Siyaset kurbanı bir deha
- GİRİŞ03.08.2025 09:08
- GÜNCELLEME04.08.2025 10:29
Esas adı Muhiddin Piri.
Fatih devrinde padişahın emriyle Karaman’dan getirilip Trakya’ya yerleştirilen ailelerden birine mensup...
Ünlü denizci Kemal Reis’in yeğeni...
Kesin tarihi bilinmemekle birlikte 1465-1470 yılları arasında Gelibolu’da doğduğu sanılıyor.
Doğduğu topraklar derya kıyısı, amcası da ünlü bir denizci olunca okyanusları mesken tutması sürpriz olmadı.
Gençliği amcasının yanında korsanlık yapmakla geçti. Cerbe Adasından hareketle Sicilya, Korsika, Sardinya ve Fransa kıyılarına akınlar düzenlediler. Kış aylarını Tunus ve Cezayir limanlarında geçirip yöre halkıyla yakın dostluklar kurdular.
Endülüs’deki son İslam şehri olan Gırnata’nın 1486 yılında düşmesi üzerine amca-yeğen Müslüman halkın yardımına koştular. Osmanlı bayrağı çektikleri gemileriyle Müslüman ahaliyi zulümden kurtarıp Afrika’ya taşıdılar. Bu hareketleriyle hem Osmanlı sarayında hem de Akdeniz havzasında büyük takdir topladılar.
Venedik’e sefer hazırlığı yapan Sultan II. Beyazıt, Akdeniz’de korsanlık yapan denizcilere çağrıda bulunarak Osmanlı donanmasına katılmalarını istemişti. 1494 yılında bu çağrıya uyarak İstanbul’a geldiler. Padişahın huzuruna çıkıp devletin hizmetine girdiler. Barbaros Hayrettin Paşanın komutası altında Osmanlı donanmasında yelken açtılar. Balear Adalarına ve Korsika’ya akınlar düzenlediler.
Deniz savaşlarındaki ilk başarısı 1499-1502 yılları arasındaki Osmanlı-Venedik savaşında görüldü. Bu savaşta ilk kez savaş kaptanlığı yaptı. Venedik filosunu yenen Osmanlı Donanması Doğu Akdeniz’de kontrolü ele geçirdi. Ardından sırasıyla İnebahtı, Moton, Koron, Navarin, Midilli ve Rodos seferlerinde savaş komutanı olarak görev aldı.
Namı, bütün Akdeniz’e Piri Reis olarak yayıldı.
16 Ocak 1511 günü Amcası Kemal Reis’in Sen-Jan Şövalyelerine karşı giriştiği bir muharebede şehit olması onu çok sarstı. Deryalara veda edip Gelibolu’da inzivaya çekildi. Zeki, aynı zamanda gözlemci bir kişiliği vardı. Genç yaşında Akdeniz’in her köşesine gitmiş, gittiği yerlerin fiziki yapılarını, şehirlerin sosyolojisini ve halkın kültürünü yakından inceleyip notlar almıştı. Bir deniz savaşında Kolomb’un seferlerine katılan bir İspanyol bir denizci ile tanışmış, anlattıklarını dinleyip elindeki haritaları incelemişti. Oturdu, dünya denizciliğinin ilk kılavuz kitabı olan Kitab-ı Bahriye’yi yazmaya başladı. Aynı zamanda ilk dünya haritasını çizdi. Haritada Atlas Okyanusu, İber Yarımadası ve Afrika’nın batısı ile birlikte yakın zamanda keşfedilen Amerika’nın doğu kıyılarının olması şaşırtıcıydı.
Gelibolu’da geçirdiği birkaç yılın ardından 1516’da donanmaya geri döndü. Derya Beyi rütbesiyle Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine katıldı. Emrindeki donanmayla İskenderiye’yi ele geçirdi. Oradan Kahire’ye uzanıp Nil Nehrinin haritasını çizdi. Bu esnada Padişah tarafından huzura kabul edilip övgüye mazhar oldu. Çizdiği dünya haritasını Yavuz Sultan Selim Han’a takdim etti. Büyük Sultan’ın cihangir ufkunu ifade eden, “Bir sultana çok ama iki sultana da az” şeklindeki meşhur sözünü bu haritaya bakarak söylediği rivayet edilir.
Kanuni Sultan Süleyman dönemi, devletin imparatorluk seviyesine ulaştığı muhteşem bir geçiş dönemiydi. Aynı zamanda onun da devlet katlarında şöhret ve itibarının arttığı yıllardı.
1522 yılında Rodos kuşatmasına katıldı. Adanın fethi, onun tavsiyeleri, tecrübesi ve ustalığıyla kazanıldı. Bu durum Sadrazam Pargalı İbrahim Paşanın dikkatini çekti.
İki yıl sonra Hain Ahmet Paşa isyanını bastırmak için Mısır’a giderken donanma komutanlığına Piri Reis’i getirdi, kendisi de amiral gemisinde onun yanına bindi. Uzun yolculuk esnasında bolca sohbet etme imkânı buldular. Pargalı İbrahim, Kitab-ı Bahriye’nin varlığını o zaman öğrendi. Eseri yeniden gözden geçirip temize çekmesi halinde Padişah’a bizzat takdim etmesi için yardımcı olacağını söyledi.
Piri Reis seferden sonra yeniden Gelibolu’ya döndü. Eserine son şeklini verip takdime hazır hale getirdi. Sonuna da şöyle bir not düştü:
“Padişah hazretlerinin bunu beğenmesi Yüce Allah’tan niyazımdır.”
Niyazı kabul oldu. 1526’da Pargalı İbrahim aracılığıyla takdim edilen kitabı Kanuni Sultan Süleyman çok beğendi. Piri Reis’i iltifat ve ödüllere boğdu.
Denizciliğin ve haritacılığın bu muazzam dehası, Sadrazam Paşanın en yakın adamlarından biri olarak da payitahtta müthiş bir nüfuz kazandı.
Bu tarihten sonraki ikbal ve nüfuz yılları on yıl sürdü. 1536 yılında Sultan’ın tahtına göz diktiği şüphesiyle Pargalı İbrahim Paşa idam edildi. Ardından siyasetin değişmez töresi bir kez daha çalıştı. Onunla ikbal bulan, yanında yöresinde kim varsa çil yavrusu gibi dağıtıldı. Kimi cellat satırına, kimi zindana, kimi sürgüne gönderildi.
Piri Reis’i bu akıbetten Barbaros Hayrettin Paşa kurtardı. Onun değerini ve yeteneklerini yakından bilen Kaptanıderya, son anda ceza almasını engelleyip himayesine aldı. Buna rağmen gözden düşürüldü, bir köşeye atılıp yalnızlaştırıldı. 1536-1546 yılları arasında adeta yok sayıldı. Hiçbir sefere çağrılmadı, hiçbir deniz savaşında görev verilmedi.
1546 yılında Hint Okyanusundaki Osmanlı Donanmasının Derya Kaptanı olan Sinan Reis aniden vefat etti. Bu esnada Akdeniz kaynamaya başlamış, denizcilikte büyük gelişmeler kat eden Portekiz, Hürmüz ve Aden’i işgal etmişti. Basra Körfezi ve Kızıldeniz’in tüm kontrolü Portekiz’in eline geçmek üzereydi.
Bu can sıkıcı sorunu çözecek, Osmanlı donanmasını yeniden okyanusa çıkaracak, İslâm’ın mukaddes beldelerini koruyacak, haccın deniz yolunu güvenliğe kavuşturup Portekiz’e haddini bildirecek tecrübeli bir denizciye ihtiyaç vardı. Barbaros Hayrettin Paşanın önerisiyle bütün gözler bir kez daha Piri Reis’e çevrildi.
Saygın ve lekesiz bir geçmişi vardı. Seksene dayanan ömrü denizcilikte geçmiş, Akdeniz’in her köşesinde görev yapmış, sayısız savaşlara katılmış, dünya haritaları çizmişti. Kitab-ı Bahriye’nin müellifiydi. Sultanların takdirini kazanıp övgüsünü almıştı. İsteseler de ondan iyisini bulamazlardı.
1547 yılında göreve çağrıldı. Hint Kaptan-ı Deryası unvanı verilip sefere yollandı. Padişah’ın görev fermanında “Hind kapudanı Piri Bey” diye hitap ediliyor, “umur-dide kulum” diye tasvir ediliyor, “yüzün ağ olsun” temennileriyle övülüyordu.
1552 yılının Nisan ayında güçlü topları, kalabalık mürettebatı, otuz kadırgadan oluşan filosuyla Mısır’ın Süveyş kentinden hareket etti. Cidde’yi ve Aden’i geçip okyanusa açıldı. Kendisinden iki kat fazla Portekiz donanmasını yenerek Basra Körfezi yakınındaki Maskat kalesini aldı. Sefer, Yemen, Umman ve Arabistan’ın kıyı topraklarını ele geçirdi. Ardından Hürmüz’ü kuşattı. Basra Körfezini bir tıkaç gibi tıkayan Hürmüz’ün zengin ahalisi şehri çoktan terk edip Keşm adasına sığınmış, Kraliyet ailesi iç kaleye geçmişti. Osmanlı kuvvetleri kısa zamanda şehri ele geçirdi ancak sıkı bir şekilde korumaya alınan iç kaleyi alamadı. Kuşatma 19 Eylül’den 9 Ekim’e kadar yirmi gün sürdü.
Kuşatma esnasında Kalenin Portekizli komutanı Noronha, merkez üsleri olan Goa’daki genel validen acil yardım istemiş, uzayan kuşatma Osmanlı donanmasının moralini bozmuştu. Üstelik kuşatma esnasında mühimmat dolu bir gemi batmış, cephane tükenmeye başlamıştı. Ansızın gelecek bir yardım gücü mutlak bir hezimet yaşatabilirdi.
Piri Reis, bu endişeyle kuşatmayı kaldırdı. Donanmayı Körfeze sokup iç kısımlara doğru ilerledi. Yüklü bir ganimetle Ekim ayı sonlarında Basra’ya ulaştı.
Bir müddet sonra kırk gemiden oluşan Portekiz donanmasının Hürmüz Boğazını tuttuğu haberi geldi. Piri Reis, elde ettiği ganimetleri üç gemiye yükleyip filosunu Basra’da bırakarak tekrar güneybatıya yöneldi ve Portekiz donanmasının arasından ustaca sıyrılarak Hürmüz’ün önünden geçti. Basra Körfezinden çıkıp tekrar Kızıldeniz’e girerek Süveyş’e ulaştı. Stratejisi, ganimetleri emniyete almak, askerlerinin dinlenmesini sağlamak, gemilerini onarıp takviye kuvvetlerle geri dönüp Hürmüz’ü yeniden kuşatmaktı.
Ne var ki düşündüklerinin hiçbirini yapamadı. Dedikodu ve iftiralar ondan önce gelmiş, hırsların ve menfaatlerin beslediği iftira lobisi tezgâhı kurmuş, idam sehpası çoktan hazırlanmıştı.
Kahire’ye gelir gelmez tutuklanıp hapse atıldı.
Hakkındaki iddialar birbirinden ağırdı... Öncelikle Basra’ya ulaşıp kuvvetlerini takviye ettikten sonra Hürmüz’e saldırması gerekirken erken davranıp Padişahın emrini dinlememişti. Kuşatmayı Portekizlilerden aldığı rüşvet nedeniyle kaldırmıştı. En önemlisi de sırf kendini kurtarmak için filosunu geride bırakıp savaş alanından kaçmıştı. Bunlar vatana ihanet suçlarıydı ve affı mümkün olamazdı.
Bu iddiaların ardında üç isim vardı: Basra Beylerbeyi Kubat Paşa, Mısır Beylerbeyi Dukakinzade Mehmet Paşa ve Sadrazam Rüstem Paşa...
Kubat Paşa, ganimetlerden pay alamadığı için Piri Reis’e öfkeli, Mehmet Paşa, başarılı olması halinde kendi yerine geçeceğini düşündüğü için kıskançtı. O sırada Sadrazam olan Rüstem Paşa ise merkezileştirme siyaseti yanlısıydı. Geçen yönetimden kalan Hind Okyanusundaki açılımlarla ilgilenmiyor, dahası Pargalı İbrahim Paşa ekibinden birinin ortadan kaldırılması işine geliyordu.
Hal böyle olunca; her bir iddia, gerçekliği tetkik edilmiş suçlar gibi Padişaha sunuldu. İnfaz emri mühürlenip Kahire’ye yollandı.
Hayatı ülkesine hizmetle geçen, dünya tarihinin en büyük denizcilerinden biri olan ve çizdiği dünya haritasıyla bugün bile bilim dünyasını kendine hayran bırakmaya devam eden Piri Reis 1553 yılının Aralık ayında Kahire’de idam edildi.
Zamanla, her iddianın birer iftira olduğu ortaya çıksa da siyasetin kirli çarkı hükmünü icra etmiş, kötülüğün hesabı mahşere kalmıştı. Bir de tarihin hükmüne...
Zekeriya Yıldız / Haber7
Yorumlar30