Şaibeli seçim

  • GİRİŞ20.07.2025 09:10
  • GÜNCELLEME20.07.2025 09:10

Türkiye’nin seçim macerası Meşrutiyetin ilanıyla başladı.

1876 yılında hazırlanan yeni anayasa ile iki kanatlı bir meclis oluşturuldu. “Ayan Meclisi” Padişah tarafından belirlenirken, “Mebusan Meclisi” halkın seçimine bırakıldı. Bununla ilgili bir kanun hazırlandı. Mebusların, iki dereceli ve çoğunluk esasına dayanan bir seçimle belirlenmesi kararlaştırıldı.

Bu usule göre “müntehip-i evvel” denilen birinci seçmenler, “müntehip-i sani” denilen ikinci seçmenleri seçecekler, onlar da kendi aralarında yaptıkları ikinci bir seçimle parlamentoya gidecek milletvekillerini belirleyeceklerdi.

Sadece erkeklerin oy kullanabildiği, 25 yaşını doldurmuş, vergi mükellefi vatandaşlar birinci seçmen, her vilayet bir seçim bölgesiydi. Her seçim bölgesi için ayrı günler belirlenip sandıklar kurulacaktı.

Uzun ve meşakkatli bir yöntemdi. Sonuçların alınması haftaları, bazen ayları bulabilirdi.

Ona rağmen uygulandı.

Ağır-aksak adımlarla 1946 yılına kadar işledi. 

70 yıl süren bu yolculuğun neredeyse yarısında parlamento zaten kapalıydı. Açık olduğu dönemlerde de (1912 seçimleri hariç) rekabetin olmadığı, tek partili seçimler yapıldı.

Cumhuriyetin ilanından sonra iki kez muhalif parti tecrübesi yaşandıysa da ömürleri kısa sürdü. 1925 yılında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Sait isyanı sonrası kapatıldı. Bir yıl sonra, İzmir Suikast teşebbüsüyle oluşturulan İstiklal Mahkemesinde yöneticileri yargılandı. Kimileri idam edildi, kimileri siyaset yasağına uğradı, kimileri de sürgüne ve zindana gönderildi. 1930 yılında kurdurulan Serbest Fırkanın akıbeti de aynı oldu. Mahalli seçimlerde elde ettiği kısmi başarı sonrası irticaya odak olduğu gerekçesiyle kapısına kilit vuruldu.

Ülkenin, suskun ve muhalefetsiz yılları, tek parti sultasında akıp gitti.

1923, 1927, 1931, 1935, 1939, 1943...

Görünürde seçim çarkı aksamadan işliyordu. Meşrutiyet döneminin şartları içinde hazırlanmış seçim kanunuyla dört yılda bir seçimler yapılıyor, yine listeler hazırlanıyor, yine ilanlara çıkılıyor, yine sandıklar kuruluyordu. Bu süreç içerisindeki en önemli gelişme 1935 seçimlerinde yaşanmış, cinsiyet farkı gözetilmeksizin genel oy ilkesi uygulanmış, kadınlar ilk kez oy kullanmıştı.

Bunun dışında her şey aynıydı. Muhalefet olmadığı için ne adayın niteliği önemliydi ne de seçmenin talep ve tercihleri... İktidar partisinin üyesi olan ikinci seçmenlerin yaptıkları tek şey, önlerine konan listeyi onaylamaktan ibaretti.

Onun için de seçimler göstermelik, katılım yok denecek kadar azdı.

Öte yandan memleket fakirdi. Tarıma dayalı ekonomisi dünya bunalımıyla çıkmaza girmişti. Devrimlerin yerleşmesi için uygulanan sertlik, idarecilerin ilgisizliği ve ağır vergiler halkı canından bezdirmişti.

..............

İkinci Dünya Savaşı, dünyanın olduğu gibi Türkiye’nin de dengelerini değiştirdi.

Savaş sonrası iki bloklu yeni bir dünya düzeni kurulmuş, bir tarafta Amerika’nın başını çektiği Batılı kapitalist ülkeler, diğer tarafta SSCB’nin komünist ülkeleri sıralanmıştı.

Türkiye, tercihini Batıdan yana yaptı. Bu tercihin belki de en büyük sebebi Sovyet diktatör Stalin’in 19 Mart 1945’te yaptığı açıklamaydı. Stalin, 1925’ten beri yürürlükte olan Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmasını yenilemeyeceğini ilan etmiş, Boğazların yönetiminde ortaklık, Kars ve Ardahan’da hak talep etmişti.

Sovyet tehdidi altında Batıya yanaşan Türkiye’nin siyasal rejimiyle de onlara benzemesi ve demokratik sisteme geçmesi kaçınılmazdı. Nitekim 19 Mayıs 1945 günü yayınlanan Cumhurbaşkanlığı bayram mesajında, halk idaresinin geliştirileceğini müjdelendi. Ardından iki dereceli seçim sistemini tek dereceye indiren yasal düzenlemeler yapıldı.

Bu esnada CHP içten içe kaynıyordu. Savaş sonrası Avrupa’da yayılan demokrasi söyleminden cesaret alan kimi muhalifler kıpırdanmaya başlamıştı. Bu muhalif grubun başını Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes çekiyordu. 7 Haziran 1945 günü parti meclisine “Dörtlü Takrir” adıyla anılan bir önerge verip parti içi tartışma ortamının oluşmasını talep ettiler. Önergenin reddedilmesi üzerine Celal Bayar milletvekilliğinden istifa etti. Demokratikleşmeyi savunan yazılar yazmaya, konuşmalar yapmaya başladı. Onu diğerleri izledi.

Kamuoyu biraz merak daha çok da tedirgin nazarlarla gelişmeleri izliyordu. Terakkiperver Fırkanın akıbeti ve Serbest Fırkayla yaşanan tecrübe zihinlerdeki tazeliğini koruyordu. Soruların, endişelerin ve tereddütlerin olması normaldi. Öte yandan kitlelerin sabrı da tükenmişti. Bu yüzden muhalefetin, gazete sayfalarından ve salon kürsülerinden meydanlara inip ete kemiğe bürünmesi, ülkeyi yeni bir heyecan dalgasına sürüklemesi zor olmadı.

7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti kuruldu.

Normal takvime göre seçimler 1947 yılında yapılacak, seçim sisteminin çok partili hayata etkisi ilk kez sınanacaktı. Çoğunluk esasına dayalı bu sisteme göre bir ilde tek bir oyla bile olsa seçimi önde bitiren parti o ilin bütün milletvekillerine sahip oluyordu. Aynı zamanda seçimlerde yargı denetimi yoktu. İktidara bağlı bürokrasi ve kurumların gözetiminde yapılacak, açık oy verilip gizli sayım yapılacaktı.

DP, sistemin risklerine rağmen dünyada esen demokrasi rüzgârına da güvenerek seçimi kazanacağını düşünüyor, yoğun bir çalışma yürütüyordu. Bir yandan örgütlenmesini yaparken diğer yandan da Fevzi Çakmak, Refet Bele gibi tanınmış isimleri listesine almıştı. İstanbul, İzmir, Adana, Mersin, Niğde, Zonguldak gibi illerde mitingler yapıyor, her mitinge yüzbinler sel olup akıyordu.

Ne var ki CHP’nin iktidarı bırakmaya niyeti yoktu.

Hürriyet, demokrasi, çok partili rejim, serbest seçimler... Bütün bu söylemler, zevahiri kurtarmak içindi. Esas amaç, kurucu partinin iktidarını seçimle tescillemekti. Küçük ve kontrollü bir muhalif grubun meclise girmesi seçimin sıhhatini gösterecek, içerinin rekabet hissi tatmin edilirken dışarıya çok partili, demokratik bir rejim görüntüsü verilecekti.

İlk hamle, Haziran ayında toplanan Meclisin erken seçim kararı almasıyla yapıldı. Seçimlerin bir ay sonra 21 Temmuz 1946’da yapılacağı açıklandı.

DP’nin bu süre içinde örgütlenmesini tamamlayıp ülke genelinde seçimlere girmesi imkânsızdı. Parti yönetimi büyük bir şok yaşadı. Ne yapacaklardı? Sonucu baştan belli bir seçime girip oyunun bir parçası mı olacaklardı yoksa seçimleri boykot edip tek parti idaresine devam mı edeceklerdi?

İtirazlar günlerce sürdü. Karşı saldırılar, tehditler, şantajlar arasında ülkenin dünyadaki imajı düşünüldü, vatandaşların sükût-u hayali tartışıldı ve sonunda seçimlere girmeye karar verildi.

Cumhuriyet tarihinin ilk çok partili seçimi, adlî denetim dışında, açık oy-gizli sayım ve liste usulü çoğunluk esasına göre 21 Temmuz 1946 günü yapıldı.

Demokrat Parti, 16 ilde örgütlenmesini yetiştirememiş, 465 milletvekili için ancak 273 aday gösterebilmişti.

CHP bütün ülkede örgütlü bir partiydi. Yarışa büyük bir avantajla girmişti. Buna rağmen, seçim sisteminin kendisine sağladığı bütün imkânları hoyratça kullanmaktan çekinmedi. Jandarma dipçiği ve idarî zorbalık seçimin en büyük simgesi oldu. Özellikle taşradaki sandıklarda muhalefet partisine mühür basmak isteyenlere olmadık eziyetler yapıldı. Muhalefetin önde olduğu sandıklarda oy pusulaları değiştirilerek gizli sayımın gereği fazlasıyla yapıldı.

Sonuçlar iki gün sonra 24 Temmuz Salı sabahı açıklandı. Ve her şey beklendiği gibi oldu.

396 milletvekili çıkaran CHP, ilk çok partili seçimden ezici bir zaferle(!) ayrıldı. DP 62, bağımsızlar 7 milletvekili ancak çıkarabildiler.

“Şaibeli seçim” olarak tarihe geçen 1946 seçimi, galipler için mızrağın çuvala girdiği son seçim olacak, hakkı gasp edilen millet, 1950 baharında ilk büyük tokadını atarak karşılık verecekti.

Zekeriya Yıldız / Haber7

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat