Barış treni devrilirse

  • GİRİŞ30.10.2014 10:10
  • GÜNCELLEME30.10.2014 10:10

Bununla birlikte trenin yavaşlaması, sarsılması duraklaması gibi ihtimaller her zaman var.

Nitekim Bingöl'de yaşananlar, Hakkari'deki cinayetler, bir korucunun vahşi şekilde öldürülmesi, PKK-Hizbullah arasında (sorumlusu taraflara göre değişen) ama ölü sayısı 24'e varan olaylar, dün Diyarbakır'daki vahim suikast herkese soru sorduruyor.

Dünya örnekleri göstermiştir ki, barış görüşmelerinin kesilmesiyle başlayan çatışmalar eskisinden daha sert, daha keskin olur. Bizde 6-7 Ekim olayları, şiddetin farklı bir kanaldan kentleri ve kasabaları kuşatabileceğine işaret etmiştir.

Kentler ucu açık alanlardır. Örgütün, örgüt civarındaki serbest radikallerin, uyuyan kimi derin yapıların ve çatışmadan nemalanmak isteyen üçüncü tarafların faaliyetlerinin iç içe girebileceği zeminlerdir.

Hakkari, Bingöl, Diyarbakır olaylarına dair belirsizlikler dahi akla bunları getirmiyor mu?

Biliriz ki, bu tür ortamların önü asayiş önlemleriyle alınamaz. Keskin asayiş önlemleri ise hayatı durdurur.

O zaman mesele bu ortamın zeminini 'akli siyaset yolu'yla küçültmektir.

Kağıt üzerinde formül basittir: Barış trenin tekrar hız alması, taraflar arasındaki makasın kapanması, çözüm sürecinin iç çelişkilerinin giderilmesi tek yoldur.

Zor olan formülün hayata geçirilmesidir: Gelinen noktada sıkışıklık yapısaldır. Hem Rojava gibi milli sınırlar dışındaki unsurların Türkiye'nin Kürt sorununun parçası olmaya dönüşmesi, hem devlet-İmralı arasındaki temaslarda Kürt tarafının müzakare ve özerklik, Türk tarafının silahsızlanma ve entegrasyon yöntemlerinin birbirini 'itmeye' başlaması, 'kritik bir an' oluşturmaktadır.

Devletin yöntemi örgüt tarafından bir tasfiye politikası olarak algılamaktadır. Örgütün özerklik beklentisi ve adaletten tapu işlevine kadar pararel bir siyasi merkez inşa etme gayreti ise devlet için kırmızı bir çizgi olmayı sürdürmektedir.

Bu sıkışıklık nasıl aşılır?

Açık: Her iki tarafın diğer yöne doğru adım atmasıyla …

Türkiye'nin Suriye politikası doğru bir politikadır. Yanlış olan Kobane ve Rojava'yı sadece bu politika içinde değerlendirmesi, bu iki faktörün barış sürecine etkilerini eksik okumasıdır. Bu çerçevede devleti düşen ilk adım, şüphe yok ki, Rojava'ya yönelik daha kucaklayıcı, PYD'yle farklı bir teması öngören bir strateji geliştirmesidir. İkinci adım vatandaşlık tanımı, yerel yönetimler konusu gibi kimi temel meseleleri demokratik uygulamalar içinde bir aşı gibi kullanmaktan çok, bunları karşı tarafla görüşerek yapması, bir tür müzakere kapısını açması ve bu çerçevede Öcalan'ın haraket alanını genişletmesidir.

Bunlar bugüne kadar atılanların yanında hiç de zor adımlar değildir.

Kürt Siyasi Haraketi'nin ise iki ciddi sorunu var. İlki kendi iç dağınıklığından kaynaklanıyor. Bu hareket kendi iç siyasetini ve dengelerini barış sürecine, Kürt politikasına sıkça transfer etmektedir. Bu, son dönemde HDP ve özellikle Demirtaş üzerinden olduğu gibi 'meşru siyasetin'ın dışlanması, sıradanlaştırılması noktasına da gidebilmektedir, İmralı ve Kandil arasındaki rol farklılaşmasına ve siyasi hamleler üzerinden verilen karşılıklı mesajlara da...

yazının devamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat