“Dindar nesil” nasıl yetişecek?- 2

  • GİRİŞ03.10.2013 08:18
  • GÜNCELLEME03.10.2013 11:34

Dindar nesil demek özünde ‘vicdanlı nesil' demektir.

Vicdanı donuk, aklı ve kalbi narkoz etkisindeymişçesine uyuşuk ve uykuda bir nesil -maddî göstergeler ne olursan olsun- gerçek anlamda beşerden insana geçemez, diyebiliriz. 

Dolayısıyla böylesi bir neslin, çiçek açmadan ağacın meyveye duramaması gibi hakikî dindar olamayacağını söyleyebiliriz. Tekrar ediyorum, görünüşteki şartlar ne olursa olsun…

Vicdan, fıtratımızın bilinçsiz ve duyarsız durumdan bilinçli ve duyarlı duruma geçmesi ile çalışır hâle gelir. (Şuurlu fıtrat= Vicdan)

Fıtrat potansiyelimizin şuurlu hâle gelmesine bir yönüyle vicdanın çalışması diyebiliriz. Tersi de söylenebilir, insanda vicdan çalıştıkça kişinin fıtrat potansiyeli açığa çıkar; uyanıklık ve bilinç kendini gösterir.

Bir insanda vicdan çalışmadığında, içindeki ‘ilahi sese' kulak tıkar vaziyette davranır olduğunda, görüntüdeki şartlar (zevahir) ne olursa olsun hakikî bir ‘dindarlık'tan asla bahsedemeyiz.

Peki, bir insanda samimi dindarlığın mayası hükmünde olan vicdanı çocukluğundan itibaren harekete geçiren, çalıştıran itici kuvvetler nelerdir? diye sorduğumuzda çok ciddi bir düşünme ve araştırma konusuyla baş başa kalırız.

Çocuğa davranışının sonuçlarını şefkatli bir iletişim diliyle sorgulatma, muhakeme ettirme alışkanlığı…

Merak ve hayret duygusunun kamçılanması, mekanik ve elektronik nesnelerden ziyade doğal ve canlı varlıklarla haşır neşir olarak yetişmesi…

En az bir canlının sorumluğunu üstlenmesi, edebî ve sanatsal yüksek zevklere erken yaşta ilginin uyandırılması gibi belki onlarca maddeyi ince ince düşünmeli, bir çocuğun ve gencin yetişmesinin bütün aşamalarına uyarlamalıyız…

Unutmayalım ki Hazret-i Peygamber'in kırk yaşına kadarki durumu, Rabbin edeplendirmesiyle bir tür hakikî dindarlığa hazırlık anlamında ‘insaniyet' aşaması olarak yorumlanabilir. Yani ‘fıtrat dindarlığı' aşaması katedildikten ve serpildikten sonra bunu vahye, emir ve yasaklara tam uyum, güzel temsille taçlandıran ‘kasıtlı dindarlık'…

Yani önce ‘insaniyet' sonra ‘İslamiyet' aşaması.

Yani fıtratın bilinç düzeyinde mükemmelleştirilmesiyle vicdanın çalışması, böylece şahsiyetin sağlam bir zeminde gelişip vahye muhatap olacak, dinin gereklerini hakkıyla yerine getirecek olgunluğa ulaşması sözkonudur, diyebiliriz.

Yani önce ‘insaniyet' sonra ‘dindarlaşma' diye bir aşamalılıktan bahsedebilir.

Gerçek insanileşme gerçek dindarlaşma demektir. (İnsaniyet-i Kübra= İslamiyet denklemini düşünelim, her çocuğun fıtrat üzere yani İslâm olarak doğuşunu hatırlayalım…)

Bu anlayışa göre, bir çocuğun oyuncağını paylaşmayı öğrenmesi, başladığı bir işi bitirmeye alışması, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirmek için samimi çaba göstermesi, bir gencin zamanını kontrol etmeyi öğrenmesi, kendini zamanının çirkinliklerine karşı farkındalıkla uzak tutması vb. tutum ve davranışlar adı konulmamış ‘fıtrat dindarlığı' dediğimiz şeydir.

Böylesi insanlar hakikî dindarlığı temsile daha yatkın, daha samimi, daha tutarlı, daha istikametlidirler.

Lütfen dikkat edelim, yaradanı, dinin sorumluluklarını ve peygamberinin örnekliğini saf dışı eden bir hümanizmden  filan dem vurmuyorum. Dini vicdanlara hapsedip, ‘Allah ile kul arasında' olup biten bir şey olduğunu iddia eden seküler ve ladini söylemin papağanlığını yapmıyorum… İyi insan=İyi vatandaş diye gevelenen, dünyevi politik ve ekonomik sisteme uyumlu sadık köleler yetiştirme çabasından hiç bahsetmiyorum.

(Elbette vicdanı uyandıran en büyük harekete geçirici dindir. Fakat din sadece asker kitabı gibi kimi kurallar ve ritüellerden ibaret değildir. İnsan kitabının, kainat kitabının sayfa ve satırlarında yazılı ‘yaradılıştaki din'i asla unutmamalıyız…)

Fıtratın açılmasıyla açığa çıkan insani hasletler olmadan, şahsiyet terbiyesi zemininde gelişmeden ortaya konulan dindarlık biçimi ya ‘tepkisel dindarlık' ya da ‘görüntüsel dindarlık'tır, diyorum…

İnsaniyet aşamasını (vicdanın uyanmamışlığı, fıtratın donukluğu yüzünden) es geçen görüntüdeki dindarlık biçimleri, dinin kötü temsil edilmesiyle, dini kişiler üzerinden değerlendirmeye yatkın, manevî alana mesafeli insanlara bahane ve malzeme sunması bakımından bizzat dinin itibarının zarar görmesine sebep oluyor, demek istiyorum…

Gelin iki kritik soruyla bugünkü yazıyı bir noktaya taşıyalım.

Birinci soru: On yaşlarında iki çocuk düşünelim. Birincisi, ailesinin ve muhitinin etkisiyle arada bir namaz kılıyor ve bazı dini figürleri üstünde taşıyor. Fakat okulda geçimsiz, öfkeli, etrafa zarar veren (mesela kedinin kuyruğuna teneke bağlayan), derslerde kopya çeken bir davranış örüntüsü sergiliyor. Diğeri yine ailesinin ve çevresinin etkisiyle namaz kılmıyor, dini bazı figürleri üstünde tam göstermiyor fakat herkese yardım ediyor, kediyi koruyor, dalı kırmıyor, kopya çekmeyi diğerlerine bir haksızlık olarak görüyor… Söyler misiniz, hangi çocuk ‘dindar nesil'den olmaya daha yakın durmaktadır? (Elbette hidayet Allah'tan, elbette gelecekte insanlar ne yönde değişir bilemeyiz, mevcut duruma özgü soruyorum…)

İkinci soru: Dindar nesil yetiştirmeyi daha çok imam-hatip, daha çok Kur'an kursu, daha çok ilahiyat açmaya, okullara seçmeli dini dersler koymaya (ki açılmasın, konulmasın demiyorum, bunlara karşı değilim) indirgemek ne anlama gelir? Bunlar yapıldığında herkesin bir anda dindar olacağını, böylece memlekete bir anda şeriat geleceğini sanma, korkuyla ortalığı velveleye verip ‘dindar nesil doğurmayacağız' filan deme çığırtkanlığı nereye düşer?

Devamı, bir sonraki yazıya kalsın… Selam ve dua ile…

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat