Her imkân bir imtihan, her imtihan bir imkândır

.

  • GİRİŞ12.12.2021 09:40
  • GÜNCELLEME12.12.2021 09:40

Zaman o kadar hızlı bir kakofoni içerisinde akıp gidiyor ki, neredeyse yirmi dört saat yirmi dört dakikaya eş değer hâle geldi.

Artık hayatlarımız da bu kakofoninin içerisinde anlamsızlaşmakta.

Saatlerce trafikte geçen bir ömür hepimizin bildiği ve dertlendiği bir husus, bunu bir kenara koyalım, ya sosyal medya denilen renkli ekranların içinde geçirdiğimiz anlamsız vakitler?

Bırakın kitap okumayı, bir gazete yazısını dahi okumaya mecalimiz kalmadığından sesli makaleler çıktı. İnsanoğlu artık iki yüz karakterden oluşan ve daha çok hamaset dolu, sloganlaşmış cümleler üzerinden münevver olduğunu sandıkları bir dönemden geçmekte.

Elbette hiçbirimiz Miguel De Cervantes’in hikâye kahramanı Don Kişot değiliz, yaşadığımız zamanın ruhu ile yel değirmenleri ile savaşır gibi savaşacak da değiliz. O yüzden hayatımızı üç asır öncesinde yaşadığımız gibi yaşama şansımız kalmadıysa da yine de içe bir eleştirel bakış yapmanın elzem olduğunu da söyleyebiliriz.

‘Ne olduysa küreselleşen dünyadan mütevellit oldu’ şeklindeki kolaycı bir yaklaşım ile olanı biteni izah çok doğru bir husus değil. Bazılarının küreselleşmeyi yeni bir fenomenmiş gibi ortaya koyarak olanı biteni izah çabasını bu açıdan anlamsız buluyorum. S. Frederick Starr tarafından kaleme alınan Princeton Üniversitesi yayınlarınca da kitaplaştırılan “Lost Enlightment: Central Asia’s Golden Age” isimli eser, bizi bize hatırlatmak ile iktifa etmiyor, küreselleşme olgusunun yeni bir olgu olmadığını örnekleri ile anlatıyor.

Kitapta 1000’li yılların hemen başlarında Türkmenistan’daki Aral Gölü kenarında doğmuş Ebu Reyhan el-Biruni ile bugün Özbekistan sınırları içerisindeki kadim Türk ve Müslüman şehri olan Buhara’da dünyaya gelmiş İbn-i Sina, aralarındaki 400 km mesafeye rağmen birbirleri ile çağlar aşan konuları tartışmaktaydılar. O zamanlar sadece bu iki bilginin birbirleri ile yaptıkları yazışmalar, bugün dahi yankısını sürdürmektedir.

Tartıştıkları konular arasında ‘yıldızların arasında başka bir güneş sisteminin olup olmadığı, kâinatta insanoğlunun yalnız olup olmadığı, dünyanın bir bütün olarak bugünkü hâli ile mi yaratıldığı, yoksa zaman içerisinde değişime uğrayıp uğramadığına’ kadar bugün dahi tartışılan hususlar vardı. Oysa bu tartışmaların yapıldığı dönemden tam altı yüz sene sonra, Avrupa’da Giordano Bruno ‘dünyadan başka gezegenlerin de bulunduğunu’ iddia ettiği için kazığa bağlanıp diri diri yakılmıştı.  

Demek ki ilmî değerlendirmelerin yapıldığı iletişim imkânı ve hürriyet o şartlarda dahi mümkün idi. Hayatlarında bir e-Posta sistemi olmadığı gerekçesi ile, küresel bir dünyada yaşamadıklarını kim iddia edebilir? Posta güvercinleri ile ya da kervansaraylar arasında mekik dokuyan menzilci ulaklar vasıtası ile bu işlerini en kısa zamanda yapabilme imkânlarına sahiptiler.

Hatta Türkistan coğrafyasındaki birçok âlimin, Endülüs’te ve eski Yunan’da yazılı eserleri okudukları, karşı görüş geliştirdikleri bilinen sıradan bir husus ise, kim internet üzerinden kitap satışı yapan firmalar yok diye, o dönemdeki insanların farklı coğrafyalardan eserler okuyamadıklarını iddia edebilir?

Bırakınız Türkistan coğrafyasını hem İslam öncesi dönemde hem de İslam sonrası dönemde Nusaybin, Cizre, Urfa, Diyarbakır gibi kadim kentler, antik Yunan’dan ve diğer dillerden Arapça ve Farsçaya tercümelerin yapıldığı ilim yuvaları hâlindeydi.

Bu aydınlanmanın yaşandığı Türkistan coğrafyasında ve bugünkü Anadolu, Suriye ve Irak coğrafyalarında her bir şehir, bazıları devlete, bazıları âlimlere ait olmak üzere bir ya da birden fazla kütüphaneye sahiptiler. Bugün çağdaşlık kavramının söylem bazında ağızlara sakız edildiği, sözde pek ilerici birçok semtte orta ölçekte ve her bir vatandaşın keyfince gününü geçirebileceği, zengin altyapısı olan tek bir semt kütüphanesi olmadığı gibi, böyle bir talebin de olduğunu sanmıyorum.

Tüm bunları neden anlatma gereği duydum?

Güzel bir pazar sabahı, başta kendim olmak üzere hem rahatsız olmak, hem de rahatsız etmek istedim de ondan. Bir gazete köşesinin dahi okunmasına fırsat bulamayan bizler, sanmayalım ki bin sene evvel yaşayanlardan daha ilerideyiz.

Oysa yaşadığımız dünya bize inanılması güç imkânlar sunuyor. Bugün birilerinin yazdığını, anında cep telefonlarımızdan okuma imkânına sahibiz. Kitaplara ve veriye ulaşmak artık çok daha kolay hâle geldi. Günümüzde neyin gerçek bilgi, neyin yalanlarla karıştırılmış zehirli elma olduğu ise ayrı bir yazı konusudur.

Lakin bu imkânların elimizin altında olması imtihanımızı da arttırmaktadır. Bu imkânların elimizin altında olmasına rağmen, bundan ne kadar istifade edebildiğimiz bizim imtihanımız olacaktır. Gündüzleri rızkımızın peşinde, akşamları da ekran başında, sosyal medyanın çöplüğünde ya da bir kahve köşesinde, elindeki kâğıt destelerinin peşinde, eşref-i mahlukata verilmiş sayılı nefesleri tüketen bizler, bin yıl önceki insanların hemen hemen her anlamda gerisindeyiz.

Canımızı acıtsa da hakikat budur ve bundan kurtuluş; hayatı yeniden düşünmek ve anlamlandırmak ile mümkündür.

Türkiye Gazetesi

Yorumlar2

  • Semendire 2 yıl önce Şikayet Et
    Sayin Alabarda çok güzel bir konuya değinmişsiniz.
    Cevapla Toplam 6 beğeni
  • Demirkan Kıran 2 yıl önce Şikayet Et
    Kalemine sağlık değerli yazar.
    Cevapla Toplam 8 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat