Nükleer kıyametin kıyısında: ABLE ARCHER 83 ve bugüne düşen gölge
- GİRİŞ04.08.2025 09:06
- GÜNCELLEME05.08.2025 08:55
Donald Trump’ın, Putin’e yönelik verdiği ültimatom süresini 50 günden 10 güne indirmesi, ardından nükleer denizaltılarını Rusya’ya yakın bölgelere konuşlandıracağını açıklaması dünya gündeminde adeta soğuk savaş rüzgârları estirdi. Sosyal medyada ve televizyon ekranlarında “Nükleer savaş kapıda mı?” sorusu hızla dolaşıma girdi. Türkiye medyasında da tartışmalar alevlendi. Ancak ilginç olan şu ki, bu gelişme Rus medyasında soğukkanlılıkla karşılandı; Kremlin’den resmi bir tepki dahi gelmedi.
Buna karşılık, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Belarus lideri Lukaşenko ile Ladoga Gölü’ndeki Valaam Adası’nda yaptığı görüşmede farklı bir mesaj verdi. Putin, hipersonik “Oreşnik” balistik füze sisteminin seri üretiminin tamamlandığını ve yıl sonuna kadar Belarus’taki üslere konuşlandırılacağını açıkladı. Bu açıklama, Trump’ın nükleer denizaltı çıkışına Moskova’nın dolaylı ama net bir cevabı olarak yorumlanabilir. Zira “Oreşnik”, nükleer silah kapasitesiyle Rusya’nın en güçlü caydırıcı sistemlerinden biri.
Teknik veriler çarpıcı: Maksimum menzili 5.500 km, 10 Mach’lık (yaklaşık 12.380 km/s) uçuş hızı ve 1,5 tonluk savaş başlığıyla Avrupa’daki stratejik hedeflere 11-17 dakika içinde ulaşabiliyor. Nükleer versiyonu, 900 kilotonluk patlayıcı kapasitesiyle Hiroşima’nın 45 katı gücünde.
Bu tablo, ister istemez akıllara tarihte nükleer savaş tehlikesinin en yüksek olduğu iki kritik anı getiriyor: 1962 Küba Füze Krizi ve 1983 ABLE ARCHER Tatbikatı.
KASIM 1983 ABLE ARCHER: YANLIŞ ANLAMA, ÖLÜMCÜL TETİK
2-11 Kasım 1983’te NATO, “Able Archer” kod adlı tatbikatını başlattı. Senaryo: Varşova Paktı kuvvetleri, Finlandiya, Norveç ve Yunanistan’a saldırıyor; NATO önce konvansiyonel, sonra kimyasal, en sonunda ise nükleer silah opsiyonunu devreye sokuyordu.
Rutin gibi görünen bu tatbikat, o yıl olağanüstü gergin bir atmosferde yapılıyordu. ABD Başkanı Ronald Reagan, Sovyetler’i “şeytan imparatorluk” olarak nitelemiş, Avrupa’ya Pershing II füzeleri yerleştirilmiş, “Yıldız Savaşları” stratejik savunma girişimi duyurulmuştu. Moskova’da ise şu düşünce hâkimdi: “Batı, nükleer ilk saldırıya hazırlanıyor.”
RYAN OPERASYONU: KURUMSALLAŞMIŞ PARANOİA
1981’de Sovyet liderliği, RYAN Operasyonu adlı devasa bir istihbarat programı başlattı. Tüm dünya genelindeki KGB rezidenturaları, Batı’nın olası nükleer saldırı hazırlığını en ufak işaretten yakalamakla görevlendirildi.
Bu atmosferde başlayan Able Archer, Moskova’ya fazlasıyla gerçek göründü. Çünkü:
NATO’nun şifreli iletişim trafiği olağanüstü yoğunlaşmıştı.
Batılı liderler tatbikatın başında doğrudan yer alıyordu.
Üslerdeki subay rotasyonları hızlanmıştı.
Sovyet Genelkurmayı bu tabloyu “tatbikat kılıfı altında gerçek saldırı hazırlığı” olarak yorumladı.
OLEG GORDİEVSKY: DÜNYAYI KURTARAN CASUS
Tam bu kritik noktada devreye, KGB’nin Londra şef yardımcısı Oleg Gordievsky girdi. Gizli(Double Agent) olarak İngiliz MI6(İngiliz Dış İstihbarat Servisi)’ya çalışan Gordievsky, Sovyetlerin gerçekten alarma geçtiğini, nükleer kuvvetlerin hazırlandığını rapor etti.
Doğu Almanya ve Polonya’daki bombardıman uçaklarına nükleer başlıklar yüklenmiş, SS-20 füzeleri ateşleme konumuna getirilmiş, Sovyet denizaltıları Kuzey Kutbu buz örtüsünün altına mevzilenmişti.
Gordievsky’nin raporları İngilizler aracılığıyla Washington’a ulaştı. NATO, tatbikatın bazı bölümlerini sessizce yumuşattı. Bu sayede zincirleme bir yanlış anlamanın felakete dönüşmesi önlendi.
TARİHİN EN SESSİZ KRİZİ
Tarihçiler hâlâ tartışıyor: Gerçekten nükleer savaşın eşiğinde miydik? MI5(İngiliz İç İstihbarat Servisi)’e göre, ABLE ARCHER “Küba Füze Krizi’nden sonraki en tehlikeli andı.
Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Geoffrey Howe, “Rusların, Batı’nın gerçek bir nükleer saldırı hazırlığında olduğuna dair şüphe bırakmadılar” derken; Reagan, olaydan sonra “Buna nasıl inanabildiler, hâlâ anlamıyorum… Ama bu, üzerinde durulması gereken bir konu” diyecekti.
Geriye bakıldığında asıl korkutucu olan şey şuydu: Dünya, nükleer kıyametin eşiğine geldiğini o anda fark etmemişti bile.
BUGÜNE YANSIYAN DERS
Bugünle kıyasladığımızda, benzer bir tehlikenin varlığından söz etmek için henüz erken. Trump’ın açıklamalarına Moskova’nın resmi olarak kayıtsız kalması, tansiyonun yönetilebilir seviyede tutulduğunu gösteriyor. Ayrıca Rus Güvenlik uzmanlarının da altını çizdiği gibi, Trump her ne kadar öngörülemez bir lider imajı çizse de ABD’nin dış politikası, kurumsal devlet aklı tarafından şekillendiriliyor. Bu nedenle Kremlin, Trump ile Biden arasında stratejik fark görmüyor.
Trump’ın çıkışlarının asıl hedefi ise belki de başka: Silahlanma yarışını hızlandırmak ve ABD’nin savunma sanayi satışlarını artırmak. Bu açıdan bakıldığında, nükleer savaş söylemleri bir tehditten çok, jeopolitik bir pazarlık ve ekonomik çıkar oyununun parçası gibi duruyor.
TÜRKİYE’NİN DENGE SINAVI
Türkiye, 1983’te NATO üyesi olarak bu gerilimin tam ortasındaydı. Küba Füze Krizi’nde olduğu gibi, ABD’nin nükleer silahlarını topraklarında bulunduran ülkelerden biriydi. Bugün ise hem NATO üyesi hem de Rusya ile derin ekonomik ve stratejik ilişkilere sahip.
Bu çift yönlü pozisyon, Türkiye’ye hem risk hem de fırsat getiriyor. Risk şu: Washington ile Moskova arasındaki her restleşmede, Türkiye’nin güvenlik mimarisi doğal olarak etkileniyor. Fırsat ise şu: Tıpkı 2022’deki İstanbul müzakerelerinde olduğu gibi, arabuluculuk diplomasisi yürütebilme kapasitesi.
Eğer bu rol bilinçli bir stratejiye bağlanırsa, Türkiye, nükleer gerilimlerde tansiyonu düşüren aktör olarak öne çıkabilir. Aksi takdirde, iki blok arasında sıkışma riski artar.
Son Söz
ABLE ARCHER 83, tarihin bize fısıldadığı bir uyarıdır: Bazen savaş, taraflardan biri gerçekten saldırmak istediği için değil, yanlış anladığı için çıkar. Bugün Trump’ın denizaltı resti ile Putin’in hipersonik füze hamlesi, doğrudan bir nükleer savaş tehlikesi yaratmıyor olabilir. Ama bu tür adımlar, dünya siyasetinin “yanlış anlama eşiğini” tehlikeli biçimde düşürüyor.
Türkiye ise bu tabloda, kendi güvenliği ile bölgesel istikrar arasındaki dengeyi ustalıkla korumak zorunda. Çünkü tarih bize, nükleer kıyametin gölgesi düştüğünde kazananın olmadığını, ama akıllı diplomasinin her zaman kazandırdığını hatırlatıyor.
SİYASET BİLİMCİ
YILDIRAN ACAR
Yorumlar6