Cihangir
- GİRİŞ27.04.2025 09:04
- GÜNCELLEME28.04.2025 09:15
Anadolu yakasından Beşiktaş’a vapurla gelirseniz Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Merkez Kampüsünün hemen üstünde iki minareli bir caminin uzandığını fark edersiniz.
Yakından görmek ya da bulunduğu yerden İstanbul’u seyretmek için Fındıklı sahilinden kuzeye doğru yükselen dik yokuşu tırmanmanız gerekir.
Yokuşun ortalarındaki bir düzlüğe çıktığınızda apartmanların arasında sıkışıp kalmış zarif bir yapı karşılar sizi… Avlusu seyirlik teras gibidir. Tarihi Yarımada’dan Çengelköy’e kadar uzanan muazzam bir panorama ufuklar boyunca uzayıp gider.
Bu mabet, Cihangir Camiidir…
Bahçesindeki ağaçlardan birine yaslanır, manzarasına kendinizi bırakır, esen rüzgâra kulağınızı verirseniz; 16. Yüzyıl payitahtının haşmetli dünyasında yaşanan bir dramı dinler gibi olursunuz.
Dünyanın en güçlü imparatorluğunun en kudretli zamanında yaşayan bahtsız bir şehzadenin dramıdır bu…
……..................
Cihangir, Kanuni Sultan Süleyman’ın son erkek evladıydı.
Gözbebeğiydi.
Merhamet ve rikkat duygularını ayağa kaldıran ciğerparesiydi.
En sevdiği, üzerine en çok titrediği küçük şehzadesiydi.
Sebebi, belki de kambur olarak doğmasıydı…
Zayıf, güçsüz ve hastalıklı olmasıydı.
Güç ve kudretin geçer akçe olduğu bir dünyaya bunlardan mahrum olarak gelmesiydi.
Ne kavga edebilir, ne iktidar yarışına girebilir, ne padişah olabilirdi.
Üstelik bunu sağlamaya Sultan Süleyman’ın bile gücü yetmezdi.
Dünyanın en kudretli insanı olarak sınırsız olduğunu zannettiği gücünün hükümsüz olduğunu gösteren bir aynaydı.
……….................
Cihangir, kaderini kabullenmiş, kendine saltanatın ve iktidarın uzağında saf bir dünya kurmuştu. Fiziki zayıflığının tersine sanatkâr bir ruha, engin bir bakış açısına sahipti. Hattattı. “Zarifî” mahlasıyla şiirler yazar, besteler yapardı. Basiretliydi. Hadiseleri okur, gelişmeleri takip eder, isabetli tahminlerde bulunurdu.
Kanuni Sultan Süleyman, ölüme bu denli yakın ama tahta da bir o kadar uzak şehzadesini en büyük sırdaşı yapmıştı. Sancağa çıkma yaşı gelmesine rağmen yanından ayırmamıştı. Gittiği her yere yanında götürmüş, gönlünü açmış, sıkıntılarını, dertlerini paylaşmış, en mahrem sırlarının ortağı yapmıştı.
Cihangir’in zengin iç dünyasını keşfedenlerden biri de Şehzade Mustafa’ydı. Ayrı annelerden doğmalarına ve siyasetin şehvetine kendini kaptıran üvey annesinin acımasız oyunlarına rağmen onu bir başka severdi.
Cihangir de ağabeyi Mustafa’ya düşkündü. Kim bilir belki de bu düşkünlüğün sebebi, iktidar kavgasına uzak olan hassas kalbinin, devletin geleceğini onda görmesiydi.
Mustafa, veliaht şehzade olmanın yanında iyi yetişmiş bir devlet adamıydı. Manisa, Amasya ve Konya’da sancakbeyliği yapmış, adil idaresiyle ve isabetli tercihleriyle hem halk hem de asker arasında sevilmişti. Kanuni’den sonra Osmanlı tahtının yegâne varisi olarak gösteriliyordu.
Ne var ki; tarih denilen geçmiş zaman hikâyeleri, hak edenin hakkını alamadığını anlatan örneklerle doluydu.
Şehzade Mustafa’nın akıbeti de öyle olacaktı.
Cihangir, annesi Hürrem ve kız kardeşi Mihrimah Sultan’ın eniştesi Sadrazam Rüstem Paşa ile el ele vererek kurguladıkları bir entrika sonucunda Mustafa’nın ihanetle suçlandığını duyacak, sefere çıkan orduda, ordugâhın ortasına kurulmuş padişah otağında, hem de babasının gözleri önünde boğulduğunu görecekti.
O günün halk ozanı Taşlıcalı Yahya’ya hicran yüklü mersiyeler yazdıran, divan şairi Sami Beye cüretkâr sözler söyleten, askere öfke, halka üzüntü veren bu ölüm, Cihangir’e de ağır geldi. Zayıf bedeni yaşanan haksızlığa daha fazla dayanamadı. 1553 yılında, Mustafa’dan bir ay sonra Halep’te öldü.
Mustafa’nın katline rıza göstermekle bir başka evladının da ölümüne sebep olacağını hesap edemeyen Kanuni Sultan Süleyman, çifte evlat acısıyla kahrolmuş bir şekilde payitahta geri döndü. Mustafa’nın naaşını Bursa’ya gönderirken biricik dert ortağı Cihangir’ini yanında getirdi. Beş yıl önce çiçek hastalığından kaybettiği oğlu Mehmet için yaptırdığı Şehzade Camiindeki türbeye gömdü.
Ölümünden altı yıl sonra 1559 yılında adını yaşatmak için Mimar Sinan’a Beşiktaş sırtlarında bir cami yaptırdı.
Cihangir Camii, bulunduğu semte de adını verdi ve İstanbul’un en güzel manzarasına sahip bir ibret anıtı olarak tarih denizinin sırlı derinliğinden bugünlere bakıp haksızlığa isyanın ve iddiasızlığın bir simgesi olarak İstanbul’u seyre durdu.
Not: 23 Nisan’daki depremin, korkuları sonlandıracak zihni bir değişime, tarihi bir atılıma sebep olması temennisi ve duasıyla... Rabbim ülkemizi afetlerden, milletimizi kederden muhafaza etsin...
Zekeriya Yıldız / Haber7
Yorumlar18