edindim beni anlayın ne olur yalvardığı günler geldiğinde sevgiye günül vermiş insanlar onu gene üçurmdan aşağı düşmekten kurtarır çünkü beduayı yapmayan insanlara ne kadar zülümedersen et yinde rahmetle bakarlar çünkü onların hamuru sevgidir sen anlamasanda
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat