Er meydanı
- GİRİŞ29.06.2025 09:31
- GÜNCELLEME29.06.2025 09:31
Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Bey önemli bir komutandı.
Devleti Trakya’ya taşıyan isimdi.
Gelibolu fatihiydi. Karesi yöresinden getirdiği konar-göçer Türkmenleri yerleştirerek bölgenin fethini sağlamıştı.
Edirne’den öteye uzanan keşif akınları yapmış, sonraları Avrupa’ya uzanacak fetihlerin altyapısını hazırlamıştı.
Bu akınlar esnasında yaşanan bir olay, yaptığı fetihlerin ötesinde bir etki bırakacak, yüzlerce yıl sürecek bir geleneğin de başlangıcı olacaktı.
Rivayete göre 1357 yılıdır. Rumeli akınlarına katılan birliklerden biri, bugün Yunanistan sınırlarında kalan Samona çayırlığında mola verir. Kırk yiğit burada güreşe tutuşurlar. Saatlerce süren güreşte, kardeş olan iki pehlivan bir türlü yenişemez. Mola sona erer, toplanıp yollarına devam ederler. Birkaç gün sonra Edirne yakınlarındaki Ahıköy çayırında bir mola daha verirler. Yenişemeyen iki kardeş yeniden güreşe tutuşurlar.
Bütün gün güreşip yine yenişemezler. Gece olur, fener ve çıraların ışığında güreşmeye devam ederler. Ta ki dermanları tükenip solukları kesilinceye kadar... Sonunda yorgun bedenleri takatten düşer, yere yığılıp, yan yana can verirler.
Akıncı birliği, iki kardeşi bir çınar ağacının altına gömerek yoluna devam eder.
Aradan dört yıl geçer.
1361 yılında Edirne fethedilir. İki kardeşin amansız güreşine şahit olan akıncılar, onları defnettikleri yere giderler. Dev çınar ağacının altındaki mezarlar öylece durmakta, ikisinin arasından gür bir pınar akmaktadır. Olay kısa zamanda duyulur. Dilden dile gezip kulaktan kulağa yayılarak bir efsaneye dönüşür. Halk orada yatanların anısına bölgeye “Kırkpınar” adını verir.
Edirne’yi zapt eden Murat Hüdavendigar’ın yaptığı ilk iş, Pehlivanlar Tekkesi açmak olur. Kırk yiğidin hatırasına, Kırkpınar Güreşlerinin başlaması da bundan sonradır.
....................
Türk tarihi, okçuluğun ve biniciliğin olduğu gibi güreşin de tarihiydi.
Fiziki gücü zekâyla birleştiren bu uğraş, Orta Asya steplerinden Avrupa ovalarına uzanan binlerce yıllık serüvenin ayrılmaz parçası, barış günlerinin eğlencesi, savaşa hazırlığın önemli bir unsuruydu. Türk kültürünün anane ve töresinin sembolüydü. Toyların, düğünlerin, bayramların ve zaferlerin vazgeçilmeziydi.
Türklerin Orta Asya’da geliştirip dünyaya yaydığı en yaygın güreş şekli karakucak, Balkanlara geçişle birlikte yerini yağlı güreşe bıraktı. Yağlı güreş, yenişemeden ölen akıncı pehlivanların mücadele azmine duyulan saygının ürünüydü. Vücutları zeytinyağı ile kayganlaşan pehlivanlar, insan takatinin sınırlarını zorlayan bir mücadeleye soyunarak adeta imkânsıza meydan okuyorlardı.
Pehlivanlık, bu toprakların en itibarlı unvanı, güreş, yiğitliği sergilemenin en önemli yöntemlerinden biriydi. Halkın takdiri, kağanların, hakanların ve sultanların teşvik ve koruması altındaydı.
İslâmiyet’e geçişle birlikte yeni bir forma bürünüp disiplin kazanmış, Türkistan coğrafyasında tasavvufla, Anadolu’nun yurt edinilmesi sürecinde tekke kültürü ile birleşmişti. Şehitlerin efendisi Hz Hamza, pehlivanların piriydi. Güreşe başlamadan Peygamber Efendimize salavat getirmek, dua okumak gelenek olmuştu. Peşrev çekilen çayırlara “dualı çayır” güreş alanlarına “er meydanı” denmesi bundandı.
Tekkeler, İslam kültürünün yaşatıldığı, edep, ahlak, usul, erkân öğretilen yerlerdi. Okçular ve süvariler gibi pehlivanların da tekkeleri vardı. Ahlakî olgunluğa erişemeyen, dinini töresini temsil edemeyenlere iyi gözle bakılmaz, ne kadar yetenekli olsalar da itibar görmezlerdi. Devlet, “Küşte gîrân” adı verilen bu tekkelerin her biri ile özel olarak ilgilenmiş, her aşamasını kaydetmişti. “Ceyb-i Hümayun” ve “İhsan-ı Şahane” adı verilen defterlerde tekkelerin idaresinden güreş turnuvalarına, pehlivanların isimlerinden başarılarına kadar her bilgi bulunurdu.
Sultan I. Murat’ın Edirne’de başlattığı Yağlı Güreşler kısa zamanda Ege’ye geçti, oradan Anadolu’ya yayıldı, en ücra yerlere ulaşıp benimsendi. Öyle ki; iki evli küçücük köylerden bile namlı pehlivanlar yetişti.
Güreşçilerin bir cemaat halinde teşkilatlanması Fatih Sultan Mehmet zamanında oldu. Fetihten sonra biri Zeyrek, diğeri Şişhane’de iki güreş tekkesi açıldı. Evliya Çelebi, Zeyrek yokuşundaki tekkede üç yüz pehlivan bulunduğunu, Kasımpaşa’da onlar için bir hamam tahsis edildiğini yazar. II. Beyazıt, uzun yıllar valilik yaptığı Amasya’daki pehlivanları İstanbul’a getirip bölük halinde düzenledi. IV. Murat zamanında kurulan seferli koşuğunda güreşçilere de yer ayrıldı. Sultan Abdülaziz, güreşe en meraklı Padişahların başında geliyordu. Onun zamanında Rumeli ve Anadolu’nun ünlü pehlivanları İstanbul’a getirilerek saraya alındı. Avrupa gezilerinde Padişahın yanında götürüldü. Dolmabahçe, Beylerbeyi ve Çırağan saraylarında dillere destan müsabakalar düzenlendi.
Pehlivanların kendini gösterdiği en büyük er meydanı, hiç şüphesiz Kırkpınar Yağlı Güreşleriydi. Gaddar Kel Aliço, Filiz Nurullah, Koca Yusuf, Kara Ahmet, Adalı Halil, Hergeleci İbrahim ve Kurtdereli Mehmet gibi efsane pehlivanlar buradan çıktılar. 1890’lardan sonra Padişah’ın izni, Şeyhülislamın teşvikiyle Batıya açılıp Avrupa’ya, Amerika’ya gittiler. Yenmedik rakip, kazanılmadık unvan bırakmadılar. “Türk gibi kuvvetli” sözünü dünyaya kabul ettirdiler.
Kırkpınar Yağlı Güreşleri, Edirne’nin fethiyle başlayıp beş asır boyunca efsanenin çıkış yeri olan Kırkpınar çayırlığında yapıldı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle dört yıl inkıta yaşandı. Balkan Savaşında Edirne işgal edildiği için 1913 yılında da yapılamadı. Balkan Savaşları sonrası Kırkpınar terk edilince güreşler Virantekke köyündeki çayırlığa alındı. Birinci Dünya Savaşı sonrası Trakya’nın Yunan işgaline uğraması üzerine 1919-1923 arasındaki dört yılda da er meydanı kurulamadı.
Cumhuriyetin ilanından sonra Kırkpınar Güreşleri yeniden mekân değiştirip Edirne Sarayiçi’nde yapılmaya başlandı. Bu dönem içindeki tek kesinti COVİD-19 salgını nedeniyle 2020 yılında yaşandı.
Olimpiyatlardan sonra dünya tarihinin en uzun organizasyonu olan Kırkpınar Yağlı Güreşleri, 2010 yılında UNESCO tarafından “Somut Olmayan Kültürel Miras” olarak kayda geçirildi.
“Elense”, “tırpan”, “kazık”, “künde”, “kıspet”, “zembil”, “peşrev”, “cazgır”, “güreş ağası”, “kırmızı dipli mum” gibi kendine has özellikleri ve terimleriyle kültürümüzün ayrılmaz parçası olan yağlı güreşler, Anadolu’nun dört bir köşesinde yaşamaya devam ediyor. Karaadilli’den, Fethiye’ye, Gömeç’ten Gazipaşa’ya, Kağıthane’den Kızıklıya, Terme’den Hendek’e yiğidin harman olduğu çayırlarda pehlivanlar peşrev çekiyor...
En büyük peşrevin adresi ise hiç şüphesiz Edirne...
664’ncü kez Kırkpınar’ı yaşamaya, akıncı yiğitlerini anmaya hazırlanıyor.
Zekeriya Yıldız / Haber7
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol