150’likler...
- GİRİŞ07.12.2025 09:30
- GÜNCELLEME07.12.2025 09:30
Savaş bitmiş, sıra iç hesaplaşmaya gelmişti.
Lozan görüşmelerinin hemen öncesiydi.
Ankara Hükümetinin önemli isimleri Çankaya Köşkünde verilen bir akşam yemeğinde bir araya gelmiş, mühim bir mesele üzerinde tartışmaya koyulmuşlardı.
Konu, Lozan’da gündeme gelmesi muhtemel olan umumi affın sınırlarıydı.
Sofrada, Mustafa Kemal Paşanın yanı sıra yedi kişi daha vardı: Erkan-ı Harbiye Reisi Fevzi Paşa, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa, Meclis Başkanı Kazım Paşa, Dâhiliye Vekili Fethi Bey, Adliye Vekili Seyyid Bey ve Ankara İstiklal Mahkemesi Reisi Topçu İhsan Bey...
İlk sözü Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey aldı:
“Her beynelmilel muahede, bir affı derpiş eder... Bu ihtimale karşı hazırlıklı olmamız, umumi bir af talebine karşı tavrımızı belirlememiz gerekiyor.”
Mustafa Kemal Paşa, hemen sağına oturttuğu İstiklal Mahkemesi Reisine dönerek, “İhsan Bey” dedi. “Hatırlar mısınız, İnönü muharebesi esnasında sizinle hususi bir toplantı yapmıştık...”
Belli ki konuyu önceden aralarında konuşmuşlardı. İhsan Bey, hemen cevap verdi:
“Bugün gibi hatırlıyorum Paşam... Bizim cezalandırdığımız hainler, vasıta-i melanettir. Esas mücrimler karşımızda değillerdir. Onlara da hesap sormak günü geldiğinde isimlerini şimdiden listelemek lazımdır, diye konuşmuştuk.”
“O halde, o zaman yapacağımızı tasavvur ettiğimiz hazırlıklar, şimdi bir emri vaki oluyor. Ne dersiniz?”
İsmet Paşa, söze girdi:
“Heyetimiz, bilâ istisna af talebini kabul edemez. Affa layık olmayanların tespiti mühimdir ve onlar için ısrarcı olunmalıdır.”
Gazi, bu defa da Fevzi Paşaya döndü:
“Müşir hazretleri, ne buyuruyorsunuz?”
“Mücadelei Milliyeye karşı fiilen vaziyet alanlardan hudud-u milli dışında olanları da unutmayalım. Hiç olmazsa kayd-ı hayat şartıyla memlekete sokulmamaları lazımdır.”
Konu hakkında görüş birliğine varılmıştı. Memleketi savaşa sürükleyenler, Milli Mücadeleye tavır alanlar, yazıları, eylemleri ve sözleriyle Kuvayı Milliyeye karşı çıkanlar, isyan edenler, zorluk çıkaranlar asla affedilmeyecekti...
Peki, bu isimler nasıl belirlenecek, listeyi kim yapacaktı? İhanet sebebi sayılacak fiiller neler olacaktı? Hangi tarihten itibaren başlayacak, ne zaman sona erecekti?
Konu saatlerce tartışıldı. Bu esnada Topçu İhsan Bey coşmuş, Balkan Savaşının yitirilmesine sebep olanların, ülkeyi cihan harbine sürükleyenlerin de sorumlu sayılmalarını, Mondros ve Sevr’i imzalayanların da af dışında tutulmamaları gerektiğini söylemişti.
Konu bu kadar genişleyince masada bir gerginlik oldu. Anadolu’ya sonradan geçen İsmet Paşadan Sivas’ta Mustafa Kemal Paşayı tutuklamaya giden Fevzi Paşaya kadar orada bulunanların birçoğu o süreçte izi olan kişilerdi.
İsmet Paşa soğuk bir sesle müdahale etti:
“Paşam, İhsan Beyefendi tehlikeli sularda yüzüyor. Mondros ve Sevr’i imzalayanlar bu işe dâhil edilirse vaziyet ne olacak?”
Herkes birbirine baktı. Öyle ya... Mondros’u imzalayan Hüseyin Rauf Bey, her ne kadar masada bulunmasa da ülkenin mevcut başvekiliydi...
Gazi’nin dudaklarında bir tebessüm dolaştı.
“Şimdilik kafi”, diyerek toplantıyı bitirdi.
...........
O akşam bir sonuca varılamasa da sonraki günlerde bir kurulun oluşturulduğu söylendi. Ankara İstiklal Mahkemesi, Erkan-ı Harbiye Riyaseti, Dahilîye Vekaleti ve Başvekaletten temsilcilerin olduğu bir heyetin kara kaplı deftere isimler yazmaya başladığı konuşuldu. Ankara mahfilleri her gün bir fısıltıyla çalkalandı.
Ardından Lozan görüşmeleri başladı. Trakya sınırları, Ege Denizi, Boğazlar rejimi, azınlık hakları derken nihayet konu genel af görüşmelerine geldi.
9 Ocak 1923 Salı günkü oturumda İtalyan temcilci Montagna, genel affın sınırlarının olabildiğince geniş tutulması gerektiğini söyledi.
“Büyük devletler bu konuyla çok ilgilidirler. Suç olarak değerlendirilecek fiilleri böyle karışık zamanlarda belirlemek pek güçtür. Askerî olduğu gibi siyasal suçların da af kapsamına dahil edilmesi gerekir” dedi.
Türk heyeti, bu teklife direndi. Müttefiklerin böyle davranmakla ileride hainlik ve devlete karşı suç işleme olaylarına cesaret vereceğini söyledi.
Uzun tartışmalardan sonra Türk heyeti 150 kişinin af kapsamı dışında tutulmasına müttefik devletleri ikna etti. Lozan Barış Antlaşmasına bir protokolle eklenen bu istisna, yoğun geçen görüşmeler esnasında yuvarlak bir rakam olarak belirlenip imza altına alınmıştı.
Protokolde şöyle deniyordu:
“Genel affa ilişkin bildirinin birinci paragrafı yürürlükte kalmakla birlikte, Türk hükümeti, bu maddede öngörülen kimseler kategorisine giren yüz elli kişinin Türkiye’ye girişini ve orada oturmalarını yasaklama hakkını saklı tutmaktadır.”
............
150 kişi kimlerden oluşacak, listeyi kim, hangi ölçülere göre belirleyecekti? Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasından sonra da bu belirsizlik sürdü.
Önce 16 Nisan’da ardından 22 Nisan’ı 23 Nisan’a bağlayan akşam bu konu Meclis’teki gizli celselere konu oldu. Uzun ve sert tartışmalar yapıldı. Çankaya’daki görüşmeden sonraki süreçte hükümette bazı değişiklikler olmuş, Dahiliye Vekaletine Ahmet Ferit Bey getirilmişti.
Ferit Bey, yapılan çalışmalar sonucunda 600 kişilik bir liste hazırlandığını, mecburiyet karşısında sayının önce 300’e, ardından 150’ye indirildiğini söyledi. İsimleri tek tek okudu. Padişah Vahdettin’in yakınında bulunanlar, Kuvayı İnzibatiye’ye dâhil olanlar, Sevr Antlaşmasını imzalayanlar, Çerkez Ethem ve ekibi, Çerkez Kongresine katılanlar, kurtuluş savaşı aleyhinde faaliyet gösteren gazeteciler, polisler, mülki ve askeri idareciler ve diğerleri...
Görüşmeler boyunca listenin nasıl hazırlandığı konusu bir türlü açıklık kazanmadı. Bu yöndeki baskılardan bunalan Dâhiliye Vekili çareyi soru soranlara kızmakta buldu:
“Ne prensibi efendim! Hangi prensibi istiyorsunuz? Hain bunlar hain hain!”
İsimlerin okunması tamamlandığında sayının 149’da kaldığı görüldü. Köylü Gazetesi sahibi Refet Beyin eklenmesiyle 150’ye tamamlanıp, Bakanlar Kuruluna gönderildi.
Bu arada ilginç bir gelişme oldu. Meclis görüşmelerinde tüm eleştirileri göğüsleyerek cansiperane bir savunma yapan Dâhiliye Vekili Ferit Bey hakkında gazetelerde peş peşe haberler çıkmaya başladı.
Bu haberlere göre İstanbul Hükümetlerinde görev alıp Kuvayı Milliyeye karşı vaziyet alanları ihanetle suçlayan Ferit Bey de o hainlerden biriydi. Zira Damat Ferit Hükümetinde Nafia Nazırlığı yapmış, bu görevi esnasında Samsun’a çektiği şifreli bir telgrafta Mustafa Kemal Paşaya ağır eleştirilerde bulunmuştu. Gazete haberleri yetmedi; İstiklal Harbi Komutanlarından Refet (Bele) Paşa, suçlamayı daha da ileri götüren açıklamalar yaptı. “Samsun’un İngilizler tarafından işgal edilmesine uğraşıyordu. Milli mücadelenin de aleyhineydi” şeklinde beyanatlar verdi.
Ferit Bey 21 Mayıs günü görevinden azledildi. Yerine Recep (Peker) Bey getirildi. 150’liklerin vatandaşlıktan çıkarılıp ülkeye girişlerini yasaklayan 1 Haziran 1924 tarihli hükümet kararnamesini Dâhiliye Vekili olarak o imzaladı.
Kararnamenin yayınlandığı tarihte 150’liklerin çoğu zaten yurtdışındaydı. İçeride olanlar da apar topar kaçtılar. Yasak on beş yıl sürdü. 26 Haziran 1938 yılında çıkarılan bir kanunla bağışlandılar. Dileyenlerin memlekete dönebilecekleri ve yeniden Türk vatandaşlığına geçebilecekleri açıklandı. Çok azı geldi. Kimi dönmedi, kimi çoktan ölmüştü.
Yorumlar2