Hazin son

  • GİRİŞ24.07.2014 11:12
  • GÜNCELLEME24.07.2014 11:12

Öncelikle yaşananların aklı başında hiçbir kimseyi şaşırtmadığı ortada. KCK tutuklamalarının başladığı 2009’la beraber, 2008’de başlayan Ergenekon süreci kirletilmenin işaretlerini vermişti. 7 Şubat 2012’de ise KCK davalarının ne kadar raydan çıktığının açık bir işareti belirmişti. Meseleye buradan bakınca, 17 Aralık polis-yargı darbe girişimi yaşanmasaydı bile, bugünleri tahmin etmek isteyenler için yeterince karine gözler önündeydi. Misyoner bir akılla siyaset yapıp, bekçi perspektifiyle de düzen kurmaya kalkan yaklaşımın bir tefessüh halinden başka bir netice üretmesi imkansızdı. 

KCK davalarında Ergenekon sürecinde biriktirdikleri gücü kullandılar. KCK davalarında biriktirdikleri gücü ise 7 Şubat ve 17 Aralık’ta kullanmaya kalktılar. Ergenekon sürecinde Türkiye’nin darbe tarihi ve darbecilerin işlediği cürümler, KCK davaları sırasında PKK’nın kanlı tarihi birer susturucu olarak kullanıldı. 17 Aralık’ta ise yolsuzluk.İktidarda Türkiye tarihinin en güçlü hükümetinin bulunmasının sağladığı meşruiyet alanında, demokratikleşme atmosferini kamuflaj olarak kullanıp, bekçi perspektifinin ürettiği dünyalarında, davalar marifetiyle düzen kurmaya kalktılar. 

Oysa basit bir kozmik hakikati ıskalıyorlardı. Felsefi bir derinliğe ve soyutlama kabiliyetine ihtiyaç duymaksızın, sadece modern Türkiye tarihinde davaların ‘ne işe yaradığını’ anlayacak basiretleri olsaydı, iş bu denli raydan çıkmazdı. İstiklal mahkemeleri, Yassıada ya da 12 Eylül mahkemelerinin ‘düzen kurucu’ değil aksine tahripkar momentler olduğunu anlarlardı. Ama anlamadılar. Mahkemelerin düzen kurabileceğini düşündüler. Hukuk düzeni ile tek başına hukukun bir imkansız misyonu olan ‘düzen kurma’ hayalini birbirine karıştırdılar. Sonuç hüsran.

Bütün dünyaları ilişki analizden ibaret olmasına rağmen, Hakan Fidan’ı MİT’in başına atanmış sade(ce) bir bürokrat olduğunu zannediyorlardı. Erdoğan’ı ise milletin seçtiği, işe bisikletle gidip gelmesini arzuladıkları bir Kuzey Avrupa ülkesinin başbakanı. Siyaseti ve dinamiklerini bu denli ıskalamak ve küçümsemek ancak bekçi perspektifi ile mümkün olabilirdi. Ergen düzeyde bir entelektüel zekayı aşamayan, farklı kesimlerle anlaşamayacakları konuları konuşmamayı çılgın bir başarı, klişe liberal temennileri tekrarlamayı dünya görüşü zanneden, lobiciliğin siyasi ve toplumsal hareket olduğunu düşünen karmaşık bir akıl ortaya çıktı. Akaidi mistik hezeyanlardan, fıkhı misyoner ahlaktan, hikmeti istihbarattan, siyaseti tedbirden devşiren kaotik bir dünya.

Genelkurmay başkanına kadar ulaşan askeri vesayetle mücadelenin; bir polis, bir savcı ve bir de hakimin kafa dengi olmasıyla hayata geçtiğini zannedecek kadar paralel bir evrene savrulmuşlardı. Zamanın ruhuna, siyasalın tabiatına karşı ancak bu kadar kör olunabilirdi. Türkiye ilk kez böylesine ilginç bir odakla karşı karşıya. Ana karargahı ve lideri Amerika’da mukim, siyasal teolojisi oldukça karmaşık ve seyyar, nevi şahsına münhasır bir ekosisteme sahip bir yapının neye ve nasıl dönüşeceğinin kolay bir cevabı yok. Geçmişte farklı siyasi hareketler kendi maceralarını yaşayarak değiştiler, dönüştüler veya normalleştiler.

YAZININ DEVAMINA TIKLAYINIZ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat