Hesap sormayı bırak da vicdan muhasebesi yap!

  • GİRİŞ20.10.2022 08:20
  • GÜNCELLEME20.10.2022 08:20

CHP’nin ‘Milli Şefi’ İsmet İnönü, 2. Dünya Savaşı’nın Türkiye ekonomisine yönelik olumsuz etkisini azaltmak amacıyla 26 Ocak 1940’ta ‘Milli Koruma Kanunu’nu çıkararak, ekonomik ve sosyal yaşamla ilgili sıkıyönetim ilan etti. Daha sonra ilgili kanunun 9. maddesi üzerinden 26 Şubat 1940’ta kabul edilen “Ereğli Kömür Havzası’ndaki İstihsalatın Artırılması İçin Ücretli İş Mükellefiyeti Tesisi Hakkındaki Kararnamesi” ile 15-65 yaş arası fakirler zorla madenlere tıktı. Askere alınan gençlerin boşluğunu ise kadınlarla doldurdu. Varlık Vergisi kapsamında yapılan düzenlemeyle, çoğunluğu “Milletin Efendisir” diye gazlanan köylülerden oluşan binlerce yoksul insan, tahakkuk eden vergilerini madenlerde çalışarak, bedenleriyle ödemek zorunda bırakıldı..

27 Şubat 1940 ile 1 Eylül 1947’ye kadar “mükellefiyeti’ adı altında uygulanan bu dayatma ile sadece Ereğli Kömür Havzası’nda yaklaşık 60 bin kişi zorla madenlerde çalıştırıldı. Güvenlik tedbirlerinin esamisinin okunmadığı, sağlık, barınma ve beslenme koşullarının sefaletle yarıştığı bu ilkel şartlarda ve kazma kürek tutamayacak halde madenlere sokulan bu garibanların 601 tanesinin ölümü, kayıtlara “iş kazası” olarak geçti. Açlık ve hastalıktan kaç kişinin öldüğü ise bir muamma olarak tarihe geçti. Yaşanan zulmü ‘Son Mükellefler’ adıyla kitaplaştıran Murat Kara’nın görüştüğü dönemin tanığı Şaban Kalmaz bu durumu, “Bir işçinin annesi, babası dahi ölse izin yoktu”  sözleriyle özetlemişti.

Türkiye kömür madenciliğinin en büyük facialarından biri de 3 Mart 1992’de, Zonguldak Kozlu’da bulunan taşkömürü madeninde yaşandı. Grizu patlaması sebebiyle meydana gelen faciada, madende mahsur kalan 263 işçi yanarak öldü. Dönemin koalisyon hükümeti, facianın 5’inci gününde, “Ocakta yangın söndürülemiyor, kömürümüz heba oluyor” diyerek, işçilerin cesetlerini kurtarmaktan vazgeçerek, yangını söndürmek için madenin kapısına duvarlar ördürdü. 

İçeride mahsur bırakılan “150”den fazla işçinin cesedine ancak 5 yıl sonra ulaşıldı. Faciada şehit düşen işçilerin birkaç kuruşluk tazminatları ödenmezken, tazminat yerine her aileden bir kişiye ölen akrabasının yerine madende çalışma imkanı verildi.

Bu elim facia yaşandığında, Süleyman Demirel “Başbakan”, SHP Genel Başkanı Erdal İnönü de “Yardımcısı”ydı. Enerji Bakanlığı görevini ise Ersin Faralyalı yürütüyordu. Ne bu üç isim, ne de kabinedeki diğer bakanlar, Kozlu’da yaşanan faciadan sonra bırakın sabahlamayı, olay yerine gitmeye bile tenezzül etmedi.

Bu elim kazadan bir yıl sonra, tarihler 28 Nisan 1993’ü gösterdiğinde, Türkiye bu kez başka bir facia ile sarsıldı. Ümraniye’de bulunan hekimbaşı çöplüğünde, metan gazı sıkışması sonucu büyük bir patlama meydana geldi ve binlerce tonluk çöp yığını,  gecekonduların üzerini örttü.

İktidarda yine DYP-SHP koalisyonu vardı. Göz göre göre gelen bu facia sırasında İstanbul Büyükşehir ve Ümraniye Belediyeleri, SHP’li Başkanlar tarafından yönetiliyordu. Kozlu’ya gitmeye tenezzül etmeyen Erdal İnönü, bu kez olay yerine gelerek bir süre kurtarma çalışmalarını izlemekle yetinmişti. “Kurtarma” dediğime bakmayın siz! Faciada 39 kişi hayatını kaybetti. 12’sinin cesedi dahi bulunamadı. Enkazı kaldırmak ise ertesi yıl İBB Başkanlığı koltuğuna oturan Tayyip Erdoğan’a düştü. 1995 yılında, çöp dağlarının bulunduğu ve facianın yaşandığı yer, çocukların oynadığı ve sosyal tesislerin bulunduğu yeşil bir alan haline dönüştürüldü.

Benzer bir facia da, 17 Ağustos 1999 depreminde yaşandı…

İnsanlar enkaz altında kurtarılmayı beklerken, malum zihniyet dönemin “Başbakanı” Bülent Ecevit’i uyandırmaya dahi kıyamadı.

 Malum zihniyet, geçmişte yaşanan bu elim facialar karşısındaki acizliğini unuttuğumuzu sandığından olsa gerek…

Kendi dönemlerinin özeti olan “Nerde bu devlet, nerde hükümet” şeklindeki ibret vesikası feryatlar hâlâ kulaklarımızda çınlarken…

Şimdilerde, AK Parti iktidarında yaşanan her olayda “Kaza değil cinayet” martavalları okuyarak, ortak acılar üzerinden rant devşirmeye çalışıyor.

Son olarak Bartın’da meydana gelen kazanın hemen ardından devletin bütün imkanlarını seferber eden ve kurtarma çalışmaları boyunca kendileri de tam kadro hazır bulunan hükümet üyelerinin istifasını istiyor.

Henüz, “teknolojik ziyaret” kılıfıyla ABD’ye giden ve hâlâ gizemini koruyan 8 saatin hesabını bile vermeyen Kemal Kılıçdaroğlu bile, olayın ardından  “hesap sormak için geliyorum” diyerek, tüm Türkiye’nin yüreğini dağlayan kazayı siyasi istismar aracı haline getirmeye çalıştı. 

Tabii, sözde helalleşme adı altında CHP’nin günahlarıyla yüzleştiğini iddia eden Bay Kemal’in bu halini görünce, aklıma yukarıda anlattığım...

Sırf “beden vergilerini” ödemek için, kaçmasınlar diye ayağında pranga takılarak  jandarma nezaretinde aç bi ilaç  şekilde madenlere indirilen çocuklar...

Kömür yanmasın diye kapısı duvarla örülen madenlerde yıllarca rehin bırakılan emekçilerin cenazeleri geldi…

 Özetle, Bay Kemal illa hesap soracaksa, elinden gelen yapan iktidarı bıraksın da önce CHP’nin karanlık sicilinin vicdani muhasebesini yapsın!

YENİ AKİT

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat