Suud’dan mektup var!

  • GİRİŞ23.11.2020 11:09
  • GÜNCELLEME23.11.2020 12:55

Suudi Arabistan (SA) Kralı Selman bin Abdülaziz, G20 zirvesi öncesinde Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayıp bir telefon görüşmesi yapmıştır. Elbette bütün sorunlara rağmen böyle bir girişimi çok olumlu buluyor ve sorumlu bir davranış olarak görüyorum. Her şeyden önce Türk-Suud ilişkilerinin normalleşmesi iki taraf için ama özellikle SA için büyük önemi haizdir. Bu yüzden görüşmede ilişki kanallarının açık tutulmasının benimsenmesini önemsiyorum.

 

 

İki milyar Müslümanın kıblegâhına egemen olmak hele Hadimülharemeyn unvanını taşımak büyük bir sorumluluk gerektirmektedir. Sorunlar ne olursa olsun İslam dünyasının en büyük devletlerinden birisi ile ilişkileri uzun süre dondurmak akla mantığa ve reel politiğe aykırıdır. Daha önceki yazılarımda yazdığım gibi; –son yıllarda Türk Suud ilişkilerini rehin alan çekinceler bir tarafa- iki ülke arasında işbirliğinin olması bölgesel güvenlik ve tarafların çıkarları bakımından zorunludur. Ayrıca Suudilerin geleceği de kapalı kapılar ardında sürdürülen maceraperest politikalardan vazgeçip İslam dünyası ile işbirliği yapmalarına bağlıdır.

Ancak bugünkü yazımın konusu olan mektup, şimdiki kralın değil, babasının mektubudur. Hangi gerekçe ile olursa olsun Kral Selman’ın hareketini –şimdilik- çok şık bulmakla birlikte bu durum tarihi hatırlamamıza engel değildir. Bilakis elzemdir.

 

 

Suudi tarihçiler ile daha doğrusu resmi tarih ideolojisi ile anlaşamadığımız en önemli husus, şimdiki Kral’ın babasının Osmanlı Devleti ile olan ilişki biçimidir. 17. Yüzyıl’dan itibaren ataları İbrahim’den Abdülaziz’e kadar Suudilerin Osmanlı Devleti ile bir şekilde idari bağları olmuştur. Buna rağmen, bugünkü Suudi tarihçiliği Kral Selman’ın babası Abdülaziz bin Abdurrahman’ın Osmanlı adına Necid Vilayeti Valiliği yapmış olmasını şiddetle inkar etmektedirler. İşte sözünü ettiğimiz mektup da bu döneme aittir.

Abdülaziz’in babasının kaymakamlığından kendisinin valilik atanmasına giden süreci kitaplarımdan ve eski yazılarımdan okuyabilirsiniz. Ancak bu yazımda sözünü ettiğim ve doğrudan dönemin Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya yazılan mektup daha önce gün yüzü görmemiş bir belgedir. İlk defa burada bir yazıya konu olmaktadır. Necid Vali ve Kumandanı Abdulaziz el Suud imzası ve ayrıca Abdülaziz bin Abdurrahman yazılı şahsi mührünü taşıyan mektup, 9 Ekim 1914 tarihini taşımaktadır. Yani Abdülaziz’in Necid vali ve kumandanı atanmasından altı ay sonrasına aittir. Osmanlı Arşivi’nde mahfuz olan bu mektup, sadece Abdülaziz’in vali sıfatıyla imzasını taşımamakta aynı zamanda vilayetin antetli kağıdına yazılarak yukarında sözünü ettiğim inkar sorununu da kökten çözmektedir.

Atanmasının akabinde Abdülaziz, kendi yaşadığı yerlerde matbaa olmamasına rağmen, hemen civar vilayetlerin birinde antetli bir kağıt yaptırmıştır. Oldukça güzel bir hat ile Necid Valisi ve Kumandanı Abdülaziz el Suud (Vali Vilayet-i Necd ve Kaiduha) antetli resmi kağıda yazılı olan mektuba kayıt numarası da verilmiştir. Üzerindeki evrak numarası, Necid Valiliği anteti ile daha önce 26 adet yazışma yapılmış olduğunu göstermektedir. Hülasa elimizdeki mektup, Suud tarihçiliğinin geliştirdiği miti ve inadı yıkmak için yeterli bir delildir.

Gelelim mektubun içeriğine:

Mektup oldukça ağdalı bir üsluba sahip olmakla birlikte, dönemin anlayışına uygun bir Vali’nin Dahiliye Nazırı’na yazabileceği hiyerarşik seviyeyi de muhafaza etmektedir. Mektup, “İslam Devleti’nin gayretli, görüşlerinde isabetli, yıldızı parlak, Dahiliye Nazırı yüce Talat Bey hazretlerine” diye başlamaktadır. Bu mektuptan bir kaç ay önce Dünya Savaşı çıkmıştı. Osmanlı Devleti henüz savaşın içinde değil idiyse de taşra vilayetlerinin ve özellikle Basra Körfezi’nin güvenliğinin sağlanması için hazırlıklar yapıyordu. Mektubunda Abdüaziz, devletin bu yönde verdiği emre uygun olarak, vilayetin sahil kesimlerine asker yerleştirmesini anlatmaktadır.

Mektup sadece bununla ilgili değildir. Bütün gayesinin Halife’nin buyruğu altında devlete hizmet olduğu yazan Abdülaziz, ayrıca telgraf yazışmalarını üzerinden yapmak zorunda olduğu Bağdat Vilayeti Valisi Cavid Bey’den şikayetçi olmaktadır. Onun etrafındaki bazı adamların sadece kendi menfaatlerini düşünerek Müslümanların birliğine zarar verdikleri iddiasıyla, yazışmaların Basra üzerinden yapılmasını istemektedir. Bağdat’ta bulunan adamı Abdullatif el Mindil’i geri çekmek ve İstanbul ile yazışmalarını eski Basra mebusu olan Nakibzade Talip Bey üzerinden yapmak arzusundadır. Son iki isim bölge tarihinde önemli figürlerdir ama burada detaylarına girmeye imkan yoktur. Sadece aracı kılınan Talip Bey’in o sıradaki ilişkileri, daha sonra Irak kralı olmak için uzun süre İngilizler ile yaptığı pazarlıklar bile bu yazışmanın ardında başka sebeplerin olabileceğini göstermektedir.

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na girmesi akabinde; 20 Kasım’da Vali Abdülaziz’e hem Basra ve hem de Bağdat vilayetleri üzerinden cihad çağrısı ve fetvası gönderecektir. Ancak o, çevresinde yaşadığı kabile kavgalarını, özellikle rakibi İbn Reşid’i bahane edip savaşta aktif bir şekilde yer alamayacağını yazarak özür beyan edecektir. Bunun üzerine İstanbul, ona ve çevresindekilere zamanın, “bütün Müslüman güçlerin birleşmesini zarurî” kıldığını ve bu yönde hareket edilmesi gerektiğini ihtar etme ihtiyacı duyacaktır.

Ne dersiniz? Babasına yapılan bu çağrı, şimdi Kral Selman için de geçerli değil midir? 

Yeni Şafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat