Kimin halife olacağına TBMM karar verir!

El-Kaide, Amerika’nın, bağımsız ülkelerin iç işlerine karışmak için yarattığı bir gulyabani. Tamamen kendisinin tasarlayıp büyüttüğü bu terör örgütünü Amerika, İslamcılık yakıştırmasıyla bir frankeştayna dönüştürdü ve onu bir yafta olarak Müslümanların boynuna astı.

  • GİRİŞ16.09.2014 13:48
  • GÜNCELLEME16.09.2014 13:48

El-Kaideye kendi yaptırdığı eylemlerle önce uydurma bir “Küresel Terörü” var etti, sonra ad ondan kendine bir vazife çıkararak, yanına aldığı İngiltere ve İsrail ile birlikte şimdi güya o küresel terörizmi yok etmek için savaşıyor.

El-Kaide'nin dünya çapında bir terör örgütü haline gelmesi de yine Amerika sayesinde oldu. Bugün hala üzerinden şaibe kalkmayan ve Siyonist Neoconcu Amerikan derin devletinin bir işi olduğu giderek de ağırlık kazanan 11 Eylül saldırısı El-Kaide’ye mal edilerek, önce dünya çapında bir ün kazandırıldı, sonra da Amerikan askeri doktrininin dünyanın şurasında burasında operasyonlar yapmasının gerekçesi haline getirildi.

Bunun sayısız kanıtları var. Amerika da Avrupa da bilir böyle bir örgütün olmadığını ama her meselede o bahane edilerek, Pakistan’a müdahale edilir, Afganistan’a müdahale edilir, Irak işgal edilir, Arabistan tehdit edilerek, orta doğudaki batılı operasyonların faturası ödetilir, Türkiye, bölgede yapacakları şenaate ortak olması için zorlanır..

El-Kaide martavalı artık komik hale gelince bu kere de İŞİD dedikleri örgütü var ettiler. Şimdi gözdeleri o. Irakta bir İslam devleti kuracakmış. Kimin silahıyla?  'Büyük Şeytan' dedikleri Amerika’nın silahlarıyla!

Ama Amerika, ona karşı uluslararası bir operasyon yapma hazırlığında. Avrupa’dan ve Arap ülkelerinden de bir kısmını yanına alacakmış? Amerika bugün dünyada bilinen en büyük terörist destekçisi ve yatakçısıdır. En büyük finansçısıdır. Sonra da çıkıp ülkeleri teröre dest ve yataklık etmekle suçlar. Böyle aşağılık ama her seferinde üste çıktığı bir politika izlemektedir. (Bu sefer Türkiye, en azından Amerika’nın istediği rolü üstlenmeyeceğini gösterdi.)

Suriye meselesine, iç dengeler bahane edilerek, halk savaş istemiyor denilerek müdahale etmeyen Amerika, şimdi ne oldu ki, IŞİD’e karşı operasyon yapma ihtiyacı duyuyor.

Bunlar çok açık bir şekilde bölge halklarını aptal yerine koymak anlamına geliyor. Bugüne kadar hep yuttuk. Ama artık uyanmak gerekiyor.

IŞİD’in, ortaya çıkmasının en bariz gerekçesi, Kerkük Petrollerinin Türklerin inisiyatifine geçmesini önlemek. Bir de Kuzey Irak Kürtlerini Türklerle birlikte hareket etmekten vaz geçirmek! Düşünün ki İngilizler Musul petrollerini Türkiye’ye kaptırmamak için içerde isyan çıkartmışlardı 1925’te. Bir diğer gerekçe de Türkleri, yeni oldu bittilere mecbur etmek.

Örgütün lideri Ebu Bekir El-Bağdadi’nin de bir ajan olduğu söyleniyor. Asıl El-Bağdadi’nin 2006 yılında öldüğü yerine de bu ajanın ikame edildiği iddia ediliyor. Ve bu adam kendisini Halife diye ilan ediyor.  Türkiye gibi bir memlekette bile onun kendisini halife ilan etmesine ciddi bakanlar çıktığına göre oynanan oyunun büyüklüğü insanı dehşete düşürüyor.

Adamın ismi, hicri üçüncü yüzyıldan fırlayıp gelmiş gibi. Ebubekir El-Bağdadî. Tam bir tasarım. Şiilerin damarına basmak için özellikle seçilmiş. Ve adam çıkıyor diyor ki ben halifeyim. Gerçi halifeyim demeseydi de ona itibar edilirdi. Hatırlayın, bundan bir asır önce de tüm Arap dünyası bir homoseksüelin rehberliğinde Osmanlıya karşı kalkışmıştı. Onun, dönemin Arap şeyhlerine sunduğu hizmetler, Arapları aleyhimize çevirmeye yetmişti Birinci Cihan Harbi esnasında.

Şimdi Arap kardeşlerimizi kandırmak o kadar da kolay olmadığı için kökten çözüm getiriyorlar. Halife tayin ediyorlar. Halife olunca akan sular durur ya. Ellerinde güçlü zihin karıştırma yöntemleri de var. İstediklerini hepimize yutturabiliyorlar. Eğer elinizde rahmani bir ölçü yoksa!

Daha önce de Vahhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdulvahhab’ı, adı bu yöntemlerle hazırlayıp önümüze koymuşlardı. Basbayağı tuttu o proje. Muhammed İstanbul’a gelmek isteyince, İngilizler, hemen Kudüs’teki Safi adlı Yahudi asıllı ajanlarını ona göndermişlerdi. Safiye adını alan bu ajan onunla evlendi ve onun İstanbul uleması ile bir araya gelmesini önledi. Mamafih daha sonra  Muhammet bin Abdülvahhab’ın kendisinin de kripto Yahudi (Sebataycı) olduğuna dair güçlü veriler ortaya çıktı. 

….

İmdiii, tüm Müslümanlarda bir kurtarıcı bekleme fikri, onlar için bulunmaz bir fırsattır. Siyasi gidişatı bizden daha iyi okudukları ortada…

Nasıl sevdiğimiz siyasi liderleri, kendi projeleriymiş gibi getirip önünüze koyuyorlar, korkarım ki yakında bize bir mehdi, bir Mesih bir halife de çıkarırlar. Çünkü ortalık, mehdi ve halife taslaklarından geçilmiyor. Bu kadar ‘mehdi olma meraklısı’nın bulunduğu bir yerde pekala ‘İngiliz, İsrail ve Amerikan’ tasarımı olan Mehdi veya Halife, diğer mevcutlardan çok etkili ve inandırıcı gelebilir. Baksanıza adamın adı Ebu Bekir. Künyesi Bağdadî. Ne mübarek bir isim ve ne tarihi bir künye. Ben bile ismine tav oldum!

Sonra, adam sıradan biri de değil. Yüksek bir stratejiye sahip(!) İşte gördünüz, bir avuç IŞİD militanına nasıl bir güç yüklediler. Ellerini kollarını sallayıp şehir alıyorlar. Tam da halifenin ve mehdinin askerlerine yakışır bir hal bu!

Batıya karşı zafer kazanmış kim olursa olsun artık makbul olduğuna göre Amerika bunu kendi eliyle yapar. Bu yurtları onlara teslim eder ve ebediyen işin içinden çıkamazsınız. İslam dünyası, Vahhabilikten kendisini kurtarabildi mi? Her ne kadar Hambeli gibi yaşıyorlarsa da Vahhabilik beşinci bir mezhep gibi icra-yı faaliyet ediyor.

Korkarım ki bir halife çıkarırlar ve o hakiki manada çıkacağı haber verilen zatınn çıkışını önler. Veya biz sahtesini, hakikisine tercih edecek duruma geliriz. Türkiye’nin son bir yılda yaşadıklarını bir düşünün! Ne kadar kafa karıştırıcı ve yıkıcı…

İslam dünyası kritik bir safhaya doğru sürükleniyor. Gerçek bir kurtarıcının artık ortaya çıkacağını umduğumuz bir anda adamlar önüneze harika projeler koyuyorlar. Kim inanmaz.

Bu konuları benden daha iyi bilen ve hakikaten güzel tahlil eden çok yazar var. O konuları onlara havale ediyorum. Ben meselenin bir başka yönüne bakacağım.

Bilmiyorum resmi makamlar bu meseleye nasıl bakarlar ama bence Türkiye halife tayin etme hakkının kendisinde olduğunu deklare etmeli.

Eğer illa bir halifeye ihtiyaç varsa –ki şurada burada bir yığın insan çıkıp kendisini öyle bir isimle tanıtıyorsa demek ki birileri ihtiyaç duyuyor veya bize ihtiyaçmış gibi dayatacaklar- Türkiye uluslararası sözleşmelerin kendisine tanıdığı haktan yararlanmalı ve halifesini tayin etmeli!

Bilindiği Hilafet ilan etme ve bir halife seçme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin uhdesi altındadır. İngiltere ve avenesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni tanımak ve bağımsızlık hakkını vermek için bir takım dayatmalar getirmişlerdi. Bunlardan biri de Hilafetin kaldırılmasıydı.

Mustafa Kemal önceleri buna yanaşmadı. Çünkü hilafetin nasıl müthiş bir siyasi manivela olduğunu biliyordu! O yüzden direndi. Ama sonra isteklerini yerine getirdi ama tamamen yok etmemek şartıyla. “Hilafet TBMM’nin şahs-ı manevisinde mündemiçtir” denildi. Yani halk açısından bu ifade, “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hilafet Makamını da temsil eder” anlamına geliyordu. Yani meclis başkanı aynı zamanda Halifedir!

İmdi bendeniz diyorum ki Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi uhdesinde bulunan şu meseleye bir el atsa da insanları şunun bunun peşine takılmaktan kurtarsa!

Malum, Mustafa Kemal hilafeti lağvetmedi. Esasında hilafeti kaldırmak istemiyordu ama İngilizlerin tek şartı oydu TC’nin bağımsızlığını tanımak noktasında.  Mecburen lağvetti ama bir gün bu millet kullanabilir diye tamamen kaldırmadı. “Hilafet TBMM’nin şahsı manevisinde mündemiçtir” dedi.

Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Büyük Millet Meclisi, bir hususi celse tertip etse ve dese ki, “Ben uluslararası yasaların ve anlaşmaların bana tanıdığı hakkımı kullanarak, ‘Büyük Millet Meclisi’ bünyesinde ‘mündemiç’ olan hilafet Şahsı-ı manevisini bir ‘tüzel kişilik’ haline getiriyorum”, kimsenin itiraza hakkı olmaz. Kanunen ve uluslararası anlaşmalar gereği bu yetki TBMM’ye aittir. Türkiye bu hakkını kullanabilir.

Türk Devleti, nasıl ki dindarlarının hizmetini görsün diye bir Diyanet Makamı ihdas etmiş, bir Hilafet makamı da ihdas edebilir. Bu kanuni ve antlaşmalara dayanan bir hakkıdır. Hilafet Makamı Bizim Devletimizin kanuni bir müessesesidir. Halisini tayin etsin. Yahut cumhur reisini madem artık millet seçiyor öyle bir genel seçim ile birini tayin edip halife yapsınlar. O da tüm İslam yurtlarının katılı ile bir meclis-i ali ihdas eder. O mecliste İslam’ın meseleleri konuşulur ve karara bağlanır. Yine her ülke kendi işinde müstakil ve hür devam etsin.

Yoksa şu Mehdi - Mesih çekişmeleri, şurada burada halifeliğini ilan eden aklı evveller başımıza çok iş açacak!

Mehmet Ali Bulut - Haber 7

mabulut@gmail.com

Yorumlar11

  • Selma 7 yıl önce Şikayet Et
    Çok güzel ve kapsamlı bir yazı.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Abdürrahim Çokgüngör 9 yıl önce Şikayet Et
    Hem Hilafet hem de hüllesi ilga oldu, yeni yol lazım,. Evet Hilafet-i Osmaniye harici düşmanların hedefi idi ve bitirdiler. Boyun eğen iradenin bulduğu formül ise “Hilafet Meclisin manevi sahsında mündemiç” oldu. Hülle nikahı gibi bir formül için. Ama sonra o formül de 1928’de Din-i İslam maddesini anayasadan çıkınca müflis tüccarın parasını kaybetmesi gibi o siyasetin hilafeti de gitti. İhbar-ı Peygamberi bunun böyle olacağını kendinden sonraki 5. devreye işaretle buyurmuştu. Bunun yerine yani halifetül Resullulah yerine Halifetullah olan Mehdiyet devrini müjdelemişti. Meseleye bu açıdan bakmak lazım. Mehdiyet hilafetin ilgası ile başlar. Bir manevi hidayet cereyanıdır. Değil ülkesini ve bölgesini bütün dünyaya şamil olacak tevhid dini ile bir dünya hakimiyetinin başlangıcıdır. İşte burada din-i mübin battığı yerden ayağa kalkacaktır ki, bu da bayraktar olan ve 1000 yıldır kahramanca İslam’a hizmet eden Türkler’in vazifesidir. Nasıl mı?
    Cevapla
  • Abdürrahim Çokgüngör 9 yıl önce Şikayet Et
    Halife ama şurası olan bir halife. Bediüzzaman 20 asırda artık fertlerin değil cemiyetlerin, cereyanların yani şahs-ı manevilerin etkili olduğunu belirterek, 1918’de devlet idaresinde özellikle hilafette teceddüt teklif eder. Saltanatla hilafeti birbirinden ayrılamayan “müttehid-i bizzat” olarak niteler. Ancak farklı yönlerini izhar eder. Padişah hem sultan, hem halife ve alem-i İslam’ın dayanağı olduğunu söyler. Sultan olarak Osmanlı’ya, halife olarak ise bütün Müslümanları temsil ve başvuru makamı ve bayraktarı olduğuna dikkat çeker. Saltanatı sadaretin, hilafeti ise meşihatın temsil ettiğini belirten Bediüzzaman, hilafetin artan mesele ve ihtiyaçlar sebebiyle Meşihatı Şeyhülislam’ın omuzuna yüklemek yerine İslam’ın meselelerine çözüm bulacak ve içtihad karmaşasına son verecek en iyi yolun alimlerden müteşekkil bir şuraya devrini teklif eder. Ve bunun zamanın inkişafına ve ihtiyaçlarına cevap vereceğini söyler.
    Cevapla
  • Abdürrahim Çokgüngör 9 yıl önce Şikayet Et
    Ya Yinon Planı, ya da İttihad-ı İslam yani hilafet. Cumhuriyetten sonra hilafetin ilgası ile devletimiz ehl-i İslam’ın medetkârı olmaktan çıkar. Din işleri ise diyanete güya bırakıldı ve idari işlere başbakanlık bakıyor. Şimdi Halife-Hilafeti nasıl geri getirilir? İttihad-ı İslam’la. İslam devletlerinin bir çatıda ittifakı hilafetin ilk aşamasıdır. O makam siyasi gücü temsil ederken, bir şurayla da meşihat yani din işleri temsille ihtiyaçları karşılar. Türkiye’nin Menderes’ten beri İslam dünyasına dönme teşebbüsleri 4 kez dış ve iç müdahale ile barbarca önlendi. Ama günümüz şartları bunu zorluyor. Formülü bölgeye barış da getirecek olan ittihaddır. İslam coğrafyasında siyasi, iktisadi, dini, kültürel birlikteliği sağlamaktır. 5-6 yıllık bir çalışmayı gerektirecek. Bölgedeki kavganın sebebi de bu. Ya İsrail’in Yinon Planı, ya da ittihad-ı İslam projesi hayata geçecek. Bugün 17 Eylül, ilk ittihad-ı İslam rehberi Menderes’in şehadet günü.
    Cevapla
  • Ebu Yusuf 9 yıl önce Şikayet Et
    Siz ciddi misiniz?. "Kimin halife olacağına TBMM karar verir! " Şaka mı bu?
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat