Cellat mezadı

  • GİRİŞ19.10.2025 08:46
  • GÜNCELLEME19.10.2025 14:14

Eyüpsultan Camiinin giriş kapısının hemen solundaki sokağa girdiğinizde mezarlıklar arasından kıvrılarak giden dar ve yokuş bir yol görürsünüz. Kavuklu mezar taşlarının sıralandığı bu yokuşa kendinizi vurursanız, Fransız yazar Pierre Loti’nin bir müddet yaşadığı, şimdilerde kahve olarak kullanılan ahşap bir binanın önüne varırsınız. Bu binanın önündeki yoldan devam ettiğinizde önünüze Karyağdı Baba Tekkesi çıkar. Tekkeden Haliç’e doğru inen bayıra dikkatlice bakın; iki metre yüksekliğinde ve dikdörtgen şeklinde kabaca yontulmuş taşlar görürsünüz.

Bunlar cellatların mezar taşlarıdır.

Yılın ilk karının düşüp en son kalktığı bu serin ve kuytu köşe de Osmanlının cellat mezarlığıdır.

Mezar taşı işçiliğini sanata dönüştüren bir geleneğin, aynı özeni cellatları için göstermeyip başlarına ibret anıtına benzeyen bu taşları dikmesi oldukça anlamlıdır.

Çünkü cellatlar “işi, insan öldürmek olan” bir mesleğin mensuplarıdır. Öldürdükleri kişi suçlu da olsa; insan canına kıyan bu kişilere toplum hiçbir zaman iyi gözle bakmamış, sağlıklarında olduğu gibi öldükten sonra da aralarında görmek istememiştir.

Osmanlı sarayı da toplumun bu isteğini dikkate almış, acıma, merhamet ve sevgi hisleri kaybolmuş cellatları için ayrı bir mezarlık yapmış, onları yılın büyük bölümünde karların altında kalan bu tepeye gömmüştür. Belki de günahların kirini, karların beyazlığı altında gizlemek istemiştir.

Cellatlık, ilk olarak ne zaman çıktığı bilinmemekle birlikte insanlık tarihinin en eski ve en ürkütücü mesleklerinden biridir.

İdam cezası uygulayan her devlet gibi Osmanlıda da kurumsal bir cellatlık teşkilatı vardı. Bu teşkilat, Bostancı Ocağının bir kolu olan Cellat Ocağına bağlı olarak çalışırdı. Ocaktaki cellatların sayısı zamanla değişmekle beraber 20 ila 40 kişi arasında olurdu. Cellatların seçimine özel önem verilir, bunların özellikle Hırvat dönmesi ya da çingene olmalarına dikkat edilirdi. Ocağa alınan cellat adayları, “cellat yamağı” olarak işe başlar, mesleğin inceliklerini öğrendikten sonra cellatlığa terfi ederlerdi. Bir diğer özellikleri de dilsiz olmalarıydı. Buraya seçilen kişiler eğer doğuştan dilsiz değillerse dilleri kesilerek dilsizleştirilirlerdi.

Cellatlar Bostancı Ağanın emri altında çalışırdı. Bostancı Ağa sarayın en büyük zabitlerinden biriydi. İdam hükmü önce ona ulaştırılır, o da hükmün yerine getirilmesi için cellat ocağına emir verirdi. Eğer idam mahkûmu olan kişi, devlet ricalinden biriyse infaza Bostancıbaşı Ağa nezaret ederdi. İnfaz öncesi mahkûmlara soğuk şerbet içirilmesi adettendi. Bugün halk arasında kullanılan “ecel şerbeti içmek” deyiminin buradan geldiği söylenir.

İdama mahkûm edilen sıradan insanların cezaları genelde halka ibret olması için suçun işlendiği yerde verilir veya Parmakkapı’da asılarak idam olunurdu. Devlete isyan etmiş, şeriata karşı gelmiş, casusluk yapmış, devlet hazinesini soymuş, hareme göz dikmiş suçluların infazı ise ya Balıkhane Kasrı kapısında ya Yedikule Zindanında ya da Topkapı Sarayının Orta Kapısında bulunan bir çeşmenin yanında yapılırdı. Özellikle siyaseten veya Divan-ı Hümayunda yargılanarak suçlu bulunanların infazının yapıldığı bu alana “siyaset meydanı”, çeşmeye de “siyaset çeşmesi” denirdi. Cellatlar kanlı ellerini bu çeşmede yıkar, infazı yapılan kişilerin başları çeşmenin yanındaki bulunan “ibret taşı” üzerinde teşhir edilirdi.

Son dönem Osmanlı tarihçilerinden Abdurrahman Şeref Beyin anlatımıyla, “nice feryat ve zârilerin şahid-i camidi olan bu menhus çeşme” 1889 yılında Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Topkapı Sarayını ziyareti nedeniyle kaldırılıp Bab-ı Hümayun içine taşındı, yerine Hamidiye Çeşmesi yapıldı. Aynı şekilde ibret taşı da yerinden sökülerek toprağa gömüldü.    

İstanbul dışında, İmparatorluğun uzak bölgelerinden birinde idam edilen devlet adamlarının kesilen başları Topkapı Sarayına getirilip ibret taşında sergilenir, bedenleri ise öldürüldükleri yere gömülürdü. Başı bir yerde gövdesi başka yerde gömülü olan devlet adamları içinde en meşhuru Viyana’yı ikinci kez kuşatan Merzifonlu Kara Mustafa Paşadır.

Her meslekte olduğu gibi Cellatlar arasında da bazı kişiler ön plana çıkmış, isimleri bir korku ve ürperti hissi ile beraber günümüze kadar ulaşmıştır. Bunların en tanınanı 17. Yüzyılda yaşayan Cellat Kara Ali’dir. Ünlü şair Nef’i’nin yanı sıra, bir padişah (Sultan İbrahim), ondan fazla Sadrazam, bir o kadar da vezir ve paşanın canını alan Kara Ali’nin acımasızlığı kadar dış görünüşünün ürkütücülüğü hakkında da sayısız hikâye anlatılır.

Bazı tarihçiler, mezarlarından bile uzak duran halkın, cellat eli değmiş eşyalardan da köşe bucak kaçtıklarını yazar, konu buraya gelince de “cellat mezadı”ndan bahsederler.

Anlatıya göre, konumu ne olursa olsun bir kişi cellada teslim edildi mi, infaz sonrasında maktulün üzerinden çıkan her şey celladın olurdu. Cellatlar, öldürdükleri kişilerin üzerlerinden çıkan değerli eşyaları biriktirir ve yılda bir veya iki kez yapılan cellat mezadında satarlardı. Mezat, Edirnekapı Surlarının hemen altında kurulurdu. Ne var ki birbirinden pahalı eşyalar yok pahasına satışa sunulmasına rağmen alıcı bulması zor olurdu. Çünkü buradan alınan malların uğursuzluk getirdiğine inanılırdı.

Ünlü tarihçi Peçevi İbrahim Efendinin anlattığı bir olay, bu inanışa hak verecek bilgiler içerir:  

Bugün Fatih’teki tarihi su kemerlerinin hemen altında bulunan “Gazanfer Ağa Medresesi”nin banisi olan Kapı Ağası Gazanfer Ağa, üzeri değerli taşlarla kaplı pahalı bir saat yaptırır. Kullanmaya fırsat bulamadan İstanbul’da çıkan bir isyan sonrasında idam edilir. Koynundan çıkan saat, kendisini idam eden cellat tarafından mezada çıkarılır. Saati, Tırnakçı Hasan Paşa satın alır. Haftasında aynı akıbete uğrayıp idama mahkûm edilir. Saat ikinci kez mezada çıkar. Saatin yeni sahibi Kasım Paşa da cellat elinde can verir. Saat, yeni bir mezat sonrası Sadrazam Derviş Paşaya geçer. O da kardeşi Civan Beye hediye eder. Eğriboz Sancak Beyi olan Civan Bey, saatin laneti hakkında anlatılanları duyunca bir taşla ezerek denize atar. Bu olaydan yarım saat sonra yanına kan ter içinde bir atlı gelip görevinden azledildiğini söyler. Civan Bey, azledilme nedenini sorar. Haberci de, “Ağabeyiniz Derviş Paşa idam edildi. Sizin dahi idamınız için ferman çıktı. Lakin araya giren dostlarınızın tavassutuyla idam kararı geri alındı. Ben acele ederek cellattan önce geldim. Cellat yarım saat önce gelseydi siz de idam edilmiş olacaktınız” der.

.......................

Bir gün yolunuz Karyağdı Bayırına düşerse, estetik ve sanat endişesi taşımadan dikilen cellat mezarlarına dikkatlice bakın... Onlar, hiçbir suçun karşılıksız, hiçbir suçlunun cezasız kalmayacağını gösteren ibret taşlarıdır.

Aynı zamanda insan canına kıymayı içine sindiremeyen bir medeniyetin de simgeleri...

 

 

Yorumlar11

  • Kalemşör 2 saat önce Şikayet Et
    İlginç bir yazı, bir solukta okudum.
    Cevapla
  • Tapır 2 saat önce Şikayet Et
    Cellatlardan kacan halk cellat a emir verenden kaç ıyor enteresan bı dunya yaw
    Cevapla
  • fuat 3 saat önce Şikayet Et
    adamların ne suçu var? öldürtenden söz edin asıl onların mezarlarını garip yerlere koymalı.
    Cevapla
  • Eyüp Goksel 3 saat önce Şikayet Et
    her gün 50 müslüman öldüren Yahudiler, Allah'ın laneti üzerinize olsun, şehitlerin ve yakınlarının bedduaları, arş ı aladan uzerinize yağsın.
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • Sinan 3 saat önce Şikayet Et
    Cellat gargiyan neyse o dur görevini yapmış
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat