Ayasofya’yı melekler korur mu?
- GİRİŞ11.07.2025 08:58
- GÜNCELLEME13.07.2025 09:11
Bizanslılar,
İstanbul düşse bile Ayasofya’nın ele geçirilemeyeceğine ve gökyüzünden ellerinde kılıçlarla indirilecek meleklerin, İstanbul’u fetheden Müslümanları şehirden kovacaklarına inanıyorlardı.
Fatih Sultan Mehmed, fethin ardından atını doğruca Ayasofya’ya sürerek şükür secdesine kapandığında, hem bu kutlu mekânı “katedral”den “cami”ye çevirdi hem de Bizanslıların “Ayasofya ele geçirilemez” inancını yerle bir etti.
Bizanslılardan daha zeki olan Fatih, o gün camiye çevirdiği Ayasofya’nın başına ilerde başka musibetlerin gelebileceğini biliyordu.
Bu yüzden, İstanbul’un fethinden 10 yıl sonra, 1463 tarihinde tam 65 metre 30 santimetre uzunluğunda ve 38 santimetre eninde olan “Ayasofya Vakfiyesi”ni yazdırarak;
“Kim ki batıl gerekçelerle bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya maksat ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kastederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun..." sözleriyle, muhtemel bir değişikliğin önüne geçmek için beddua etti.
“Hilal” ile “haç”ın mücadelesinin simgesine dönüşen Ayasofya’yı hiç aklından çıkarmayan Batılılar ise bu kutlu mabetten hiç vazgeçmedi.
Türk tarihinde sözde “Batılılaşmanın ilk somut adımı” olan ve Müslümanlar ile gayrimüslimlerin eşitlendiği “Tanzimat Fermanı” hakkında ülkesine rapor gönderen Fransa’nın İstanbul sefiri;
“Ekselanslarının çok iyi bildiği gibi, bizim bu reformlardan maksadımız, Osmanlı Devleti’ni kalkındırmak değil, Ayasofya üzerinde parlamakta olan hilâli indirip yerine tekrar Hıristiyan haçını koymaktır” sözleriyle, bu kirli niyetlerini açıkça kâğıda aktarmakta sakınca görmedi.
Akabinde…
İlk kez Lozan masasında pazarlık konusu yapılan Ayasofya, önce Bizans mozaikleri bahane edilerek ibadete kapatıldı, ardından esasında Katolik Kilisesi’nin hassasiyeti gözetildiği halde, “Şark âlemini sevindireceği” yalanıyla müzeye çevrildi.
Böylece…
1453'ten 1931'e kadar, tam 478 yıl boyunca cami olan Ayasofya, CHP tek parti diktası ve güdümünde olduğu Batı dünyası öyle istedi diye 1934'te resmen müze yapıldı.
Fakat bu ülkenin şuurlu insanlarının da bir planı vardı.
1952 yılında gerçekleşen Demokrat Parti Çorum İl Kongresi’nde; “İlk ve ortaokullarda Kur’an okutturulmasının temini”, “Mahkemelerde Kur’an üzerine el basarak yemin edilmesi” ve “Gazetelere mayolu kadın resimlerinin konulmasının yasak edilmesi” gibi kararlar alınırken…
Aynı yıl gerçekleşen Demokrat Parti Ankara İl Kongresi’nde ise “Okullarda din derslerinin ehil kimselere verilmesi” ve “Ayasofya camisinin ibadete açılması” kararında mutabık kalınmıştı.
Ne yazık ki bu kararlardan hiçbiri hayata geçirilemedi ve Demokrat Parti darbe ile alaşağı edildi.
Daha da trajik olanı ise…
1960’taki darbe ile Adnan Menderes’i indiren Milli Birlik Komitesi’nde görevli milliyetçi subayların da benzer bir talebinin olmasıydı.
27 Mayıs darbesinin başındaki isim olan ve İnönü’nün emirlerini “peygamber buyruğu” olarak gören Cemal Gürsel, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan sonra, “Ayasofya’yla, camiyle, medreseyle uğraşacak vakit geçti” derken…
Millî Birlik Komitesi’nin 38 üyesinden biri olan ve darbeden 6 ay sonra görevden alınarak Fas’a sürülen Türk Milliyetçiliği’nin ideologlarından rahmetli Dündar Taşer,
“Eğer bir hafta daha Milli Birlik Komitesi’nde kalsaydık, gerekçeye gerek kalmadan, ‘Ayasofya Camii ibadete açılmıştır’ kararnamesiyle ‘bu iş halledilecekti” diyerek, kutlu mabedi özgürleştirmeye niyetli olduklarını açıkça itiraf etmişti.
Bu arada fikir ve gönül erleri de boş durmamış, beklenen günün muştusunu vermişti.
Necip Fazıl Kısakürek, “Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak!..” derken…
Ayasofya şiirleri yazdığı için “idam”la yargılanan Osman Yüksel Serdengeçti ise;
“Bizler, Fatih’in torunları, yakında putları devirip,
Yine seni camiye çevireceğiz.
Dindaşlarımızla
Kanlı gözyaşlarımızla.
Abdest alacak, secdeye kapanacağız
Tekbir ve tehlil sadaları boş kubbelerini yeniden dolduracak
İkinci bir fetih olacak Ayasofya, ikinci bir fetih...” sözleriyle yaklaşan günü haykırmıştı.
Seçim konuşmalarında fethin “açmak” anlamına geldiğini, partisi MSP’nin ambleminin de “anahtar” olduğunu sık sık hatırlatan Merhum Necmettin Erbakan Hoca da her defasında “Zincirlerin kırılacağını, Ayasofya’nın açılacağını” vaat etmişti.
Erbakan Hoca bu muradına bir türlü nail olmadı ama…
Mart 2019’da yaptığı açıklamada;
“Önce Sultanahmet’i doldurun sonra bakarız” sözüyle gençlere iman aşılamayı önceleyen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan;
Ayasofya için “Fetih değil dünya mirası” diyenlere…
“1934’te Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesini, kardeşlikten yana bir tavır” olarak nitelendirenlere…
“Bizans’la barış olmadıkça, bu kavga devam edecektir” diyerek, bize parmak sallayanlara…
“Ayasofya ibadete açılsa dahi ileride yeniden kapatılacaktır” tehdidinde bulunanlara rağmen 10 Temmuz 2020'de imzaladığı tarihi kararname ile tam 89 yıl boyunca ezana ve cemaatine hasret kalan Ayasofya’yı yeniden ibadete açtı.
Dün, Ayasofya’nın ibadete açılmasının 5 yılı dolayısıyla yapılan paylaşım ve haberlere baktığımda, ilk günkü coşkunun devam ettiğini gördüm.
Tabii yaklaşmakta olan tehlikeyi de…
Malumunuz, seçim dönemlerinde camilerden çıkmayan Ekrem İmamoğlu, Ayasofya’nın açılmasını “gereksiz” bulmuştu.
“Hoca” diye bildiğimiz Ahmet Davutoğlu ise Ayasofya’yı “sıkıştığında kullanılacak bir kart” olarak nitelemişti.
Ali Babacan da Ayasofya’yı bir “iç siyaset malzemesi” olarak gördüğünü açıklamıştı.
İşte bu isimlerin baş tacı ettiği ve besleyip semirttiği fondaş medya ise Ayasofya’nın cami olarak açılmasını “2020’nin felaketleri” arasında göstermişti.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Ayasofya’da 86 yıl sonra ilk hutbeyi kılıçla okumasına ve Mustafa Demirkan Hoca’nın Ayasofya Camii'nde gerçekleşen bir icazet törenindeki konuşmasına kızan CHP tabanı ile seküler azınlık da;
“Ant olsun ki peşini bırakmayacağız” sözleriyle, intikam yeminleri etmişti.
Sonra da bu saydığım isimler bir araya gelerek 2023 seçimlerinde Tayyip Erdoğan’ı devirmek için ittifak yapmıştı.
Muhtemelen sandıktan lehlerine bir sonuç çıkmış olsaydı, 10 Temmuz’da imzalanan genelge bugün hiçbir anlam ifade etmeyecekti.
Dolayısıyla…
Ayasofya’nın cami olarak kalabilmesi için melekleri beklemenin veya edilen bedduaların tutmasını dilemenin değil, önce kendilerini Müslüman olarak gören seçmen kitlesinin nerede durduğunu kontrol etmesi gerekir.
Vereceğimiz oyların yalnız manasını idrak etsek bile Ayasofya’yı kıyamete kadar cami olarak muhafaza edebileceğimizi görmemiz gerekiyor.
Zaten Üstad Necip Fazıl Kısakürek de;
“Yalnız mânayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofya’nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır. İsterse açılmasın; ondan sonra her şey, küçük bir tatbikat işinden ibaret kalır” dememiş miydi?
Yorumlar27