Kıbrıs’ta asılan sadrazam

  • GİRİŞ12.10.2020 11:21
  • GÜNCELLEME12.10.2020 12:10

1809-1812 yılları arasında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı hem Balkanları ve hem de Mora Yarımadası’nı altüst etti. O tarihten sonraki gelişmeler bir taraftan Sırbistan’ın diğer taraftan Yunanistan’ın ortaya çıkmasına imkân verdi. Aşağı Tuna’da yer alan İbrail’in etrafı, Rus işgalinde iken süren cephe savaşları sırasında karşılıklı casusluk faaliyetleri de hız kazandı. Osmanlı seraskerliği tedbir almak için karşı cephedeki gelişmeleri öğrenmeye muhtaçtı. Bu yüzden güvenilir, gözü pek adamlar seçilip Rusların karakolları yoklanarak bilgi sızdırılıyordu. Düşmanın hareketlerini tahkik etmek, tedbirlerini ve planlarını anlamak için ileri karakollarından esir alınır ve konuşturulurdu. Buna “dil almak” deniliyordu. 1810 yılında bir ara dil almak imkânsız hale geldi. Özellikle Babadağı ve Hırsova mevkilerinde istihbarata ihtiyaç vardı ama gönderilen adamlar bir türlü başarılı olamıyorlardı.

 

 

İşte böyle bir dönemde genç bir adam sahneye çıkacaktı. İbrail Nazırı Ahmed Ağanın cesur adamı Benderli Ali.

Ahmed Ağa, neye mal olursa olsun bu genç adamını dil almak için görevlendirdi. O da kırk gün sınır boylarında dolaşarak nihayet bir Kazak Rus askerini esir aldı. Fark edilince Rusların takibatına uğradı. Ama terkisindeki esirini bırakmayıp dağdan dağa geçerek Osmanlı karargahına ulaştı.

 

 

Tahmin edeceğiniz gibi bu gencin ünü kısa zamanda Sultan’a ulaştı ve devlet hizmetine alındı. Becerisi ve cesareti ile basamakları tek tek çıkan Paşa, nihayet 1821 Nisan’ında Sadrazam oldu.

Belki sıradan bir hikaye gelebilir. Ama sabredin biraz.

Benderli Ali Paşa devletin büyük tehlikeyle yüz yüze kaldığı bir dönemde sadaret makamına getirildi. Adalar Denizi’nde, Akdeniz’de, Rumeli ve Anadolu sahillerinde Osmanlı’nın teb’ası Rumlar isyana kalkışmışlardı. Söylem ve beyannamelerine göre İstanbul da isyanlarının hedefleri arasındaydı. Bu projeyi önlerine bir asır önce Rus Çarı Büyük Petro koymuş, varisleri de geliştirmişlerdi. Osmanlı’nın içinde bulunduğu zaafları lehlerinde kullanmak isteyen diğer Avrupalı devletler de Rum isyanından medet umuyor ve isyancıları destekliyordu.

Akdeniz adalarındaki kaleleri ele geçirmek Rumlara yetmiyordu. Oralarda yaşayan Türkleri topyekûn yok etmeye ahdetmişlerdi. Akdeniz’de gemilerin dolaşması ne mümkündü? Rum korsanlarının baskınına uğruyor, ticari mallar yağma, canlar heder ediliyordu.

Benderli Ali Paşa bu soruna çözüm bulması için Sadrazam yapılmıştı. Taşrada olduğu için hızlıca İstanbul’a gelip görevini devraldı. Ama başına konan bu devlet kuşunu muhafaza edemedi. Çok kısa süren sadaretten azledilerek Kıbrıs’a sürgüne gönderildi.

Ama niye?

Kendisine verilen talimatta olağanüstü şartlara dikkat ederek Rum isyancıların İstanbul’daki adamlarının tuzaklarına düşmemesi istenmişti. İlk günlerde bunu başarmış, hatta isyanda parmağı olan Rum Patriği’nin idam edilmesi de onun icraatları arasına girmişti. Lakin gafil avlanmıştı. Bir tarafta ona muhalefet eden -düzenbaz- Nişancı Halet Efendi diğer tarafta Rumlar ile boşuna diyalog kapısını açan bazı menfaatperestler.

Sultan Mahmud’un sadrazamı olmak en az Yavuz’a sadrazam olmak gibiydi. Nitekim on günlük fiili bir sadaretten sonra görevden alınan Benderli Ali Paşa, sadece kovulmamış, padişah tarafından “ahmaklık ve bencillikle” de suçlanmıştı. Bazı Rumların Sadrazam’ın kulağına üfledikleri şeyler ile onu tuzağa düşürdüklerini söyleyen Padişah, buna sebep olarak, onun yol yordam ve devletin kadim kurallarını bilmemesini göstermektedir. Ama daha önemlisi kendisinin göreve getirilmesinin asıl gerekçesi olan Rum fesadının çıkış sebeplerini anlamamış olmasıydı. İhanetleri herkesçe bilinen Rum milletinin daha doğrusu o sıradaki önderlerinin sözlerine itibar etmesi Benderli Ali Paşa’nın sonunu getirdi.

Paşa sadece görevinden azledilip Kıbrıs’a sürülmedi. Daha o gitmeden idam emri Kıbrıs’a ulaştırıldı. Hatta “gazabıma mani olamıyorum” diyen Sultan Mahmud yeni sadrazamdan sıkı sıkıya idamın icrasını takip etmesini istedi. Öyle de oldu. Kıbrıs’a gönderildikten bir ay sonra eski sadrazam idam edilip, kesik başı teşhir için İstanbul’a getirildi. Bu sefer Sultan, Sadrazam Salih Paşa’ya, teşhir edilecek kesik başın yanına şu yaftanın yazılmasını emretti: “Rum milletinin ve bazı menfaatperestlerin tahrik ve iğvasıyla Devlet-i Aliyye’yi ifsât ve ihlale çalışan Ali Paşa’nın kesik başıdır.”

Kıbrıs’ta idam edilip cesedi İstanbul’a getirilen Ali Paşa, Osmanlı tarihinde ihanetle suçlanıp idam edilen son sadrazam unvanını da aldı. Bu durumda olan kişilerin malları müsadere edilip borçları vs. ödendikten sonra geri kalanı da hazineye aktarılırdı. Her nedense II. Mahmut, onun mallarının hazineye aktarılmasını istemedi. Gerekli işlemlerin yapılıp ailesine teslim edilmesini emretti.

Biliyorum aklınıza Mustafa Akıncı’nın barış için toprak verme teklifi ve bu yazının yazıldığı sırada yapılan Kıbrıs seçimleri geliyor. Oysa devir II. Mahmud devri, Akıncı ise sadrazam değildir. Ancak unutulmamalıdır ki, bütün Ege ve Akdeniz adalarından Türklüğü silen Rum fesadı ve onları destekleyenlerin hile ve hurdası hâlâ devam etmektedir. Şimdi sıra Kıbrıs Türklüğü’ndedir. Bu yüzden tarih bir kere daha dikkatle okunmalıdır. Bugünkü kararlar yarını belirleyecek; geleceğin tarihini oluşturacaktır.

Hain olarak kim anılmak ister ki?

Yenişafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat