Lozan'ın 102. yılı
- GİRİŞ27.07.2025 09:19
- GÜNCELLEME28.07.2025 12:49
Ankara’yı ıslatan yağmurlu bir sonbahar günüydü.
Takvimler 5 Kasım 1922’yi gösteriyordu.
O gün, Lozan barış görüşmelerinde Türkiye’yi temsil edecek heyet Ankara’dan ayrılıp İsviçre’nin yolunu tuttu.
Heyetin başında İsmet Paşa vardı. Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşanın doğrudan tercihi ile seçilmişti.
Öncesinde Heyet-i Vekili Reisi Rauf Bey başta olmak üzere, Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey, Dahiliye Vekili Fethi Bey hatta Karabekir Paşa gibi Milli Mücadelenin önemli isimleri gündeme gelmiş, Ankara kulisleri günlerce onları konuşmuştu.
Mustafa Kemal Paşa hiçbirini istememiş, ağırlığını her daim kendisine sadık olan Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşadan yana kullanmış, önce Hariciye Vekilliğine getirip siyasi bir hüviyet kazandırmış, ardından konferansın “Baş Murahhası” olarak seçilmesini sağlamıştı.
Bu tarihi görevde kendisine yardımcı olacak iki delege belirlenmişti. Biri Maliye Bakanı ve Trabzon Milletvekili Hasan (Saka) Bey, diğeri Sağlık Bakanı ve Sinop milletvekili Rıza (Nur) Bey... Ayrıca danışman, uzman ve mütercimlerden oluşan 33 kişilik bir ekip onlara eşlik edecekti.
En büyük zaaf, murahhaslar arasında bir diplomatın olmamasıydı. Osmanlı Hariciyesinde yetişmiş çok sayıda diplomata rağmen TBMM’nin itibarını sarsacağı düşüncesiyle onlara itibar edilmemişti.
Hükümet bu zaafı ortadan kaldırmak için uzun bir çalışma yapıp 14 maddeden oluşan bir metin hazırlamıştı. Misak-ı Milli kararlarının esas alındığı metinde; sınırların tespitinden adaların durumuna, kapitülasyonlardan azınlıklara, Osmanlı borçlarından ordu ve donanmaya, tazminatlardan cemaat ve vakıfların haklarına kadar temel konularda Ankara hükümetinin yaklaşımı ortaya konulmuştu. Mecliste de uzun müzakereler yapılmış, o günleri yaşayan bir mebusun ifadesiyle “borçsuz, istiklali tam, sınırlarında mazlum ve zincir sesi olmayan bir vatan” için herkes fikrini söylemişti.
Heyet, cebinde Meclis’in yetki belgesi, elinde Sevr’i hükümsüz kılan zorlu bir savaşın zaferiyle İsviçre’ye vardığında dünyanın gözü Leman Gölü kenarındaki bu küçük sayfiye kasabasına çevrilmişti.
Konferans 20 Kasım 1922 günü Man Benon Gazinosunda yapılan bir törenle açıldı. Ardından esas görüşmelerin yapılacağı Uşi Şatosu Oteline geçildi. Barış Masasında sekiz ülkenin temsilcileri vardı. Bir tarafta İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya diğer tarafta Türkiye... Amerika Birleşik Devletleri gözlemci olarak katılmış, Boğazların statüsü konuşulurken Sovyet Rusya ile Bulgaristan, ticaret sözleşmeleri esnasında Belçika ve Portekiz müdahil olmuşlardı.
İki dönem halinde sekiz ay süren konferans, 4 Şubat’ta kesintiye uğradı. Diğer konuların yanında kesintinin esas sebebi Musul meselesiydi. Zengin petrol yataklarıyla İngiliz emperyalizminin iştahını kabartan Musul, Türkiye’nin de olmazsa olmazıydı. Mondros imzalandığında Türk devletinin sınırları içinde bulunan, Misak-ı Millinin ayrılmaz bir cüzü olan, nüfusunun büyük çoğunluğu Türkler ve Kürtlerden oluşan bir vatan parçasıydı.
Masayı çevreleyen müttefiklerin kadroları ve imkânları genişti. İstediklerini alamadıkları noktalarda yeni talepler dile getiriyor, yeni hamleler yapıyorlardı. İngiliz temsilci Lord Curzon’un “Musul konusunun masadan kaldırılarak Milletler Cemiyetine havale edilmesi” yönündeki teklifi bu yönde atılmış bir adımdı.
Teklif, Türk heyeti arasında tartışma doğurdu. İsmet Paşa, antlaşmanın bir an önce imzalanmasını isterken Hasan Bey kararsız kaldı, Rıza Bey şiddetle itiraz etti. Konu Ankara’ya soruldu.
Lozan ile Ankara arasında iki telgraf hattı vardı. Bunlardan biri Akdeniz’den geçen Doğu hattı diğeri Bükreş’ten geçen Batı hattıydı. Türkiye’nin kullandığı Doğu hattını İngilizler ele geçirmiş, şifreleri kırıp haberleşmeyi çözmeye başlamışlardı. İkinci dönem İngiliz baş delegasyonunun, yıllar sonra dediği gibi; “bu kaynaktan elde edilen bilgiler paha biçilmez değerdeydi. İngilizleri rakibinin elini bilen bir briç oyuncusu konumuna sokuyordu.”
İsmet Paşanın ve hükümetin eğilimine karşın Meclisteki mebusların büyük çoğunluğu bu şartla imzalanacak bir antlaşmayı kabule yanaşmadılar. Hatta Musul’un silah kullanılarak alınmasını istediler.
Bu direniş üzerine başka sorunlar da çıkınca müttefiklerin sulh projesi reddedildi. 4 Şubat 1923’te görüşmeler kesildi. Lord Curzon İngiltere’ye, Türk heyeti de Ankara’ya döndü.
Siyasi ve iktisadi meselelerden kapitülasyonlara kadar Lozan görüşmelerinin tamamı gizli celselerde uzun uzadıya tartışıldı. Konu Musul’a gelince gerginlik oldu. Meclis’in muhalif kanadı olan İkinci Grup üyeleri, Lozan heyetini Misak-ı Milliye uymamak hatta ihanet etmekle suçladılar. Hiçbir şart altında Musul’suz bir antlaşmanın Meclis’ten geçmeyeceğini tekrarladılar.
Bundan sonraki günlerde siyasetin ateşi alevlendi. 1 Nisan 1923’te alelacele erken seçim kararı alındı. Muhalefetin önemli hatiplerinden Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, öldürüldü. Hıyanet-i Vataniye Kanununun kapsamı genişletilip ağırlaştırıldı.
Milletvekilleri seçim bölgelerine dağılırken Lozan Heyeti de ikinci tur görüşmeleri için yeniden İsviçre’nin yolunu tuttu.
Yarım kalan görüşmeler 23 Nisan’da başlayıp Temmuz ayının ortalarında tamamlandı. Musul meselesi hariç diğer konularda mutabakata varıldı.
Mutabakata varılan konular arasında Türkiye’nin kırmızıçizgisi olarak hazırlanan 14 maddelik metnin başka maddeleri vardı. Musul dışında başka tavizler de verilmişti.
Mesela, “Adalar konusunda duruma göre davranılacak, kıyılarımıza pek yakın olan adalar ülkemize katılacak” denilmişken Bozcaada ve Gökçeada dışında hiçbir ada sınırlarımıza katılamamıştı. “Trakya’da 1913 sınırının elde edilmesine çalışılacak” denilmişken, Meriç’in Batı yakasında kalan Karaağaç’ın savaş tazminatı olarak alınması dışında ileri adım atılamamıştı. Aynı şekilde “Batı Trakya’nın hukuki durumu bölgede oturanların oylarıyla tayin edilecek” denilmişken Yugoslavya ve Romanya’nın karşı çıkmasıyla yapılamamış, adli kapitülasyonlar kaldırılamamış, Rum Patriği ülkeden çıkarılamamıştı..
24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Üniversitesi salonunda imzalanan antlaşma 2 Ağustos’ta TBMM’nin onayına sunuldu. Musul’un dışındaki bu tavizlere rağmen ne itiraz eden çıktı ne de sıra kapaklarını yumruklayan... Geçen süre içinde meclis yenilenmiş, muhalif isimler temizlenip uyum ve ahenk içinde çalışacak yeni bir kadro oluşturulmuştu. Üstelik bu süreçte saf dışı bırakıldığını düşünen Başvekil Rauf Bey istifa edip Ankara’yı terk etmişti.
Yine de 14 mebus ret oyu verdi. O da fazla önemsenmedi. Neticede sekiz aylık serüven bitmiş, yeni bir rejim, yeni bir dönem başlamıştı.
Tahammülsüzlüğün ve acelenin sebebi belki de buydu...
Zekeriya Yıldız / Haber7
Yorumlar15