Ey beklenen ‘dindar nesil'…

  • GİRİŞ05.10.2013 10:40
  • GÜNCELLEME05.10.2013 10:40

Ey beklenen ‘dindar nesil'…

Çağın tekdüzeleştirici zorbalığına karşı koyup, değişik boyutlarda direnç noktaları oluşturmasını bilir İNSAN. Kendine has özelliklerini korumak ve daha da geliştirmek için ‘herkes' olmayı reddeder. “Acaba kaç kişi iki kere iki nasıl dört eder ya da güneş yarın doğacak mı diye kafa yormuştur, şöyle durup düşünmüştür yani.” diye düşünür. Herkes demek, kendine ait bir kalp sahibi olmak yerine homurdanan bir aygıta sahip olmayı yeğlemek demektir. Herkes demek, düşünen bir beyin yerine zihnini bir gürültüye teslim etmiş olmak demektir. Herkes demek, ince duyguların zarafetini hoyrat hormonların zorbalığına terk etmek demektir. Herkes demek, bataklığın çamurunu yüzüne gözüne sürüp, dünyanın en güzel parfümüyle kokulandığını sanmak demektir. Herkes demek, suyun üstüne yayılan zeytinyağı gibi hayatın üstüne abanan çağın tiksinç yüzeyselliklerini, insanın kaba yerlerine tapınan eğlence ve zevk anlayışını, insanı yeniden kodlayan ve kendine göre inşa eden, böylelikle hakikat ve hikmetle arasına demir perdeler ören enformasyon manyaklığını mal bulmuş mağribi gibi sahiplenmektir. Herkes demek, sürekli yel otladığı için midesini fesada uğratan bir zavallı olmayı anlayamayıp, midesindeki devinimleri büyük gerçeklerin sancısı sanmak yanılgısına duçar olmak demektir. Aynı köfteyi yiyip aynı gazlı içeceği içen, farklılık adına aynı kıyafeti giyip aynı bayağılıklara göbeğini hoplata hoplata gülen bir zombi değildir İNSAN. “Sürüden ayrılanı kurt kapar” sözünün çobana ve çoban köpeğine karşı aç kurtlar tarafından uydurulmuş, koyunları kolay bir şekilde mideye indirmeye dönük bir aldatmaca olduğunu bilir. Sloganı ‘Sürüden Ayrıl'dır İNSAN'ın. Herkes değildir o, herkes eksi bir'dir daima.

Kendi çağının cazip ve sahte kavram-putlarının büyüsüne kapılmamasını bilir İNSAN. Eşitlik, adalet, demokrasi, özgürlük, insan hakları, küreselleşme, evrensel kardeşlik, hoşgörü vs. gibi özünde temel insani değerlere işaret eden fakat dünya sistemi aktörlerinin kendi hakimiyetlerini pekiştirmek için bir araç olarak kullandıkları bu kavram-putların dünya toplumlarının uyku hapları olduğunun farkındadır o. Kuzu postunun altındaki kurdu görür. Duygularını ve akıl kuvvetini yerli yerinde ve yeterli düzeyde kullanmasını/çalıştırmasını bildiği için, bu durum zamanla onda bir sezgi ve idrak kuvvetine yol açar. Özellikle iç alemindeki düşünce yolculuklarda derin, dış alemin kavranmasında daha yüzeyel bir yol takip ettiği için kendisinde gerektiğinde toplumsal, ekonomik, politik ve aktüel olayların özünü hızlı bir şekilde kavramaya yönelik bir meleke gelişmiştir. Bu durum, resim yapmakla fotoğraf çekmedeki hız farkındaki durumla örneklendirilebilir. Sadece akıl ve malumatla kavrayan resim yapan kişi gibidir ama sezgi düzeyinde kavrayan fotoğraf çeken kişi gibidir. Tek başına zeka varlığı parçalarına bölmek ve bu parçaları kendi başına bir bütünlük olarak aşama aşama anlamaya yatkınken sezgi bütünü aniden ve bir defada öz halinde kavramaya ya da parçanın içinde parıldayan bütünü görmeye matuftur. Tek başına zekayı değil zekanın kendisine hizmet ettiği bir sezgiyi önceler ve kendini bu hale ulaşmak için sürekli eğitir İNSAN.

Futbol, kitlelerin afyonudur. İnsanları, omuzlarının üstünde bir baş, göğüs kafesinin içinde bir kalp taşıyan birer varlık olmaktan çok manda gibi bir bacak ve sahte bir taraftarlık duygusu kimliğine sahip olma yönünde kodlayan futbol endüstrisi, kendi malına uygun müşteriler üretmeyi bir prensip edinmiştir. Öldürdüğü hayvanların içini doldurup kürkünün üstüne bir yafta yapıştırıp müzesinde teşhir eden koleksiyoncu gibi futbol endüstrisinin patronları ve toplum mühendisliği, insanların taraftarlık ve aidiyet gibi canlı duygularını kullanmak suretiyle onları yediden yetmişe şartlandırmayı ve içlerini boşaltmayı başarmıştır. Bu başarı, bu endüstriyi peydahlayanların bile tahmin edemeyeceği bir şeydi. Özellikle futbol bir spor dalı olmaktan çıkmıştır günümüzde. Çünkü, gerçekte spor bedenin aritmetiğidir ve ruh için bilgi duygular için şiir neyse beden için de odur. Fakat futbol ve benzeri endüstriyel sporlar, köklerinden kopmuş, zihni ciddi çalışmalara yatkın olmayan, konuşacak anlamlı konuları bulunmayan, günübirlik yaşayan gayesiz ve ufuksuz modern insan için vazgeçilmez hale gelmiştir. Kendine özgü ibadet biçimleri ve ritüelleriyle futbol, modern insanın adeta toplu halde ibadet ihtiyacını ve canhıraş atılan sloganlar, feryat figan söylenen marşlarıyla cezbeli zikir gereksinimini karşılamaya yönelik bir sahte dine dönüşmüştür. Yüz bin kişilik mabedlerde yakılan kutsal meşalelerin ışığında yüzünü gözünü kutsal boyalarla boyalamış, ibadete özgü tüm giysilere bürünmüş bütün takılarını takmış, durdurak bilmeden zıplayıp habire ırlayan bir modern mümünin çığlıkları tüm kulaklarda çınlıyor bugün. Bu kulaklara göre ağız değildir İNSAN.

Akıllıdır ama akılcı değildir o. Bir ineğin etinden ve sütünden yararlanmakla ineğe tapınmak arasındaki farkı iyi bilir. Akıllı olmanın yolunu takip eder zekanın değil. Akıllı olduğundan dolayı zekidir ama zeki ve kurnaz olduğu için akıllı sanılan bir Yaşam Palyaçosu olmak istemez. Zeka, portakalı soyup tadına vara vara yemek yerine sıkıp portakal suyuna dönüştüren bir makinedir, ulu bir ağacı içinde duya duya temaşa etmek yerine fotoğrafını çeken bir şipşakçıdır zeka. Akıllı olan zekidir ama her zeki olan akıllıdır denemez ona göre...

Oluşturulan yapay gündemlerin, bir kaşık suda kopan fırtınaların peşinden sürüklenen bir  “kuyruk” değildir o. Günübirlik, gel-geç olayların aklı ve fikri sarhoş eden bombardımanına karşı sığınakları vardır daima. Ruhunun ve kalbinin dingin köşelerinde kendine özgü bir gündeme sahiptir. Çiçeğe duran, meyveyi çağıran, ucuz gündeme uyan değil kendi iç gündemiyle gündem oluşturup baş çeken, söyleyecek “söz”ü olan bir öncü olmayı yeğler İNSAN. Sağa sola kan ter içinde cevap yetiştirmeye çalışan, soluk soluğa kendini savunmaya çalışan bir pazar vaizi değildir asla. Yüreği ve zihniyle olan curnatalı söyleşinin kıvılcımlarını bir yangına dönüştürmeyi bilendir ama “bir kucak odun küçük bir ateşi söndürür, büyük bir ateşi daha da canlandırır” hakikatini de gözden ırak eylemez...

Mükemmele giden yolun kusurludan geçtiğini iyice kavrar İNSAN. Yanık ekmeğe razı olmayanın francala pişirir hale gelemeyeceğinin bilincindedir. Hayallerine ulaşan insanların, gayelerine giden yolda “kusurlu”yu birer basamak kılıp, gerektiğinde başarısızlık ve noksanlıklarını bir şevke, hayata doğru bir atılıma dönüştürdüklerini anlar. Evrenin Sahibi insana her an mükemmel, kusursuz ve israfsız imkanlar sunmakta, zamanı ve mekanı kişioğlunun emrine amade kılmaktadır. Öyleyse bu mükemmeliyete aynıyla mukabele etmeye çalışmak insanın bir varoluş borcudur. Bir ağaç mükemmeldir, göğsünü yar ve bir bak. Kusur göremeyeceksin. İnsanın bulaşıklı eli değmedikçe varolan her şey pürüzsüz bir şekilde sunulur. İnsana düşen ise bu koroya katılmaktır, diye inanır İNSAN.

İlgi ve merakını sürekli dışa çevrilmiş projektörler gibi kullanmanın felaketini bildiği için sık sık içine döner, kendi iç aleminde seyahatler yapmayı, dış dünyaya ilişkin her bir şeyi iç aleminden bir noktayla irtibatlandırmayı ve buradan yaşama ilişkin teorik anlamlar ya da pratik ilkeler kotarmayı uğraş edinir kendine. İçine doğru derinleşmenin dışa doğru kanat açmayı doğuracağının farkındadır İNSAN. Göğü yansıtan berrak, büyük bir ayna olmaya gayret eder. Kendini bir ayna parlatıcı bilir. Kendi ruh ve kalp aynasının yüzeyinde biriken her türlü kir ve pas, Güneş”i ve Ay”ı yansıtmada kör noktalar oluşturacaktır çünkü.

Vakti kuşanır O. Zamanı bir düşman bellemez kendine, onunla beyhude bir savaşa girişmez. Zira bilir ki zamanla savaşa girişmek, içi su dolu bir testinin bir taşla mücadelesine benzer. Akıbet, testi kırılır ve içindeki su ziyan olur. Zamanın, her gün biraz daha, yol kesen tüm eşkıyalara rağmen biraz daha, “hayatın gerçekleri” diye emrivaki sunulan tüm engellere rağmen, içinde dur durak bilmeden havlayan köpeğe rağmen biraz daha bilgeleşmek ve derinleşmek için verilen bir sermaye olduğunu anlar. Yüzünün mermerinde oluşan her çizginin kendi kalp kitabının bir satırını yazmak anlamında olduğunu düşünür. Zaman, kalbimi yeniden yazabilmek için kalemim, tüm varlık kardeşlerimle birlikte suyun öte yakasına ermek için kayığımdır, diye söyler İNSAN.

Ulusal sınır(lama)larla prangalı kalmak istemez ve buna razı olmaz. Marşların ritmine ve hamasi nutukların rüzgarına kapılmayacak kadar, kitlesel ninnilerle uyuklamayacak kadar, gövdeyi kışkırtan ama ruhu örseleyen söylemlerin sahteliğine prim vermeyecek kadar uyanıktır o. Bir kara parçasını kutsal kılan, Vatan kılan şeyin, ‘şimdi ve burada' insanca yaşayabilmeye, varoluş gayesine uygun bir hayat sürebilmeye ne kadar imkan sunduğu ile doğru orantılı olduğunu düşünür. Vatan, kalbimi gömmeye layık bulduğum her yerdir, diye söyler. Millet; beni, yüzünü topraktan kaldırıp göğe çeviren, varlığını sonsuzluğa iliştiren varoluş yolcuları arasında bulunduğum hissine kaptıran canlı ve cansız her türlü topluluktur, diye yineler. Marşların gölgesinde yürüyenler, belli bir ırkı yüce millet belleyenler, belli kara parçasını kutsal ilan edenler, siyaset madrabazlarının ucuz fikirlerine kapılanlar, fazlasıyla romantik ve fantastik bulurlar bu düşüncelerini. Asla aldırmaz böylelerine, bilir ki köpeklerin havlaması bulutlara zarar vermez...

Milli sınır(lama)larla prangalı kalmak istemez ama seyyah'la turist arasındaki farkı da iyi bilir o. Yeryüzünü gezer, dolaşır, seyreder; hoyrat milliyetçiliğin kaba ellerinde sıkışıp kalmadan serazad yüreğini bir büyük ayna gibi yeryüzünde dolaştırır. Turist, sadece turlar ama seyyah dış alemdeki yolculuğunu kendinden yine kendine yolculuğun, iç alemine yolculuğun bir parçası kılmaya çabalar. Ormana bir dağın tepesinden bakan bir gözle, bir ağacın yaprağının ardından bakan bir gözün görme zenginliğinin ayırdındadır.

Ancak yaralı bir şifacı şifaya vesile olabilir. İNSAN, yürek ve akıl yaralarını benzeri yaralara sahip olan yoldaşlarla paylaşmaktan geri durmaz ama yaralarını teşhir ederek bir manevi kazanca tahvil etme kurnazlığına da sapmaz. Çünkü, insan acılarını da bir tür rant aracına dönüştürebilir. Diğer seyyar satıcılar tarafından küçük el tezgahı parçalanıp, üstündeki simitleri yerlere saçılan bir yoksul simitçi içinde bulunduğu dramatik manzaranın bir cömert el tarafından yüklü bir sadakayla ödüllendirildiğini gördüğünde kurnazlığın ampullerini yakıp dramatik oyununu sürdürmeyi dener bazen. Yolunu şaşırmış acımanın örselenmiş yaralar tezgahında metalaştırılması ve kazanca dönüştürülmesi ondaki insani onura ters düşer.

Not: Yıllar önce kaleme alınan bu fragmanlar duyan kulaklara bir çığlık olmaya devam ediyor diye düşündüğüm için yeniden yayımlanmasını gerekli gördüm…

Yusuf  Özkan Özburun- Haber 7

ozkanozburun@hotmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat