Uygurların çığlığı

  • GİRİŞ07.01.2015 09:25
  • GÜNCELLEME07.01.2015 09:25

Cumhurbaşkanı sn Tayyip Erdoğan, yeni Başbakan olduğu günlerde “bundan böyle valiler kamyonlara binip vatandaşa kömür dağıtacaklar’” deyince sanki yer yerinden oynamıştı. Bu alışılmadık bir üsluptu; bir ezber bozuluyordu...

Başbakan sn Ahmet Davutoğlu’nun dünya sefaretlerindeki Ticaret Müşavirlerimizi toplayıp “bundan böyle masa başında oturmayacak, bir iş adamı gibi çalışacak, 24 saat yetmiyorsa 25. saati bulacak, 7 gün kâfi gelmezse 8. güne koşacaksınız!” Sözleri ve hemen bir gün sonra da Cumhurbaşkanı sn Tayyip Erdoğan’ın dünya devletlerindeki sefirlerimizi toplayarak onları 2023 Büyük Türkiye ve 2071 Cihan Devleti Türkiye’ye doğru ateşlemesi, bize o kömür hikâyesini hatırlattı.

İsmi “Gülhane Hatt-ı Şerîfi” olsa da 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı’ndan, hatta biraz daha öncesinden yakın tarihlere kadar şiddetli bir aydın yabancılaşması yaşamaktaydık. Bu yabancılaşma, ülke yetişkinlerinde öz milletini ve o milletin her değerini küçük görme hastalığına sebep olmuştu.

Millî ve yerli bir iktidar ve o iktidarın millî ve yerli Başbakanı, o yabancılaşmayı durduracak tedbirler almalıydı. Bu itibarla halka tepeden bakan, onunla tenezzülen konuşan idareci tipi bitip “insanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır!” düsturundan nasipli yeni bir idareci modelinin var olması gerekiyordu.

Çok şamata çıktı ama kömür de dağıtıldı, gecekonduya da gidildi.

Bu yapılan, içerde millileştirme çalışmasıydı.

Şimdi büyük iddialara imza atmışken dünyaya açılan pencere hükmündeki sefaretlerimize de yeni bir tarz, üslup ve anlayış getirilmekte. Cumhurbaşkanıyla Başbakanın yaptıkları budur. Millî ve yerli ruhu, yabancılaşmanın çok ağır biçimde sindiği mekânlara zerk etme çabasındalar.

Bu etkinlikler olurken konuşmalar yapılmakta...

Hem sn Cumhurbaşkanı ve hem de sn Başbakan Filistin, Suriye, Somali, Garbi Trakya, Kırım ve diğerlerini zikrederek gönlümüze, fikrimize ve dâvâmıza tercüman olmaktalar.

Fakat...

Bir yer, bir dram dile gelmiyor...

Hayır; oraya bigâne oldukları için değil; şartların mecburiyeti icabı Urumçi denmiyor, Şarkî Türkistan konuşulmuyor. Kendi yüreğimiz gibi biliyoruz ki hem Tayyip Erdoğan’ın ve hem de Ahmet Davutoğlu’nun yürekleri bu mevzuda yaralıdır.

Burada onlar telaffuz edilemezken Tayland, kendisine sığınmış ve Türkiye’ye iltica etmek isteyen aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların da olduğu 220 Uygur Müslümanı Çin’e iade etme hazırlığında. Bu insanlar garip, çaresiz ve kimsesiz. Allah’tan sonra güvendikleri iki isim Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız. Uygur Türklerinin çilesi bu kadar da değil. Tam da Mevlid-i Şerif Bayramı’na girerken Çin hükümeti, resmî dairlerde namazı ve tesettürü yasakladı. Uygurlar, en az üç çeyrek asırdır mezalim altında. Asimile edilmeleri için her yol denenmekte. Kendi yer altı ve üstü zenginliklerine sahip olamamaktalar. Yapılacak olan çok güçlü bir otonomidir. Sn Erdoğan, sn Davutoğlu, Ankara bu arzunun farkında. Lakin; batıyla bilek güreşimizde yalnız kalmamamız gerekiyor. O diplomatik mücadelede Rusya gibi Çin de kozumuzdur. Bu bir sebep; diğer sebepse kendi iç mes’elemiz. Barış Süreci kesinkes yerine oturmadan yeni bir diplomatik mücadele başlatmak düşündürücü bulunuyor olmalı.

Şu resmettiğimiz vaziyette çıkan netice kolay okunacaktır:

17-25 Aralık darbe teşebbüsleri yapılmasaydı, iç barış çoktan gerçekleşmiş olacaktı. Zaman, enerji, hazine kaybına yol açan malum darbe ihaneti, Barış Sürecine çok ciddi bir sekte vurdu. Lüzumsuz gündemlerle Türkiye’yi oyalayarak sadece TC vatandaşlarına değil, yeryüzündeki bütün soydaşlarımıza ve bütün dindaşlarımıza büyük zarar verdiler ve vermekteler...

Alın sizin olsun sahne sanatı Türkçe Olimpiyatlarınız!

Tayland’daki o çocuğun, Urumçi’deki o genç kızın vebalini nasıl ödeyeceksiniz?

Yazının tamamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat