Alaska’dan Washington’a: Küresel Güçlerin Yükselen Gerilim Hattı
- GİRİŞ19.08.2025 09:23
- GÜNCELLEME20.08.2025 09:52
Zirve Öncesi Mesajlar ve Beklentiler
Alaska Zirvesi’nin duyurulmasıyla birlikte uluslararası gündem adeta kilitlendi. Sadece katılımcı listesi değil, görüşmelerin kapsamı da merak konusuydu. Zirvenin yalnızca ikili formatta düzenleneceğinin açıklanması, Ukrayna ve Avrupa Birliği liderlerinin dışarıda bırakılması anlamına geliyordu. Bu gelişme, sürecin başından itibaren ciddi tepkilere yol açtı. Rusya Savunma Bakanlığı, zirveyi sabote etmeye dönük girişimleri kamuoyuna yansıtarak, toplantının daha başlamadan jeopolitik bir bilek güreşine dönüştüğünü gösterdi.
Sembollerin Gücü: Diplomasi Sahnesinde Mesajlar
Diplomaside semboller çoğu zaman sözlerden daha güçlüdür. Trump’ın Putin’i kırmızı halıyla karşılaması, B-2 bombardıman uçaklarının gökyüzünde yaptığı gösteri, Washington’un küresel güç projeksiyonunu açıkça ortaya koyuyordu. Trump’ın Putin’i makam aracına davet etmesi ise kişisel diplomasiye verilen önemin sembolüydü.
Moskova tarafı da sahneyi ustalıkla kullandı. Sergey Lavrov’un “CCCP” yazılı sweatshirt’le basına yansıması, sadece Sovyet mirasının hatırlatılması değil, aynı zamanda güçlü bir tarihsel mesajdı: “Rusya, Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir süper güç olarak sahnede.” Bu sembol, Moskova’nın küresel dengelerde yeniden merkezi bir aktör olma iddiasını ilan ediyordu. Putin’in Alaska–Sibirya Hava Köprüsü anıtına çelenk bırakması ise II. Dünya Savaşı dönemindeki işbirliğini hatırlatıyor, “Rusya masadan kaçmıyor, işbirliği için hazır” mesajı veriyordu.
Zirvenin Ardından: Temkinli İyimserlik
Üç saatlik görüşmelerin sonunda Putin, kalıcı barışın ancak krizin kök nedenlerinin çözülmesiyle mümkün olacağını vurguladı. Trump ise görüşmeleri “verimli” olarak nitelendirdi, fakat somut bir anlaşmanın henüz ufukta olmadığını kabul etti. Ortak bildiride, küresel güvenlik ve Arktik bölgesinde ekonomik işbirliği konuları öne çıktı. Putin’in Trump’ı Moskova’ya davet etmesi, sürecin bir başlangıç olduğuna işaret ediyordu.
Medyanın Çerçevesi: İki Farklı Okuma
Rus medyası zirveyi Moskova açısından bir diplomatik zafer olarak değerlendirdi. “Rusya boyun eğmedi” ve “Barış için yeni fırsat” manşetleri, uluslararası izolasyon söyleminin sona erdiğini vurguladı. Batı medyası ise farklı bir tonla, Putin’in izolasyondan kurtulduğunu, ancak Trump’ın somut kazanım elde edemediğini yazdı. Özellikle ateşkesin sağlanamaması, Batı medyasında büyük bir hayal kırıklığı olarak sunuldu.
Avrupa ve Kiev’in Rahatsızlığı
Zirvenin en büyük yankısı Avrupa’da hissedildi. Washington ile Moskova’nın doğrudan temas kurması, barış olasılığını gündeme taşıdı. Ancak Brüksel’de bu ihtimal, bir dışlanmışlık hissi yarattı. AB’nin masada olmaması, “stratejik özerklik” söyleminin yalnızca kâğıt üzerinde kaldığını gösterdi. NATO’ya bağımlı yapısı, AB’yi ekonomik bir dev ama siyasi bir cüce konumuna sürükledi.
18 Ağustos 2025 Washington Görüşmesi: Kolektif Batı’nın Anatomisi
Alaska Zirvesi’nin hemen ardından, 18 Ağustos’ta Washington’da Trump, AB liderleri, AB temsilcisi, NATO temsilcisi ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski bir araya geldi. Bu toplantının formatı bile başlı başına bir mesajdı: Alaska’da iki süper güç baş başa masaya otururken, Washington’da Avrupa ve Ukrayna ABD’nin çağrısıyla bir araya geldi. Bu durum, Moskova’nın yıllardır dile getirdiği “Ukrayna, Kolektif Batı’nın vekil gücüdür” tezini doğrular nitelikteydi. Aynı zamanda AB’nin, küresel siyasette kendi başına irade ortaya koyamayan edilgen bir aktör olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
"Kolektif Batı" Tezinin Somutlaşması
Zirve ve Washington toplantısı birlikte ele alındığında, Moskova’nın “Rusya yalnızca Ukrayna ile değil, Kolektif Batı ile savaşıyor” söyleminin sahada ve masada görünür hale geldiği söylenebilir. Ukrayna’nın Alaska’da dışlanması ve Washington’da ABD’nin gölgesinde bulunması, gerçek karar vericilerin kimler olduğunu açık biçimde ortaya koydu.
AB’de Liderlik Krizi, Toplumsal Politikalar ve Güvenlik Açmazı
Avrupa’nın temel açmazı yalnızca siyasi liderlik eksikliği değil. Almanya ve Fransa gibi ülkeler ekonomik açıdan güçlü olmalarına karşın, siyasi vizyon üretme kapasitesinden yoksun görünüyor. Bu zafiyet, Avrupa’nın ortak güvenlik stratejisi geliştirmesini engelliyor. Dahası, son yıllarda hızla yaygınlaşan cinsiyetsizleştirme projeleri ve politikaları, askeri motivasyon üzerinde olumsuz etki yaratıyor. Askeri disiplin, fedakârlık ve ulusal kimlik bilinciyle inşa edilir; ancak Avrupa’da yeni nesiller bu değerlerden uzaklaşıyor. Bu durum, AB’nin kendi ordusunu kurma ihtimalini en az çeyrek asır öteye itiyor. NATO’ya bağımlılığın derinleşmesi ise Avrupa’nın güvenlik alanında bağımsız bir aktör olmasını fiilen imkânsız hale getiriyor.
Tarihsel Karşılaştırma: Soğuk Savaş’tan Bugüne
Alaska Zirvesi, Soğuk Savaş dönemindeki Reykjavik zirvesini hatırlatıyor. Tıpkı o dönemde olduğu gibi, büyük güçler sahneyi paylaşırken Avrupa yan aktör konumunda kalıyor. Lavrov’un CCCP sembolüyle verdiği mesaj da bu çerçevede okunmalı: Moskova, “Soğuk Savaş’ta olduğu gibi yeniden süper güç statüsündeyim” diyerek tarihsel süreklilik iddiasında bulunuyor. Bu, sadece geçmişin hatırlatılması değil, aynı zamanda bugünün diplomatik dengesinde Rusya’nın rolünü yeniden tanımlama girişimidir.
Sonuç: Kartların Yeniden Karılması
Alaska Zirvesi, küresel siyasette bir dönüm noktasıdır. Moskova için uluslararası izolasyon söyleminin kırıldığı, Washington içinse Avrupa üzerindeki nüfuzun güçlendiği bir tablo ortaya çıkmıştır. 18 Ağustos Washington görüşmesi, Ukrayna’nın vekil konumunu ve AB’nin edilgen rolünü daha da görünür hale getirmiştir. Avrupa, liderlik üretemediği ve güvenlik kapasitesini NATO’ya devretmeye devam ettiği sürece küresel siyasette seyirci koltuğunda kalacaktır. Bu süreç, Rusya’nın “Kolektif Batı” tezini güçlendirmekte; ancak kalıcı barış için taraflardan hiçbirinde güçlü bir iradenin henüz ortaya çıkmadığını da göstermektedir. Bununla birlikte, Washington görüşmesinden çıkan en kritik sonuçlardan biri de, ilerleyen dönemde Trump, Putin ve Zelenski arasında üçlü bir zirvenin yapılması ihtimalinin gündeme gelmesidir. Yeri henüz belirlenmeyen bu görüşmenin, barış şartları ve güvenlik garantilerinin masaya yatırılacağı bir dönüm noktası olması beklenmektedir. Öte yandan Ukrayna’nın savaş sonrası güvenlik garantileri karşılığında ABD’den yaklaşık 100 milyar dolar tutarında silah alımına söz vermesi dikkat çekicidir. Anlaşma sağlandığı takdirde bu devasa maliyetin Avrupa tarafından finanse edilecek olması, kıtanın zaten tartışmalı olan güvenlik bağımlılığını daha da görünür kılacaktır. Bu gelişme Avrupa kamuoyunda da tartışmalara yol açacaktır. Zira bir yandan kıtanın kendi güvenlik kapasitesini inşa edememesi eleştirilirken, diğer yandan ABD’den yapılacak devasa silah alımının faturasının Avrupa vergi mükelleflerine çıkarılması siyasi kutuplaşmayı derinleştirebilir. Bu durum, AB’nin stratejik özerklik iddiasıyla çelişmekte ve halkın gözünde bağımsızlık söyleminin inandırıcılığını zedelemektedir. Özellikle Almanya ve Fransa’da bu durumun siyasi yansımaları daha da çarpıcıdır. Almanya’da vergi mükelleflerinin sırtına yüklenecek bu maliyetin kamuoyunda tepki doğurması beklenirken, Fransa’da da benzer şekilde hükümetin güvenlik politikaları sorgulanacaktır. Bu iki ülke, AB’nin lokomotif güçleri olmalarına rağmen, iç siyasette artacak toplumsal hoşnutsuzluk nedeniyle daha kırılgan bir pozisyona sürüklenebilir.
Yıldıran Acar
Yorumlar1