Alp Arslan ve Diyojen

  • GİRİŞ24.08.2025 09:18
  • GÜNCELLEME25.08.2025 09:56

Romen Diyojen, Doğu Roma ordusunun önemli komutanlarından biriydi. Özellikle Balkanlarda Peçeneklerle yapılan savaşlarda ön plana çıkmış, şöhret ve itibar kazanmıştı. Devlet bürokrasisinde mühim görevler üstlenen Kapadokya kökenli tanınmış bir aileye mensuptu. Askerî başarıları ve tanınmışlığı onu başkentin en güçlü adamlarından biri haline getirmişti.  

Dönemin İmparatoru X. Kostantin Dukas 1066 yılında öldü. Geriye üç erkek evlat bıraktı. Ancak çocukların yaşları küçük olduğundan karısı Evdokia onların naibesi sıfatıyla kraliçe ilan edildi. 

Ne var ki Kraliçe’nin yönetimi istenileni veremedi. Memnuniyetsizler çoğaldı. Saray entrikaları, müdahaleler, ordu içindeki gruplaşmalar birbirini izledi. Devlet idaresinde büyük bir boşluk doğdu. Bu boşluğu fırsata çevirmek isteyen Romen Diyojen, askerî bir darbeyle iktidarı devirmek istedi. Fakat başaramadı. Yakalandı, hapse atılıp idama mahkûm edildi. 

İnfaz öncesi Kraliçe Evdokia onunla konuşmak istedi. Zincire vurulmuş bir şekilde huzura getirdiler. İşte o anda tarihin ender rastlanan hadiselerinden biri gerçekleşti. Kraliçe, namı Bizans’ı saran bu cesur, karizmatik ve yakışıklı generalden etkilenip evlenme teklif etti.  
Diyojen’in idam mahkûmu bir ihtilalci olarak girdiği saraydan imparator olarak çıktığı bu görüşmeye, Bizanslı kimi tarihçiler romantik bir anlatımla yaklaşırken kimileri de genç bir kadının çaresizliğine vurgu yaparlar. İdare mekanizmasına yuvalanmış cuntalarla başa çıkamayacağını gören Kraliçenin güçlü bir şahsiyeti imparator yaparak kendisini ve çocuklarının geleceğini güvence altına almak istediğini yazarlar.

Bu yorumlardan hangisi doğrudur bilinmez. Bilinen; Kapadokyalı Diyojen’in 1068 yılında IV. Romen Diyojen (IV. Romanos Diogenis) adıyla Doğu Roma İmparatoru olduğudur.
Bizans’ın bin yıllık köhne yapısına ve bozulmuş düzenine 38 yaşındaki genç bir generalle çare arandığı bu yıllarda, Doğu’da yeni, güçlü ve dinamik bir devletin yıldızı parlamaya başlamıştı.

24 boydan oluşan Oğuz Türklerinin Kınık Boyu tarafından tarih sahnesine çıkarılan devletin adı Büyük Selçuklu İmparatorluğuydu. 

1037 yılında Tuğrul ve Çağrı adında Türkmen Beylerinden iki kardeş tarafından kurulmuş bu devlete, dedeleri Selçuk Beyin adı verilmişti. Tuğrul Bey Sultan, Çağrı Bey en önemli yardımcısı ve komutanıydı. Mensubu oldukları Türk devlet geleneğini, İslam’ın cihat ve gaza ruhuyla birleştirip hızla büyümeye başlamışlardı. Öyle ki; kısa zamanda Hazar Denizinin kuzeyinden Hürmüz Boğazına, Umman’dan Taberistan’a, Kazvin’den İsfehan’a, Nihavent’ten Şehrezur’a kadar bölgedeki İslam topraklarının çoğuna hâkim olmuş, Abbasi Halifesinin bulunduğu Bağdat ve Musul civarını kontrol altına almışlardı. Hedefleri, İslam dünyasının birliğini sağlamak, ardından Bizans topraklarına yönelmekti. Yeni Kızılelma, Roma başkentinin fethiydi. Gürcü, Ermeni ve Bizans ordularına yönelen saldırılar, “ehl-i küffar” topraklarına girişin ilk işaretleriydi.

Birinci Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin oğlu yoktu. Onun ölümünden sonra kardeşi Çağrı Beyin çocukları arasında saltanat mücadelesi olmuş, bu mücadeleden galip ayrılan Alp Arslan 1064 yılında başkent Rey’de tahta oturmuştu.

Romen Diyojen’in imparator olduğu yıl, Selçuklu Devletinin başında Sultan Alp Arslan bulunuyordu. Dört yıllık Selçuklu Sultanıydı. Kırk yaşına yeni girmişti. Genç yaşına rağmen onlarca sefere katılmış, ordular yönetmiş, ülkeler fethedip muazzam zaferler kazanmıştı. Sadece Türk boylarının değil tüm İslam dünyasının en güçlü hükümdarıydı. 
Taht mücadelesini kazandıktan sonra tüm enerjisini devleti büyütüp güçlendirmek için harcamış, akından akına koşmuştu. Büyük Anadolu seferi öncesi Ermenistan ve Gürcistan’ı almış, Doğu Anadolu’da Bizans’a büyük darbeler vurmuştu. Bu darbelerin en şiddetlisi, meşhur Ani şehrinin fethedilmesi ardından Kars’ın alınmasıydı. 

Ani, Bizans’ın en önemli hudut şehriydi. O güne kadar, değil düşürülmek kuşatılmaya bile cesaret edilememişti.

Ani’nin düşüşü Haçlı dünyasında şok etkisi yaparken İslam dünyasında sevinç ve takdirle karşılanmış, Sultan Alp Arslan’a Halife Kaim bin Emrillah tarafından “Ebû”l Feth” (fethin babası) unvanı verilmişti.

Anadolu kapılarını gevşeten bu başarıdan sonra Orta Asya’dan sökün eden Türk boylarının Selçuklu hâkimiyetine girişi hızlanmıştı. Alp Arslan yeni katılımlarla tazelenen bu güçleri, küçük fakat ısrarlı akınlar halinde Anadolu içlerine gönderiyor, zanaat ve ticaret erbabı ahiler ocak kuruyor, dervişler gönül tutuşturup yurt tutuyordu.  

Bizans’ın yeni ve genç İmparatoru Romen Diyojen’in bütün dikkatini Doğuya vermesi bundandı. İktidara gelir gelmez üç askerî sefer düzenlemiş, kısmî başarılar kazanmış ancak Selçuklu ilerleyişini bir türlü durduramamıştı. Hristiyan dünyasını kâbustan kurtaracak, kendini ispatlayıp iktidarını sağlama alacak kesin ve kalıcı bir zafere ihtiyacı vardı.

1070 yılı sonlarında Alp Arslan’ın Mısır seferine çıktığı haberi üzerine harekete geçti. Kaynaklarda 80 ila 100 bin arasında olduğu yazılan muazzam bir orduyla en büyük seferine çıktı.

Haçlı Ordusunun Anadolu ortalarına ulaştığı günlerde Sultan Alp Arslan Halep kuşatmasındaydı. Haberi alır almaz kuşatmayı kaldırıp Anadolu önlerine yürüdü. Bir yandan da öncü birliklerini Diyojen’in üzerine saldı. Hem ilerleyişini yavaşlattı hem de onları kendi hâkimiyetindeki Malazgirt kalesine yönlendirdi. 

Bizans ordusu kavurucu Ağustos sıcağı ve akıncılarının bunaltıcı baskısı altında güçlükle ilerleyip Malazgirt önlerine geldiğinde Selçuklu ordusu çoktan yerini alıp savaş düzenine girmişti. 

Tarihler 26 Ağustos 1071’i gösteriyordu.

Günlerden Cuma’ydı ve Malazgirt Ovası mahşer yeri gibiydi. 

Sadece at ve mızrak ormanında kaybolmuş savaşçıların değil Hilalin ve Haçın kalbi de burada atıyordu.

Bizans Patriği tüm kiliselerde zafer ayinleri yaptırıyor, İslam Halifesi Cuma hutbesinde zafer duaları okutuyordu. 

Kısacık ömürleri başarılarla dolu iki komutan, Doğunun ve Batının iki Sultanı, o gün hayatlarının en önemli seferi için ordularının başlarına geçtiler.

Alp Arslan bir kefeni andıran bembeyaz giysiler içinde askerlerine moral konuşması yaptı, Diyojen kendisi gibi zırhlara bürünmüş komutanlarına zafer sözü verdi.
Ardından müthiş bir kapışma oldu.

Sayıları bir tarafta 20 bine, diğer tarafta 100 bine yaklaşan iki ordu amansızca birbirlerine yüklendiler.

Savaş saatlerce sürdü. 

Güneş hükmünü yitirip dağların ardına yöneldiğinde sonuç belli olmuş, İslam ordusu muazzam bir zafer kazanmıştı.

Sultan Alp Arslan, esir olarak huzuruna getirilen İmparator Diyojen’e oldukça nezaketli davrandı. Tahtının sağ yanına oturtup iltifatta bulundu. Hususi bir çadırda bir hafta süreyle misafir olarak tuttu. Yıllık 360 bin Bizans altını vergi ödenmesi karşılığında serbest bıraktı. 

Ancak bu antlaşma hiçbir zaman uygulanamadı. Mağlubiyet sonrası Bizans’ta taht değişikliği olmuş, Diyojen hakkında yakalama kararı çıkartılmıştı. Anadolu’ya dağılmış askerlerinden derme çatma bir ordu toplayarak bu defa da kendi ülkesine karşı savaştı. Adana civarında yakalanıp bir katır sırtında Kütahya’ya götürüldü. Oradan da Bizans’a nakledildi. Gözlerine mil çekilerek Kınalıada’daki bir manastıra kapatıldı. 4 Ağustos 1072’de burada öldü. 

Malazgirt Muharebesi ile Türk tarihinin en büyük zaferlerinden birini kazanan Sultan Alp Arslan da zaferden sonra Horasan bölgesindeki isyanları bastırmak üzere yönünü Doğuya çevirmişti. Bu sefer esnasında Berzem Kalesinin hâkimi Yusuf el-Harizmi’yi bizzat cezalandırmak istedi. Tedbirsiz bir şekilde huzura alıp üzerine ok attı. Oku savuşturan Harizmi’nin hançerli saldırısına uğradı. Ağır yaralandığı bu saldırıdan kurtulamadı. Diyojen’in ölümünden yaklaşık üç buçuk ay sonra 24 Kasım 1072’de hayata gözlerini yumdu. 

Tarihçiler, büyük bir lider ve devlet adamı olmanın yanında iyi bir Müslüman olduğunu söylerler. Ölmeden önce şöyle dediği rivayet edilir:

“Dün bir tepeden ordumun geçişini izliyordum. Askerimin çokluğu ve heybeti karşısında yer sarsılıyor zannettim. Bana bir gurur geldi. ‘Dünyanın en güçlü sultanıyım beni kim devirebilir’ dedim. Hâlbuki akıllı ve tecrübeli bir dervişin bana iki nasihati vardı. Birisi, kimseyi hakir görmemek, diğeri de kuvvetine güvenmemek. Gaflete düşüp ikisini de ihmal ettim. Allah’tan mağfiret diliyorum...”
........
Sekiz yıllık saltanatına koca bir tarih sığdıran Sultan Alp Arslan, sadece Anadolu’nun değil yeni bir dönemin de kapılarını açtı. Bu kapıdan giriş öylesine hızlı oldu ki; Malazgirt’ten çok değil dokuz yıl sonra Kutalmışoğlu Süleyman Şah, İznik’e kadar gelip 1080 yılında Selçukluların başkenti ilan etti. 

Malazgirt zaferinden 851 yıl sonra Bizans’ı ihya etmek için Anadolu’yu işgale gelen Yunan ordusunun da aynı gün, aynı akıbete uğraması, tarihin garip bir cilvesiydi. 
Anadolu’yu yurt yapanlara selam olsun.

Zekeriya Yıldız / Haber7

 

Yorumlar17

  • Diyarbekirli 2 hafta önce Şikayet Et
    Güzel makaledir. Yazarı tebrik ederim. Malazgirt in kaderini değiştiren Diyarbakır'dan Sultan Alparslan'a sırf cihad aşkıyla yardıma gelen 10.000 civarındaki Mervani Kürtlerden de söz etseydi daha hakkaniyetli olurdu.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Tahir şahin Konya 2 hafta önce Şikayet Et
    Allah nixlrride onlsra lauık kıldın inşsllsh Allah birligimizi dirliğimizi daim etsin inşallah
    Cevapla
  • Recep 2 hafta önce Şikayet Et
    Bu makaleyi yazan , Ağabey ve O'nun dostlarınada selam olsun
    Cevapla Toplam 6 beğeni
  • Ali Osman Işık 2 hafta önce Şikayet Et
    Alpaslan ve askerleri Anadolu'yu dervişler ve ahiler gönülleri fethetti. Allah hepsinden razı olsun
    Cevapla Toplam 8 beğeni
  • Recep IŞIK 2 hafta önce Şikayet Et
    A.Osman IŞIK kardeşim çok güzel ve HACCAK aile terbiyesi almışsın.Seni tebrik ediyor gözlerinden doya doya HASRETLE öpüyorum.MALAZGİRT KAHRAMAN ın Ruhu ŞAD,toprağı NUR,mekanı FİRDEVİS CENNETİ(cennetin en üst ve orta yeri)olsun.Onların Ruhları için her gün KUR AN okuyup bağışlıyorum.Alp ARSLAN ve tüm kahramanlarımıza.Benim torunumun adı da Muhammed Alparslan IŞIK dır.
  • Enver 2 hafta önce Şikayet Et
    Guzel bir derleme emeğine teskrler
    Cevapla Toplam 6 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat