Kişiye ipotekli siyaset
- GİRİŞ28.07.2025 09:14
- GÜNCELLEME28.07.2025 09:14
Diyoruz ki, CHP rotasını şaşırmış vaziyette. Yolsuzluk ve yozlaşmayı partinin sırtındaki bir yük olarak görüp atması gerekiyor. Bunun için de arınmalı, yolsuzluk ve yozlaşmaya bulaşanlarla yollarını ayırmalı, bunu kamuoyu ile paylaşmalı. Yolsuzluk ve yozlaşmaya sıfır toleransı tercih etmeli…
Peki ne oluyor? Elbette bunların hiç birisi olmuyor. CHP, ne yazık ki birtakım kişilerin içine düştüğü yolsuzluk ve yozlaşma batağında çırpınıyor, çırpındıkça batıyor. Daha kötü görünümler alıyor…
Şimdi de Terörsüz Türkiye Komisyonunda yer almak ve bu ortak gelecek tasavvuruna destek vermek için şartlarını ileri sürmüş… Yolsuzluk ve yozlaşma iddiaları dolayısıyla görevden uzaklaştırılan ve bağımsız yargı tarafından tutuklanan Ekrem İmamoğlu’nun “tutuksuz yargılanması”nı aksi takdirde katkı vermeyeceğini söylemiş…
Devletin PKK’nın feshini temin edip, silah bıraktırırken bile kurmadığı masayı kurdurmak, vermediği tavizleri verdirmek, kabul etmediği hiçbir kayıt ve şartı kabul ettirmek için yani konuyu ülkenin, milletin, coğrafyanın geleceği, kaderi olmaktan çıkarmak ve “al-ver”e çevirmek için elinden geleni yapmış…
Türkiye, terörsüz bir gelecek hayalini artık bir ütopya olmaktan çıkarıp, somut bir milli devlet politikası haline getirmiştir.
Terörün yarattığı korku ikliminden sıyrılıp huzura yürüyen bir ülke inşa etmek, yalnızca bir hükümetin değil, ortak aklın, toplumsal vicdanın ve tüm siyasi aktörlerin sorumluluğudur.
Ancak son günlerde kamuoyuna yansıyan “şartlı destek” beyanları, bu hedefin ciddiyetini gölgeleyen bir siyasi tutum sorununu tartışmayı zorunlu kılıyor.
Türkiye’nin terörle mücadelesine şartsız destek vermek, aslında bir tercihin ötesinde geleceğe dair ilkesel bir duruştur. İnsanların çocuklarını rahatça parka gönderebilmesi, şehirlerin sokaklarında endişesiz yürüyebilmesi, dağlarında huzurun, şehirlerinde refahın hâkim olması için ortaya konan bir yaklaşıma, hangi siyasi görüşten olursa olsun herkesin destek vermesi beklenir. Ancak bu beklenti, kişisel ya da siyasi hesapların malzemesi haline geldiğinde, toplumsal mutabakatın ruhu zedelenir.
CHP liderinin, terörsüz Türkiye yaklaşımına destek verme şartını, yolsuzluk iddiaları nedeniyle görevden uzaklaştırılan ve tutuklanan bir belediye başkanının tutuksuz yargılanmasına bağlaması, siyaset ile ilkeler arasındaki gerilimi gözler önüne sermektedir.
Yolsuzluk iddiaları, siyasi kimlik gözetilmeksizin yargının bağımsızlığı çerçevesinde değerlendirilecek hukuki bir süreçtir. Bu süreci bir şarta dönüştürmek, yalnızca hukuku siyasallaştırmakla kalmaz, terörsüz bir gelecek arzusunu bir siyasi pazarlık unsuruna indirger.
Siyasette “ilkesizlik”, kendisini ilkelerin en çok gerektiği yerde gösterir. Kamuoyunun vicdanı, siyasetçilerin zor zamanlarda aldıkları tutumlarla şekillenir. Terörle mücadele gibi milli bir meseleye destek açıklamak, ülkenin geleceği içindir. Bu tutumu şahsi veya siyasi davalarla pazarlık konusu haline getirmek ise, basitçe siyasal oportünizmdir.
Siyasetin güven kaybetmesinin temel nedenlerinden biri, kamu vicdanının, siyasetin ilkeleri iktidar veya çıkar hesaplarına kurban ettiğini düşünmesidir. Yerel yönetimlerde kaynakların nasıl kullanıldığı, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesine bağlı kalınıp kalınmadığı, halkın gündelik yaşamını doğrudan etkileyen konulardır. Bu kadar hassas bir meselede yargının işlemesine “hukuk darbesi” diyerek gölge düşürmek yerine, adil ve şeffaf bir süreç yürütülmesini desteklemek gerekir.
Terörsüz Türkiye, terörün sona erdirilmesi, sosyal barışın kalıcı hale gelmesi, ekonomik kalkınmanın sürdürülebilir olması, ülkenin iç ve dış güvenlik risklerinin minimize edilmesi anlamına gelir. Bu vizyon, partiler üstü bir mesele olduğu kadar, toplumun her kesimini kapsayan bir hayat hakkı mücadelesidir.
Bu nedenle, terörsüz bir Türkiye için gösterilen iradeye destek vermeyi, şahsi dosyalara bağlamak, devlet aklıyla çelişen bir tutumdur.
Toplumda terör korkusunu bitirmek, şehit ailelerinin acısını dindirmek, gençlerin geleceğini güvence altına almak, bir şahsın hesap vermekten kurtulmasına indirgenemeyecek kadar değerli bir hedeftir.
Bir diğer dikkat çeken husus, “siyasi kaptıkaçtıcılık” olarak adlandırılabilecek ani pozisyon değişiklikleridir.
Önce terörsüz Türkiye hedefini desteklediğini ifade edip ardından bu desteği bireysel yargı dosyalarına endekslemek, siyasetin güven sorununu derinleştirir.
Toplum, söylem ve eylem arasındaki bu tutarsızlığı hisseder ve siyasete yönelik güvenini kaybeder.
Terörsüz bir gelecek için siyaset üstü bir tavır almak, koşulsuz bir dayanışmayı gerektirir. Siyasi söylemler, toplumu ortak hedefler etrafında birleştirecek güçtedir; fakat bu gücü kişisel hesaplar için kullanmak, toplumu ayrıştırmanın yeni bir yoludur.
Türkiye, terörden arınmış, huzurlu ve müreffeh bir geleceği inşa etme şansını yakalamışken, bu sürecin önüne kişisel beklentileri koymak, fırsatçılığın ötesinde bir sorumluluk terkidir.
Bu hedef, toplumsal uzlaşının ortak zemini olmalı; yargının bağımsızlığı ilkesi korunmalı; kamu kaynaklarının şeffaf ve etkin kullanılmasına dair toplumsal hassasiyet küçümsenmemelidir.
Terörsüz Türkiye vizyonu, şahıslar ve siyasi menfaatler üstünde bir hedeftir. Bu hedefe destek olmak için öne sürülen şartlar, yalnızca süreci geciktirir, toplumsal birliği zedeler ve siyasetin güven kaybını derinleştirir.
Türkiye’nin geleceği, ilkeli, şeffaf ve sorumluluk sahibi bir siyaseti inşa edebildiğimiz ölçüde aydınlık olacaktır. Çünkü toplumsal barışın, huzurun, kalkınmanın, büyümenin, güçlenenin yolu, kişisel hesaplardan değil, ortak idealler etrafında toplanma iradesinden geçmektedir.
Prof. Dr. Zakir Avşar / Haber7
Yorumlar16