Ahıska’nın yelleri
- GİRİŞ16.11.2025 09:18
- GÜNCELLEME16.11.2025 09:18
Gürcistan’la olan sınır çizgimiz Karadeniz’den başlayıp Ermenistan’a kadar uzanır.
Bir harita alıp da önünüze açarsanız; uzunluğu üç yüz kilometreye yaklaşan bu çizgiyi takip ederken Posof-Çıldır hattına geldiğinizde ister istemez duraklarsınız.
Çizginin öte yakası Ahıska’dır.
Ahıska Türklerinin baba ocağı, Dede Korkut’un Ak-Sıka’sı, Oğuzların kadim yurdu olan bu topraklar içinizde garip bir hüzün bırakır.
Kasım ayının ortaları geldiğinde dünyanın dört bir yanına dağıtılıp vatansız yaşamak zorunda bırakılan Ahıska Türkleri bu hüznü daha derinden hissederler...
14 Kasım, Ahıska Sürgününün yıldönümüdür.
........................
Etnik kökenleri Kıpçaklara dayanan Ahıska Türkleri, 12. Yüzyıldaki göç dalgasında Gürcistan Kralının davetiyle buraya yerleşip “Atabey Yurdu” adıyla özel bir yönetim kurdular. 1268’de başlayan bu yönetim üç asır sürdü. 1578’deki Çıldır Muharebesi sonrasında Gürcistan’la birlikte Atabey Yurdu da Osmanlı idaresine girdi. Posof, Ardahan ve Çıldır’la birlikte tüm bölge Ahıska Vilayeti olarak adlandırıldı.
250 yıllık Osmanlı idaresinde bölge tümüyle Türkleştirildi. Ahıska Türkleri de en güzel dönemlerini yaşadılar.
1828’de Osmanlı-Rus Savaşı çıktı. Ağır kayıpların verildiği bu savaşta Ruslar batıda Edirne’ye, doğuda Gümüşhane’ye kadar indiler.
Savaş sonunda Edirne Antlaşması imzalandı. Ahıska ile birlikte on Osmanlı vilayeti Ruslara bırakıldı.
Antlaşma sonrası Rusların yaptığı ilk iş, Ahıska ile Anadolu arasına Ermenileri yerleştirmek oldu. Böylece hem iki kardeş halkı birbirlerinden koparmak hem de bölgenin nüfus dengesini bozmak istediler. Ardından baskı ve şiddet yüklü bir idare kurdular. Bu baskılara boyun eğmek istemeyen birçok Ahıska Türkü çareyi soydaşlarına sığınmakta buldu. Göç denklerini sırtlarına vurup Anadolu yollarına düştüler. Kimi Bursa’ya yerleşti, kimi Hatay’a, kimi Çorum’a, kimi Ağrı’ya...
Geride kalanlar, dayanılmaz baskılara göğüs gererek yaşamaya çalıştılar.
Birinci Dünya Savaşı esnasında Ekim Devrimi oldu. Çarlık Rusyası devrilip yerine Bolşevik Sovyet idaresi kuruldu. Ahıska Türkleri için değişen bir şey olmadı. Aynı sert ve acımasız yöntemler demir perde arkasında da hükmünü sürdürmeye devam etti.
Bolşevikler, Ahıska Türklerine hiçbir zaman güvenmediler. II. Dünya Savaşına kadar askere de almadılar. II. Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte 40 bin civarında Ahıska Türkü’nü Almanlarla savaşmak üzere Kuzey Kafkasya Cephesine gönderdiler. Geride kalanları da demiryolu inşaatında çalıştırdılar. 25 bini savaşta, binlercesi de ağır çalışma şartları altında hayatlarını kaybettiler.
Ama esas felaket 1944 yılının son çeyreğinde yaşandı.
Stalin yönetiminin ölüm makinası olan Devlet Savunma Komitesi yaz ortalarında toplanmış, Ahıska Türklerinin bulundukları bölgelerden sökülerek Orta Asya içlerine sürülmesi yönünde bir karar almıştı. Gerekçe sınır güvenliğiydi. Ama esas sebep Ahıska bölgesinin Türk ve Müslüman kökenli halklardan arındırılmasıydı. Ne de olsa Kars ve Ardahan Stalin’in rüyasıydı. Buralara yönelik saldırı planında Ahıska topraklarının önemi büyüktü. Öte yandan bu sürgün Türkiye’nin Türk dünyası ile iletişimini kesen stratejik bir hamleydi. 1923 yılında Zengezur’un Ermenistan’a bağlanması gibi...
Kasım ayının girmesiyle birlikte Ahıska topraklarına binlerce Rus askeri sevk edildi. Ağır silahlarla donatılmış askerler, Türklerin yaşadıkları köy ve kasabaları abluka altına aldılar. Ardından yük trenleri katar katar dizildi.
O yıl kış erken gelmiş, geçitler vaktinden önce kapanmıştı.
14 Kasım gecesinin iliklere işleyen soğuğunda sürgün başladı. Ahıska’nın karanlık semaları çocuk çığlıklarıyla yırtıldı. Uykusuz, çaresiz ve savunmasız insanlar, hayvan taşımakta kullanılan yük trenlerinin karanlık vagonlarına karga tulumba dolduruldular. Siyah dumanlarını salan trenler, Orta Asya’nın içlerine doğru yola çıktı. Evler, bahçeler, hatıralar o dumanlarla birlikte geride kaldı.
Aylarca devam eden büyük sürgünde 209 yerleşim bölgesinden 100 ila 120 bin arasında Ahıska Türkü anayurtlarından koparılıp uzaklara savruldu. Dönemin Azerbaycan yöneticileri, müdahalede bulunup ülkelerinde iskân etmek için Moskova’ya başvurdularsa da sonuç alamadılar.
Sürgün trenleri Ural dağlarını aşıp Orta Asya bozkırlarına uzandı. Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan steplerinde sona erdi. Bu amansız yolculukta soğuklar ve hastalıklar binlerce can aldı. İnsanlık adına yüz kızartan facia dünya kamuoyundan gizlenip yıllarca saklı kaldı.
Sürgüne gönderilen Ahıska Türklerinden yaklaşık 70 bini Özbekistan’da iskan edildi. Geri kalanlar Kırgız ve Kazak köylerine dağıtıldı. Üstelik bu dağıtım esnasında aileler parçalandı. Anne bir yere evlatları başka yere gönderildiler. Sıkı polis rejimi altında halk düşmanı muamelesi görüp yıllarca fakir ve perişan yaşadılar. Eğitim ve seyahat özgürlükleri kısıtlandı. Özel izin almadan bir köyden diğer bir köye gidemez, akraba ziyareti yapamaz hale getirildiler. Bu kısıtlamaların kaldırılması için Türk ibaresinin kimliklerinde yer almaması şartı konulmuştu. Ne varlıklarını duyurabildiler ne yaşadıkları çaresizliği...
Stalin’in 1956 senesinde ölümüyle birlikte üzerlerindeki sıkıyönetim kaldırıldıysa da bir daha ülkelerine dönemediler.
Vatansız bırakılan tek Türk topluluğu olarak Türk dünyasının bağrında dinmeyen bir sızıya dönüşüp öylece kaldılar, hâlâ da duruyorlar.
Her yıl Kasım ayının 14 geldiğinde o sızı biraz daha derinleşiyor. Ya bir ağıta dönüşüyor ya da hicranlı bir türküye... Tıpkı rahmetli Yunus Zeyrek Hocanın mısraları gibi:
“Kardaş, Ahıska’dan haber vereyim,
Bu yıl mahşer oldu kışımız bizim.
Yarılsın kara yer, kabre gireyim,
Kemale ermeden yaşımız bizim.
Kahpe felek bize gör neler etti,
Talihsiz civanlar vuruşa gitti.
Şeyda bülbül sustu, baykuşlar öttü,
Kâbus oldu düşümüz bizim.
Viran oldu kanlı Mugaret düzü
Bu düzde vagona koydular bizi
Feryat, figan etti gelini, kızı
Hazar’da çalkandı yaşımız bizim
Tren bizi Urallardan aşırdı,
Bir kış günü Türkistan’a düşürdü.
Soğuktan dereler, dağlar üşürdü
Yaban otlar oldu aşımız bizim.
Burda kalmaz bir gün yurda döneriz
Zalimleri lanet ile anarız,
Kanat açar Ahıska’ya konarız,
Şen olur içimiz, dışımız bizim.”
Yorumlar1