Yitik hazinenin izinde: Hikmeti bulmak ve üretmek

  • GİRİŞ30.06.2025 09:54
  • GÜNCELLEME30.06.2025 09:54

ARANILANIN ADI, UNUTULANIN YASI

Hikmet... Asırlardır bilgiyi mayalayan, irfanı doğuran, hayatı anlamlandıran bir öz. Çoğu zaman bir peygamber çağrısında, kimi zaman bir derviş sözünde, kimi zaman bir anne duasında belirir.  Çok konuşmaz ama çok şey söyler; az görünür ama her şeyin arkasındadır.

Bugün çok şey biliyoruz; ama neden bildiğimizi, niçin bildiğimizi unuttuk. Ezberlerimiz arttı ve fakat ferasetimiz zayıfladı; kalabalık bilgilerle yalnızlaştık. Hikmet ne sadece kuru bir bilgelik ne de raflara kaldırılmış eski bir düşünce kalıntısıdır. O, hayatla iç içe olan, yaşarken sınanan, davranışta vücut bulan hakikatin adıdır ve ancak arayanların ve soranların yol arkadaşıdır.

HAYATI OKUMA SANATI: HİKMETİN SESSİZ REHBERLİĞİ

Hikmet, kelimelerin ötesinde bir sezgiyle varlığı okuma biçimidir. Görünenle yetinmeyip ardını görebilmek, olaylar arasındaki görünmez bağları hissedebilmek, zamanı ve mekânı aşan bir farkındalıkla yaşamak… 

Hikmetli bir bakış; sözde ve işte doğruyu bulma çabası, doğru akıl yürütme, isabetli tedbîr alma ve ölçüyü gözeten bir muhakemeyle davranma hassasiyetiyle şekillenir. Sadece bilmek yetmez; bilinenin nereye konulacağını, nasıl söyleneceğini ve ne zaman eyleme döküleceğini sezmek gerekir; çünkü hikmet, bilgiyle yoğrulmuş bir dirayet, sezgiyle derinleşmiş bir ferasettir.

Her sözü yerinde söyleyen, her işi vaktinde yapan, her eşyayı anlamına uygun yere yerleştiren insan, hikmete yaklaşır. Hikmet, sadece akılla değil, kalple de kurulan bir köprüdür. Bu yüzden bazen susmak bir hikmettir, bazen konuşmak… Bazen beklemek hikmettir, bazen harekete geçmek; bazen vazgeçmektedir, bazen sonuna kadar direnmekte; bazen görünmemekte gizlidir, bazen en görünür olmada…

BİLGELİK İÇİN BİLMEK YETMEZ

Hikmet ehli, yalnızca bilen değil, bildiğini hikmetle yoğurabilen kişidir. Sözleri yormaz, ama iz bırakır. Kararlarında denge, davranışlarında zarafet vardır. O, günlük tepkilerin dışında köklü bir kavrayışla hareket eder.

Kur’an-ı Kerim’de hikmet; ilimle, akılla, adaletle ve güzel ahlakla birlikte zikredilir. Lokman Suresi’nde “Andolsun, Lokman’a hikmet verdik.” buyrulur. Bu ayet-i kerimeyle hikmetin zihinsel bir yetenek, ahlâkî bir kemal ve ilahi bir lütuf olduğu öğretilir.
Peygamber Efendimizin şu veciz hadisi ise, hikmetin hem değerini hem de unutulmuşluğunu hatırlatır:

“Hikmet, müminin yitik malıdır; nerede bulursa alır.” ( İbn Mâce, Zühd, 15) 

Evet, hikmet unutulmuş bir miras, ama yeniden hatırlanması gereken bir cevherdir. Onu bulandan daha çok arayan kıymetini bilir. Şüphesiz her arayış, kalpten bir yürüyüştür hakikate doğru; hikmet ise bu yürüyüşün sabırla yoğrulmuş meyvesidir.

MEDENİYET, YİTİK HAZİNELERİ TOPLAYANLARIN KURDUĞU BÜTÜNDÜR

Hikmet arayışı, mümini öğrenmeye açık, araştırmaya istekli ve faydalı olanı kuşanma bilinciyle donatır. Bir düşünce, bir yöntem, bir ilke hakikate yaklaştırıyor, adaleti ve ahlâkı büyütüyorsa, işte o hikmettir ve müminin emanetidir. Peygamberimizin hadisi, bilginin kimden geldiğine bakılmaksızın hayırlı, faydalı ve kendi kültür kodlarımıza aykırı olmayanın sahiplenilmesi gerektiğini bildirir; ancak bu sahiplenme, eleştirel süzgeçlerden geçirilmiş, tevhidî bakışla tartılmış ve fıtrata uygunluk ölçüleriyle değerlendirilmiş bir bilgi anlayışı üzerine kurulmalıdır.

İslam medeniyeti, yalnızca kendi içine kapanarak değil; hakikate açık duran, hikmetin izini süren bir anlayışla şekillenmiştir. Farklı kültürlerden gelen birikimi toptan reddetmek yerine, önce eleştirmiş, ardından doğruluğunu araştırmış ve nihayet kendi kimliğine mâl ederek sahiplenmiştir. Böylece her bilgi, tevhid mihverinde yeniden yorumlanmış ve medeniyetin inşasında yerini almıştır. 

Evet, bu yaklaşımın temelinde üç aşamalı bir düşünce süreci yer alır:
İlk adım tenkittir. Gelen bilgi, eleştirel bir süzgeçten geçirilerek değerlerimizle çatışan unsurlar açısından değerlendirilir; zayıf, çelişkili ya da yozlaştırıcı yönleri ayıklanır. 

Ardından gelen tahkik aşamasında, süzgeçten geçen bilgi vahiy, akıl ve fıtrat gibi temel ölçütlerle sınanarak doğruluğu araştırılır. 

Son olarak temellük devreye girer. Artık bu bilgi, medeniyetimizin ruhuyla bütünleştirilerek sahiplenilir ve özgün bir biçimde yeniden inşa edilir. Böylece bilgi, hikmete dönüşerek anlam kazanır.

Bu birleştirici ve dönüştürücü yaklaşım, asırlardır “Anadolu irfanı” dediğimiz hayat tarzının da temelini oluşturmuştur. Anadolu irfanı; yalnızca bir halk bilgeliği değil, hikmeti gündelik hayata taşıyan, Kur’ânî ilkeleri ve Peygamberî ölçüleri esas alan, tefekkürle mayalanmış ahlakı, hayat üslubuna dönüştüren bir kültür iklimidir. Anadolu insanının sadeliğinde, derinliğinde, merhametinde, adaletinde, tevazusunda hep aynı maya vardır: Hikmetle yoğrulmuş bir hayat bilinci. Bu irfan, yitik hazineleri aramış, bulmuş ve medeniyetimizin hamuruna katmıştır; zira medeniyet, yitik mânâları bulanlardan ziyade onları hikmetle yeniden yoğuranların kurduğu bir bütündür.

MEKÂNA DEĞİL, MAHİYETE BAKMAK

Hadis-i şerifteki “Nerede bulursa alır.” ifadesi, hikmetin menşeinden çok mahiyetine dikkat çekmektedir. Yani doğuda da olabilir, batıda da. Uzak Doğu’nun sükûnetle yoğrulmuş kadim öğretilerinde, Afrika’nın baobab gölgesinde anlatılan masallarda, Güneydoğu Asya’nın sabah buğusu içindeki pirinç tarlalarından yükselen ezgide, Kuzey Avrupa’nın taş sessizliğine gömülmüş bir bilge sözünde ve Anadolu’nun göç yolundaki bir dervişin dilinde tecelli edebilir. İslam düşüncesi, bilginin sınırlarını kaldıran evrensel bir ufuk açar.

Bu anlayış, İslam medeniyetinin zihni temelini oluşturmuştur. Müslüman alimler; Yunan felsefesini, Hint matematiğini, Çin astronomisini ve İran tıbbını kendi medeniyet terazisinde tartarak sentezlemiş, bir kültür mirası oluşturmuşlardır. Onlar için hikmetin doğduğu yerden ziyade taşıdığı değer önemliydi.

HİKMETİ ARAMAK KADAR, ÜRETMEK DE MÜMİNİN SORUMLULUĞUDUR

Başkaları tarafından üretilen şeylerin yalnızca pasif kullanıcısı konumunda kalındığında kaçınılmaz olarak onların şekillendirdiği bir hayat tarzına mahkûm olunur. Özellikle dijital çağın sunduğu teknolojik imkânlar, savunma sanayiinden kültüre, eğitimden bilime, gündelik alışkanlıklardan zihin haritalarına kadar hemen her alanda üretenin özne, tüketenin ise nesne konumuna itildiği bir dünyada yaşıyoruz. Eğer kendi sistemlerimizi kurmaz, kendi teknolojimizi geliştirmez, kendi kavramlarımızla düşünmezsek; yalnızca kullanan, ama hiçbir zaman yöneten olmayan bir topluluk hâline geliriz. Bu bağlamda asıl sorumluluğumuz; bizzat üretmek, yeni imkânlar inşa etmek ve kendi değer dünyamıza uygun bir hayat tarzını kendimiz kurmaktır.

DİJİTAL ZEMİNLER: GÖRÜNEN ARAÇLAR, GÖRÜNMEYEN TASARIMLAR

Bugün kullandığımız dijital platformlar iletişim ve eğlence araçları olmanın ötesinde onları üretenlerin zihin dünyasını ve değer önceliklerini taşıyan kodlanmış yapılardır.

Algoritmalar, içerik akışı ve kullanıcı etkileşimi gibi unsurlar, görünmeyen bir tasarıma göre işler. Sosyal medya platformları, kullanıcıyı sürekli belirli içeriklere maruz bırakır, tercihlerini yönlendirir, dikkatini çeker ve zamanla nasıl düşünmesi gerektiği konusunda görünmez sınırlar çizer.

Bu araçlar, normal şartlar altında faydalı gibi görünse de olağanüstü zamanlarda birer dijital silaha dönüşebilir. Bir güncelleme ile erişim kesilebilir, konum bildirilebilir, bilgi görünmez kılınabilir, toplumlar manipüle edilebilir. Bu sebeple üretmeyen ve sadece kullanıcı pozisyonunda kalan toplumlar, görünürde özgür ve fakat gerçekte başkalarının zihinsel kuşatmasına açık hâle gelirler.

Peygamber Efendimizin şu uyarısı, bu konuda evrensel bir düsturdur: “Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz.” (Buhârî, Edeb 83)

Bu hadis, müminin ferasetli, sorgulayıcı, dikkatli ve tekrar eden tuzaklara karşı uyanık olması gerektiğini bildirir. Aynı hatalara düşmemek, aldatıcı sistemleri tanımak ve yeni yollar inşa etmek, ümmetin dirayetli varlığını koruyabilmesinin ön şartıdır.

MÜFREDATLAR: ZİHNİ ŞEKİLLENDİREN SESSİZ MİMARİLER

Eğitim müfredatları da benzer şekilde bilgi aktaran araçlar olmakla birlikte bir dünya görüşünün taşıyıcılarıdır. Başka inanç sistemlerine veya medeniyet kodlarına göre hazırlanmış müfredatlar, neyi öğreteceğinin yanı sıra nasıl düşüneceğini, neyi sorgulayacağını ve neyi sorgulamadan kabul edeceğini de belirler. Bu tür müfredatlar, zamanla öğrencinin zihin yapısını dönüştürür; kavramlar anlam kaybına uğrar, hatta yer değiştirebilir. Meselâ “özgürlük”, “hakikat”, “bilim” gibi temel kelimeler, kendi bağlamından koparılarak başka bir zihnî evrenin içine çekilir. Eğer bir toplum kendi müfredatını inşa etmezse başkalarının kavramlarıyla düşünmeye, onların tanımladığı hakikatle yetinmeye alışır; oysa marifet, kendi kavram haritasını kuran bir zihniyetle mümkündür. Bu da özgün bir bakış açısı, sağlam bir ilim anlayışı ve medeniyet kodlarına yaslanmış bir düşünce derinliği gerektirir; çünkü hikmet, görünenin ötesinde görünmeyenin sezilmesiyle inşa edilir. Nitekim Kur’an-ı Kerim, varlık âleminin işleyişine dikkat çekerken bizi basiret sahibi olmaya davet eder:

“Allah gece ile gündüzü evirip çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için büyük ibretler vardır.” (Nûr, 44)

Basiret, görünenin ardındaki anlamı kavramaktır. Kavramların hangi zihin yapısından doğduğunu, hangi değerlerle beslendiğini fark edebilmektir. Bu noktada özellikle akademisyenlerimize büyük sorumluluk düşmektedir; zira bilgi sınıflandırmalarında, öğrenme modellerinde, eğitim yaklaşımlarında yalnızca Batı'da geliştirilmiş taksonomilerle, pedagojik kalıplarla, metotlarla ve değerlendirme ölçekleriyle yetinmek; hakikati parçalı okumaya, anlamı yabancı formlara hapsetmeye daha da tehlikelisi zihinleri dıştan gelen sistemlere teslim etmek anlamına gelebilir.  Elbette insanlığın ortak birikiminden faydalanılmalı, Batı'da üretilmiş yapıların içindeki hikmet değerli görülmeli; ancak bu faydalanma, bir hayranlık, bir acziyet yahut bir bağımlılık ilişkisiyle değil, tenkit, tahkik ve temellük süzgecinden geçirilmiş bir ilmi duruşla gerçekleşmelidir.

Bu bağlamda İslam düşünce geleneği bize çok güçlü referanslar sunar. Klasik İslam düşüncesindeki ilim tasnifleri, usul inşası, epistemolojik yaklaşımlar; Gazalî’nin ahlâkî merkezli sınıflandırması, İbn Haldun’un tarih-toplum bağlamı, Taşköprülüzâde’nin disiplinler arası usul örüntüsü ve daha pek çok öncü ismin önerilerine bakılabilir. Bu köklü geleneğin izini bugünün pedagojik ve teorik çabalarına taşımak, çağın gereklerini gözeten ama medeniyet kodlarına sırtını yaslayan bir eğitim anlayışını mümkün kılar.
Asıl hedef, kendi medeniyetimizin epistemolojisine uygun, kendi dilimizle düşünen, kendi değer dünyamızdan neşet eden kavramlar, usuller, yaklaşımlar ve modeller üretmektir. Eğitim müfredatları bu özgün zeminden neşet ettiğinde insan yetiştirme süreci de yalnızca akademik bir format olmaktan çıkar, irfanı, ahlakı ve hikmeti içeren bir inşa sürecine dönüşür.

DÜŞÜNCENİN SESSİZ İŞGALİ

Kavramlar üzerinden kurulan sömürgecilik, zihinlerin ve anlam dünyalarının da işgale uğradığı derin bir tahakküm biçimidir. Bu tür sömürgecilikte silahlar değil, kavramlar kullanılır; açık saldırılar yerine eğitim, medya, akademi ve dijital araçlar yoluyla başka bir medeniyetin değer sistemi, düşünce kalıpları ve anlam haritaları kişilerin zihinlerine yerleştirilir. Kavramlar, kendi bağlamlarından koparılarak yeni bir anlam yüklenir; “özgürlük”, “bilim”, “hak”, “ilerleme”, “birey”, “etik” gibi terimler, farklı bir medeniyet tasavvurunun taşıyıcısı hâline getirilir. Bu süreçte, insan kendi değer dünyasına ait olmayan bir dil ile düşünmeye başlar; farkında olmadan başkasının kurduğu dünyada nefes alır. Kavramsal sömürgecilik, zihni içeriden dönüştürerek özgün düşüncenin önünü keser, taklidi içselleştirir ve nihayetinde fikrî bağımsızlığı felç eder. Bu yüzden kendi kavramlarımızı üretmek, bir var olma meselesi ve bir savunma hattıdır.

DÜŞÜNMENİN ASLİ ZEMİNİNE DÖNÜŞ

Kavram temelli bağımsızlık, bir medeniyetin kendi dünyasını kendi diliyle kurabilme kudretidir. Düşüncenin taşıyıcısı olan kavramlar; bir hakikat anlayışının, bir varlık tasavvurunun, bir hayat biçiminin yansımasıdır. Bu yönüyle kavramları dışarıdan almak, kelime alışverişi olmakla sınırlı kalmaz, başka bir zihniyetin içeriye sızmasına zemin hazırlamak olarak da yorumlanabilir. Kavramsal bağımsızlık; başkalarının kurduğu düşünce yapılarıyla yetinmeyip kendi hakikat ölçülerimizle kavramlar inşa edebilmeyi, dünyayı kendi penceremizden tanımlayabilmeyi, kendi değer sistemimizden yeni anlam alanları üretebilmeyi ifade eder. Bu hem entelektüel hem kültürel hem de var olma bakımından bir özgürlüktür. Kavram inşa edemeyen toplumlar, zamanla düşünemez hâle gelirler; zira düşünce, dil ile, dil ise kavramlarla yürür. Bu açıdan kavramlara dayalı özgürlük, zihnî sömürgeleşmenin panzehiri, medeniyetimizin yeniden inşası için fikir planında vazgeçilmez bir direniş hattıdır.

TAM BAĞIMSIZLIK VE STRATEJİK ZİHNİYET

Bir milletin bağımsızlık iradesinin, stratejik aklının ve medeniyet tasavvurunun somut hâle geldiği bir alan da savunma sanayiidir. Tarih boyunca üretimden mahrum bırakılmış her toplum, zamanla hem güvenliğini hem de söz hakkını yitirmiştir. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim’in uyarısı son derece yerindedir:

“Ey iman edenler! (Düşmanlarınıza karşı uyanık bulunup her türlü) Korunma ve savunma tedbirlerinizi alın.”  (Nisâ, 4/71)

Tedbir, askerî, ilmî, zihnî ve stratejik alanda bir hazırlık ve farkındalık halidir. Üretmeyen toplumlar hem savunmasız hem etkisiz hem de bağımlı halde kalırlar; zira başkalarının ürettiği silahları satın alanlar, savunmalarının yanı sıra karar mekanizmalarını da başkalarına teslim etmiş olabilirler. Asıl tehdit, füzelerden uçaklardan ziyade fikrî ve zihnî bağımlılıktır. Gerçek güvenlik; caydırıcı güçle birlikte o gücü üretme iradesine ve zihnî bağımsızlığa sahip olmaktır. Zira savunma, sadece korunmak değil; tehdit daha doğmadan onu bertaraf edecek zihinsel ve teknolojik üstünlüğü inşa etmektir. Bu, pasif bekleyişin ötesinde aktif strateji üretimini gerekli kılar. Nitekim bu çerçevede: “En iyi savunma taarruzdur.” ilkesi; Müslüman zihninin karşı koymanın yanı sıra dönüştürmeye, yön vermeye ve caydırmaya yönelik düşünmesini salık verir.

Bu bağlamda merhum Başbakan Necmettin Erbakan’ın şu sözleri dikkat çekicidir:

“Adamın 40 tane uçak gemisi var. Ben de yapayım desen yaptırmıyorlar. Seni gelip bombalayacak. Kaldı ki sen 40 tane yaparken o 80 tane daha yapacak. E ne yapacaksın?

Cenâb-ı Allah, Rahman ve Rahîm. Şimdi o geminin üzerinde öyle bir manyetik alan oluşturursun ki, füze fırlatmak için emir veren komutanın sesini o subay duyamaz.
Ayrıca onun atmış olduğu füzeyi havada yakalarsın; elektronik kumandayla geri çevirir, onu atan geminin üzerinde parçalarsın.

Teknoloji, Allah'ın rahmeti ve bir fırsattır. Bunu yaptığın zaman senin uçak gemisi yapmana lüzum bile kalmaz…”

Bu sözler teknik bir çözüm önerisi sunmanın fevkinde zihinlerdeki tahakküme karşı bir özgürlük çağrısıdır. Burada savunma sanayiine dair asıl mesele, başkalarının üretim hacmini kopyalamak değil, kendi zihniyet kodlarımızla, kendi ihtiyaçlarımıza uygun, özgün ve etkili çözümler üretebilmektir; zira üretim, bir mühendislik meselesi olmanın ötesinde inançla yoğrulmuş bir medeniyet duruşudur. Müslüman, sadece taklit eden değil; soran, üreten ve dönüştüren bir özne olmalıdır.

Savunma sanayiinde “yüksek teknoloji” kadar önemli olan, yüksek şuurdur. Bir toplum ancak teknolojiyi hikmetle buluşturduğunda gerçekten güçlü olabilir. Hikmetsiz teknoloji, sadece kaba bir güçtür; ama hikmetle yoğrulmuş üretim, medeniyetin sigortasıdır.

MEDENİYET, PAYLAŞILAN HİKMETLE KURULUR

Hikmeti bulmak, yalnızca mevcut olanı tespit etmek ve başkalarının ürettiklerinden faydalanmakla sınırlı bırakılamaz. Mümin; bulan olduğu kadar, üreten, inşa eden ve sunan bir özne olmalıdır. Bilgiye dair özgüvenli bir duruş; başkalarının yazdıklarını anlamaya çalışmakla değil, kendi düşünce mirasından ve değer sisteminden beslenen yeni üretimlere cesaret etmekle mümkündür.

Düşünce geleneğimiz; tefekkürü sözle yoğuran, hikmeti ilimle harmanlayan, tahkiki ise yolun esası sayan bir mirasa sahiptir. Bu damar hâlâ canlıdır ve iç dünyamızdan beslenen bir araştırma-geliştirme zihniyetiyle yeniden işler hâle getirilebilir. Müslümanlar, akademik alanda donanımlı, derinlikli, özgüvenli ve tevazulu çalışmalarıyla insanlığın ortak birikimine katkı sunmalıdır; çünkü medeniyet, üretilip paylaşılan hikmetle kurulur.

HİKMETİN İNŞASI: EĞİTİMDE KÖKLERE DÖNÜŞ

Medeniyetimizin kadim geleneğinde hikmet, bilginin özü ve gayesi olarak görülmüştür. Bugün eğitimde yaşadığımız kriz, aslında bu özden kopuşun acı bir yansımasıdır. Bu kriz, yalnızca pedagojik değil; aynı zamanda kavram temelli bir işgalin sonucudur. Eğitim, eğer başkalarının kavramlarıyla düşünmeye zorlar hale gelirse zamanla kendi hakikatimizi arayamaz hâle geliriz. Bu sebeple fikrî bağımsızlık, hikmetle bütünleşmiş bir eğitim anlayışının ön şartıdır.

Modern eğitimin en büyük açmazı, bilgiyi parçalayarak anlamın bütünlüğünü zedelemesidir; oysa hikmet, parçaları birleştiren, varlığı bir bütün olarak kavrayan derin bir bakış açısıdır. Dersler arasındaki yapay sınırlar kaldırılmalı, disiplinler arası bir yaklaşımla hakikat, kuşatıcı bir çerçevede ele alınmalıdır. Tıpkı geleneğimizdeki tenkit–tahkik–temellük sürecinde olduğu gibi öğrenciyi soru sorabilen, araştıran ve bilgiyi hikmetle yoğurabilen bir şahsiyet olarak inşa etmek esastır. Yeni nesil, bilginin nasıl tasarlandığını, hangi zeminlerde üretildiğini ve hangi niyetlerle sunulduğunu sorgulamalıdır. Dijital platformlar ve modern medya, görünürde bilgi sunarken gerçekte zihinsel yönlendirme mekanizmaları inşa etmektedir. Bu çağda öğrenciye düşen sorumluluk, tuzaklara karşı uyanık kalmak, hikmeti ayıklamak ve basiretle yol almak olmalıdır. 

Bilim dilinde yaşanan kavramsal yabancılaşma, fikrî bağımsızlığımızı zayıflatmaktadır. Bu sebeple kendi kavramlarımızla düşünebilen, geleneğin irfanıyla bugünün meselelerine çözüm üretebilen bir nesil yetiştirmek mecburiyetindeyiz. Nizamiye Medreseleri’nden Sahn-ı Semân’a uzanan o köklü eğitim damarında hikmet, bilginin kalbinde yer alıyordu. Gazâlî’nin ahlâk merkezli ilim tasnifinde, İbn Haldun’un toplum-bilgi ilişkisinde ve Taşköprülüzâde’nin disiplinler arası bilgi mimarisinde görülebilir. Bu müstesna şahsiyetler, bilginin akılda, ahlakta, toplumda ve hikmette nasıl kemale ereceğini göstermişlerdir.

Bugün üniversitelerde kurulacak Beytü’l-Hikme – Hikmet Araştırmaları Enstitüleri, bu dirilişin akademik boyutunu üstlenebilir. Yaygın eğitim alanında ise sivil toplum kuruluşları bünyesinde yapılandırılacak hikmet merkezli araştırma merkezleri, toplumsal bilinçlenmeye katkı sunabilir. İlkokuldan itibaren her kademeye yayılacak Mantık ve Tefekkür Eğitimi, bu fikrî temelin erken yaşta inşasını sağlayabilir. Öğretmen yetiştirme programlarında öne çıkarılacak Hikmet Merkezli Pedagojik Yaklaşımlar ise eğitimde kalıcı bir zihniyet dönüşümünün kapılarını aralayabilir. Bunlara ilaveten: 

“Akıl Fikir Atölyeleri” aracılığıyla öğrencilerin soru sorma, düşünme ve anlam üretme becerileri geliştirilmelidir. Bununla birlikte, “Kavram Okuryazarlığı” temelli programlar sayesinde genç nesil, kendi kavramlarını üretme cesaretiyle donatılmalıdır. Zihinsel bağımsızlığın kapısını aralayacak bu çalışmalar, aynı zamanda fikrî bağımsızlık eğitimi olarak yeniden tasarlanmalı ve eğitim sisteminin merkezine yerleştirilmelidir.

Yanı sıra tüm ders içeriklerinin “Esma-i Hüsna” merkezli düşünce yapılarına alan açacak şekilde kurgulanması; Medrese geleneğinden ilham alan “Tahkik (Araştırma Geliştirme) Kulüpleri”nin eğitim kurumlarında  yaygınlaştırılması; Öğrencilerin edebiyat, sanat ve bilim üzerinden hikmet izini süreceği “Medeniyet Okumaları” programlarının hayata geçirilmesi bu yeniden inşanın köşe taşları olabilir. Böylece klasik İslam düşüncesindeki usul mirası, çağdaş eğitim anlayışıyla yeniden buluşacaktır.

Yapay Zekâ, Robotik Kodlama, Veri Okuryazarlığı ve Dijital Etik gibi alanlarda kurulacak teknoloji temelli atölye ve kulüpler, öğrencilerin teknik, ahlak ve hikmet merkezli üretim bilinciyle yetişmesini sağlayacaktır. Böylesi marifet merkezli faaliyetler; bilgiyi tenkit eden, tahkik eden ve kendine mâl eden (temellük) zihinsel süreçlere kapı aralayacaktır. Bu anlayış, klasik İslam düşüncesindeki usul mirasına yeniden bağlanmayı sağlar.

Medeniyetimizin hikmet damarını diri tutmak, düşünceyi söze dönüştürmeyi gerektirir. Bu amaçla eğitim kurumlarında kurulacak “Yazı ve Şiir Atölyesi”, öğrencilerin hem duygu hem düşünce dünyalarını besleyen, kalemle anlam inşa etmeyi öğrenmelerine imkân tanıyan özgün bir alan olabilir.

Hikmetin yeniden inşası; yeni içerikler üretmek, kavram, usul ve irade ile düşünceyi özgürleştirmekle mümkündür. Bu da kendi köklerine yaslanmış, çağını tanıyan ve hikmeti hedefleyen bir eğitim zihniyeti gerektirir. Hikmetle yoğrulmuş bir eğitim; meslek erbabı ve hakikat yolcusu olan fertler yetiştirir. İnsanı hem dünya ve ahiret hayatına hem de kendi içine ve Rabbine uzanan yolculuğa hazırlar.

YİTİK OLANI BULMAK, OLMAYANI ÜRETMEK 

Hikmet... Bilenle yetinmeyenin arayışı, hakikati duymakla yetinmeyip onu yaşamaya talip olanların yoldaşıdır. Kalbini yitirmeyenler, bilirler ki hikmet, gönül terbiyesiyle başlar ve gönül terbiyesi olmadan akıl savrulmaya mahkumdur. Bugün bizim vazifemiz; unuttuğumuz bu erdemi yeniden hatırlamak, bilgiyi hikmetle yoğurmaktır. Medeniyet, sadece yapılardan, metinlerden ve sistemlerden ibaret değildir. Onun ruhu, hikmettir ve o ruh, insanla dirilir, insanla yürür. Bu bağlamda, hikmeti geleceğin pusulası olarak okumalıyız. Şiirdeki sezgiden yazıdaki ilhama, kodlama satırlarından dua cümlelerine ve davranışlardaki zarafete kadar her şeyde hikmeti aramak, onu yeniden üretmek ve geleceğin pusulası hâline getirmek müminin vazifesidir; zira Kerim Kitabımız bize hatırlatır:

“Allah, dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilirse o kimse birçok hayra nâil olmuş demektir. Bunu ise ancak derin kavrayış sahibi olanlar düşünüp anlarlar.” (Bakara, 269)
Bu ayet-i kerime gösteriyor ki hikmet; ilahî bir lütuf, derin bir kavrayış ve büyük bir hayırdır. Hikmet, faydaya dönüşen bilgidir. Ona sahip olan; hakkı bilen, hakla amel eden, insanlığa iyilik taşıyan kişidir. Doğruluk, adalet, ihlâs ve merhamet gibi ahlâkî vasıflar hikmetin meyvesidir. Kur’an ve Sünnete yönelen, emirlerini öğrenip yaşayan, kötülüklerden sakınan her fert, işte bu hayrın kapısından içeri girmiş demektir.

SON SÖZ YERİNE KISA KISA 

Hikmet; bilgiyi yoğuran, ahlâkı mayalayan, irfanı inşa eden ilahi bir nimettir. Kalpte başlayıp zihinde olgunlaşan ve davranışta kök salan bir yolculuktur. Bilmek, hissetmek, anlamak ve yaşayarak olgunlaşma yönelmekle anlam kazanır.

Mümin sadece bulmaz; üretir. Kendi medeniyet değerlerinden doğan kavramlar, sistemler ve yaklaşımlarla var olmak esastır.

Kavram temelli bağımsızlık, düşüncenin asli zemini ve zihinsel direnişin temelidir. Kavram inşa edemeyen toplumlar, düşünemez, sadece tekrar ederler. 

Dijital çağın görünmez kuşatmalarına karşı hikmetle teyakkuz ve dirayet zorunludur. Algoritmalar tarafından yönlendirilen değil, basiretle yön tayin eden iradeli insanlar, bilgi çağında kaybolmadan yürüyebilirler.

Savunma sanayii teknik olmakla birlikte zihnî bir meseledir. Savunma hattı silahın yanı sıra bilinçle, fikirle ve hikmetle oluşturulur. Özgün üretim; bağımsızlık, stratejik akıl ve medeniyet iradesinin göstergesidir.

Eğitim, kalbi ve aklı birlikte yoğuran bir terbiye sürecidir. Müfredatlar, medeniyet tasavvurunun taşıyıcılarıdır. Hikmetle yoğrulmamış eğitim ruhsuz ve yönsüz kalır.
Köksüz fikirler çağın yükünü taşıyamaz. Geleneğin özü, çağın ihtiyacıyla buluşturulmadığında her çağdaşlık taklide dönüşür. 

Hikmeti yaşamak, üretmek ve yaymak bir medeniyet emanetidir. Yitik olanı bulmak yetmez; bulunanı anlamla yoğurmak ve yarına taşımak gerekir. Medeniyet, hikmetle yoğrulmuş fertlerin omuzlarında yükselir. 

Şiirdeki sezgi, yazılan bir yazı, alınan bir karar, üretilen her şey ve teknolojideki tasarım bile hikmetten pay almalıdır. Kod satırında bile hikmet aranmalı, işlevsel olmanın yanı sıra anlam yüklü üretimler hedeflenmelidir.

Hikmet; Kur’an’ın vaadi, Peygamber’in mirası, müminin yitik malıdır ve onu bulan, hakikatin izini süren müstesna bir yolcudur ve istisna sonuçlara ancak müstesna insanlarla ulaşılabilir. 

Ahmet Turkben

Yorumlar8

  • cahit 21 saat önce Şikayet Et
    Allah aşkına ne yapılması gerekiyorsa yapılsın toplumsan ahlaki çöküşün eşiğindeyiz çocuklarımızı İmamhatipler de kurslarda okutmamıza rağmen çok kötü durumdalar Anne Babayı dinlemiyorlar çevreye arkadaşlarına uyuyorlar Milli eğitim artık çok ciddi kadrolarla eğitim vermeli aileler feryat ediyor TV ler Sosyal medya da çok ciddi düzenlemeler yasaklar getirilmeli
    Cevapla
  • Hasan Boğatekin 21 saat önce Şikayet Et
    Allah, sizden razı olsun. Çok yerinden tespitler ve bilgece faydalı bir yazı.
    Cevapla
  • Abdullah Kaya 22 saat önce Şikayet Et
    M.E.Bakanlığı, Talim ve Terbiye kurulu için bilumum maarif müfredatın tanziminde atıf yapılabilecek geniş bir bakış açısı olarak dikkate alınacağını ümidiyle Ahmet Turkben Bey'e teşekkür eder, sağlık afiyet dilerim.
    Cevapla
  • Emrah 22 saat önce Şikayet Et
    Yüreğine sağlık hocam, da ev kirası kredi kartı borcu hayatı idame etme hayat pahalılığı gibi say say bitmez kaygılarla ne kadar hikmet aranabilir bu problemlere de gerçekten hikmetli düşünceler ile çözüm istiyoruz
    Cevapla
  • ismail 22 saat önce Şikayet Et
    Hikmet kavramına güzel bir açılım getirilmiş. İnşallah maarif modeliyle birlikte eğitim sahasında arzulanan kıvama ulaşılır. Eğitim sistemi istenen düzeye geldimi diğer alanlar da bundan nasibini alır.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat