Liberaller Türkiye'yi nereye götürüyor?
- GİRİŞ01.04.2013 09:21
- GÜNCELLEME01.04.2013 09:21
Bu hızlı değişim, kamuoyunu da etkiliyor. Burada aslında ciddi bir manipülasyon ile karşı karşıyayız.
Liberaliler veya liberal görünenler Türkiye'de bu algı yönetimi konusunda daha avantajlı bir konumda. Çünkü daha keskin ideolojik sınırlarda bulunanlara göre, düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında daha raht konuştukları için iki tarafa da seslenebilen bir konuma sahiptirler. Bunun için de Türkiye'de ulus-devletin tabu haline getirdiği konularda, özelikle de etnisite üzerine daha özgürce yorum yapabilmektedirler. Bu grup, çoğu kez tabuları yıktıkları için hem dışarıdan hem de içeriden ciddi bir iltifat da görüyorlar, medyada hatırı sayılır derecede bir reyting alıyorlar.
Liberallerin bu etki gücünü keşfeden bir kısım suret-i haktan gözüken etki grupları, kamuoyunu yönlendirmeyi ve kurguladıkları yarınlara Türkiye'yi hazır hale getirmeyi liberaller üzerinden yapıyorlar. Onları daha fazla iltifata tabi tutarak etkilemek için “samimi” dostluklarla başlayan ilişkiler ortak bir çalışmaya kadar gidebiliyor. Daha çok muhafazakâr ve milliyetçi kanattan birçok yazarın eski duruşu ve düşünceleriyle taban tabana zıt bir söylem içine girmeleri tesadüf değildir.
Bunun en belirgin örneğini, Güneydoğu sorunu ve Aleviler konusunda bu kesimin medyada kullandığı söylem ve öne sürdükleri tezleri savunurken kullandıkları gerekçelendirme biçiminde görüyoruz. Çünkü Türkiye'de hangi alanda bir ayrıştırma olasılığı söz konusu ise, (Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi), liberaller o alanda insan hakları, düşünce özgürlüğü, adalet, vicdan kavramlarına dayanarak toplumu ayrıştırmaya götüren bir dil kullanıyorlar. Çoğu zaman konu, yalnızca liberal felsefenin özgürlükçü bakış açısıyla değerlendirilip, doğuracağı sosyolojik sonuçlar üzerinde büyük bir ihtimalle düşünülmüyor.
Yalnız Doğu ve Güneydoğu'da değil, ülkenin tüm bölgelerinde birçok ortak kimliği yanında etnik kimliği “Kürt” olan veya melez olan veya mezhepsel kimliği “Alevi” olan milyonlarca insan yaşıyor. Bunların, bir dönem mağdur edildikleri, kimliklerinin inkâr edildiği, dillerinin yasaklandığı doğrudur. Ancak haksızlığa uğrayan bu kişileri savunmak adına, batıdaki örneklerden yola çıkarak bunları keskin sınırlarla çizilmiş etnik grup gibi görmek, etnik aidiyetlere gereğinden fazla vurgu yapmak, iyi niyetle hak ve adalet adına bile olsa, bu ülkenin gerçeklerini bilmemektir.
Türkiye'de özellikle liberal formasyona sahip belirli bir kısım aydınların ısrarla ıskaladığı bir gerçek, aynı coğrafyada yaşamak dışında hiçbir ortak kimliği bulunmayan Arap ve İsrail veya birbirleriyle tamamen kopuk yaşayan Katalanlar ile İspanyollar örneğinden yola çıkarak, ülkemizdeki bu grupları birbirinden tamamen farklı görmektir. Bu durum aynı zamanda, Türkiye gerçeğine karşı gözünü kapatmaktır veya ciddi bir cehalettir. Çünkü Anadolu insanı birkaç yıl değil, yüzyıllardır iç içe yaşadığı ve aynı dine mensup olmaktan gelen kalıcı bir üst kimliğe sahip olduğu için ortak bir kültür oluşturmuştur. Yoksa onların zannettiği gibi birbirinden kopuk ve kültür bakımından diğerlerinden farklı öğelere ve uygulamalara sahip gruplar değildir. Her ne kadar kendini farklı görmekte ısrar eden marjinal bir grup olsa bile.
Bu yanlış kanaatten dolayıdır ki, ağırlıklı olarak masa başında çalışan veya sınırlı sayıda etki gruplarıyla görüşen bu yazarlar, “Kürt” dedikleri, “Alevi” olarak gördükleri insanların kimlik algısını sınırlı tek bir kimliğe indirgemekte ısrar ediyorlar. Kimlik bir bütünlük ve farklılık algısıdır. Yemek kültüründen, düğün kültürüne, cenaze kültüründen eğlence kültürüne kadar neredeyse tüm kültürel öğeleri iç içe geçmiş ve bir bütünlük oluşturmuş bir büyük topluluk var karşımızda. Ayrıca yukarıda saydığım etnik ve mezhepsel gruplar arsında milyonlarca evlilik gerçekleştiği için, etle kemik gibi bir olmuşlardır.
Dolayısıyla bu topraklarda hiç kimsenin din ve kültür temelinde kendine özgü ve seçeneksiz bir kimliği olduğu söylenemez. Türklüğü etnik anlamda kullanmazsanız, aslında Anadolu'da saf bir etnik grup da yoktur. Bu durumda Diyarbakır'daki Nevruz törenlerinde giyilen elbiseler ile Türklerin Orta Asya'dan getirdikleri folklorik farklılıkları karşılaştırmak ve bunları giyenlerin özgün kültürel davranışlar sergilediklerini söylemek onları etnisitenin kucağına atmaktır. Aslında Anadolu'da insanlar arasında bunların karşılığı da o kadar çok fazla değildir. Çünkü kimin hangi alt kimliğe sahip olduğu, insanları sanıldığı kadar da ilgilendirmez, anlaşılmaz da. Bazen dilden dökülen bir şive, bazen telefonda veya iki hemşerinin karşılaştığında konuştukları Kürtçe, bazen kullanılan bir sözcükten anlaşılır, kimin hangi bölgeden geldiği. Bölge dışında hemşerilik bağları, etnik bağlılıktan çoğu kez daha önemlidir.
Hal böyleyken toplumu ısrarla, Türk, Kürt, Alevi, Sünni vb gibi kendine özgü, bir diğerinden çok farklı kategorilere ayırmak, tekil kimlik vurgusu yapmak veya şunlar böyle bunlar böyle şeklinde bilimsel araştırmalar yapmak, olmayan ayrıştırmayı zihinlere yerleştirmekten başka neye yarar?
Bir zamanlar varlıkları inkâr edilen veya hakları çiğnenen, ancak gerçekte toplumun öz parçası olan etnik ve dini grupları, şimdi Adam Smithin, “duygudaşlık” ilkesinden ilham alınarak “Türkiye'nin en büyük toplumsal azınlığı” şeklinde isimlendirmek de onlara sempati sağlamaz, aslında toplum dışına atar. Çünkü onlar “azınlık” değil, bir bütünün asli bir parçasdır.
Çözüm sürecine katkı sunmak istiyorsanız, onların varlığını, kültürel haklarını inkar etmeden, öncelikle var olan yüzlerce ortak değerlerine, örneğin Çanakkale Ruhuna, kolektif kimliklerine vurgu yapın, yeter.
Gerçekten liberaller Türkiye'yi nereye götürüyor?
Prof. Dr. Sabri Eyigün - Haber 7
sabri.eyigun@hotmail.com
Twitter: @sabrieyigun
Yorumlar11