İyilikte en üst makam: Sessizliğin irfanından cesur iyilik hareketlerine…

  • GİRİŞ15.09.2025 09:12
  • GÜNCELLEME15.09.2025 09:12

Bizim medeniyetimizde iyilik; kalpten doğan, bilinçli ve erdemli bir hayat tarzı olarak kök salmış, en kadim ve en zarif ahlak ilkelerinden biridir. Gizli yapılan iyilik, gösterişten ve alkıştan uzak kalarak sadece Allah rızasına yönelen bir ihlâsın tezahürüdür. Kişi yaptığı iyiliği gizledikçe iç dünyasında samimiyet kök salar, nefsin beğenilme arzusuna karşı bir direniş gösterir; zira sessiz iyilik hem kalbi riyadan korur hem de muhatabın izzetini incitmeden hayrı ulaştırır. Bu yönüyle iyilikte sessizlik bir irfan makamıdır; niçin verdiğini ve kime karşı sorumlu olduğunu bilme halidir.

Bu sessizlik hali, suskunluk anlamına gelmez. İçte büyüyen bu ihlâslı hâl, bir zaman sonra cesur adımlara dönüşür. Kalpte mayalanan iyilik, bazen bir yetimin başını okşar, bazen bir topluluğun yarasını sarar, bazen de kötülüğün tam karşısında bir duruş olur. Bu bağlamda sessizliğin irfanından beslenen iyilik, zamanla toplumu inşa eden en güçlü harekete dönüşür.

BİRR’DEN İHSAN’A: KUR’AN’DA İYİLİĞİN YOL HARİTASI

Kur’an-ı Kerim’de iyilik tek bir kelimeyle anlatılmaz; farklı katmanlarını yansıtan pek çok kavramla dile getirilir. Her biri iyiliğin başka bir yönünü öne çıkarır.

Birr, geniş ve kuşatıcı iyilik anlamına gelir; kullukta samimiyeti ve ahlaki erdemi ifade eder. Bakara suresi 177. ayette, “Birr, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir; asıl birr, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden…” diye devam ederek iyiliğin iman, ahlak, ibadet ve adaletle bütünleşmiş bir hayat tarzı olduğu vurgulanır. Ebrar ise “birr” kökünden türeyen bir sıfat olarak hayır, iyilik, itaat, doğruluk ve geniş kapsamlı erdemlilik halidir. Ebrar olan müminler; bu vasıfları en ileri derecede taşıyan, hayır ve iyilik yarışında öne geçen müstesna insanlardır. Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz ebrâr nimetler içindedirler.” (İnfitâr, 13) buyurularak iyiliğin en üst seviyede yaşayanların uhrevî mükâfatı haber verilir.

Hasene, iyi hâl ve hareketlerle hoşa giden, ulaşılmak istenen nimet ve imkânları ifade eden bir kavramdır. Kur’an’da hem dünyevî hem uhrevî iyilikleri kapsar; insanın arzuladığı bütün güzelliklerin ortak adıdır. Hasene, iyiliğin temel kavramıdır; zira insanın dünyada ve ahirette elde etmek istediği bütün hayır ve lütufları dile getirir. “Şu kesindir ki, Allah zerre kadar bile olsa kimseye zulmetmez. Ama zerre kadar bir iyilik (hasene) yapılsa, onun sevabını kat kat artırır ve ayrıca kendi yüce katından pek büyük bir mükâfat verir.” (Nisâ, 40) ayeti, bu kavramın zenginliğini ortaya koyar.

Ahsen, “en güzel ve en iyi” anlamındadır. İyiliğin daha üst bir kıvama yükseltilmesini ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de: “Hanginizin amelinin daha güzel (ahsenu amela) olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” (Mülk, 2) ayetiyle birlikte zikredilir. Bu ayette, insana verilen hayatın asıl maksadının, ameli en güzel biçimde yapma gayretiyle yaşamak olduğu vurgulanır yani yapılan işin sayısından çok, ihlâsla, sadakatle ve güzellikle yerine getirilmesi, kulun imtihanının merkezinde yer alır.

İhsan, hasenenin zirveye ulaşmış hâlidir; iyiliğin en güzel kıvamda, en saf bilinçle icra edilmesidir. İhsan, sadece doğru davranış değil, Allah’ı görüyormuşçasına kulluk etmek, yapılan her işi ilahî huzur bilinciyle gerçekleştirmektir. Bu açıdan ihsan, hasenenin kemale ermiş şeklidir. İhsan üzere yapılan iyiliğe dair pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerif, iyiliğin zarafet ve ahlaki mükemmellikle yapılması gerektiğini, Allah rızasını gözeten en yüksek bilinç hâlini hatırlatır.

Kur’an-ı Kerim’de iyiliği tamamlayan başka bazı kavramlar da vardır. Salih ve salihat, inançla birleşmiş, kişiyi ve toplumu onaran yapıcı ve başkasına fayda sağlayıcı amelleri ifade eder. Maruf, fıtrat ve akıl yoluyla herkesin güzel bulduğu, evrensel kabul görmüş iyiliktir. Hayr, en küçükten en büyüğe her türlü hayırlı işi kapsar; fadl ise Allah’ın lütfunu ve insanın faziletli davranışını dile getirir.

Bu kavram zenginliğini özetleyecek olursak; Kur’an-ı Kerim, iyiliği bir davranış biçimi olmanın ötesinde çok katmanlı bir şuur, ahlaki bir derinlik ve kulluğun zarif bir tezahürü olarak tanımlar. Birr ile başlar, hasene ile genişler, ahsen ile yücelir, ihsan ile kemale ulaşır. Salih amellerle toplumu onarır, marufla insanlığın ortak birikimine tutunur, hayr ile en küçük iyilik bile anlam kazanır, fadl ile bu çabanın Allah katındaki değerini artırır. Her bir kavram, iyiliğin farklı bir yönünü aydınlatır; birlikte bakıldığında ise Kur’an’ın sunduğu iyilik anlayışı, insanı hem iç dünyasında arındıran hem de topluma şifa olan bir yol haritası hâline gelir. Bu yol haritası, ihlâsla yapılan bir amelden, Allah’ı görüyormuşçasına yaşanan bir hayata kadar uzanan tekâmül seyrini gösterir. Kur’an’ın iyilik dili; niyeti arındırmayı, ameli güzelleştirmeyi, insanı yüceltmeyi ve toplumu diriltmeyi hedefleyen bir erdem inşasıdır.

ALLAH İYİLİK YAPANLARI SEVER

Kur’an’ın birçok yerinde tekrarlanan “Allah muhsinleri sever” (Bakara, 195) müjdesi, ihlâs ve sessiz iyilik anlayışının özünü ifade eder. Muhsin, yaptığı her işi güzellikle ve Allah rızasını gözeterek yapan, iyiliği sadece görünür bir yardım değil, bir kulluk şuuruna dönüştüren kimsedir. Gizli iyilik, muhsin olmanın en berrak göstergesidir; çünkü muhsin kişi, iyiliği karşılık beklemeden ve gösterişten uzak biçimde yapar. Böylece hem kendi nefsini beğenilme arzusundan arındırır hem de toplumun kalbinde güven ve merhamet duygusunu canlı tutar.

Gizli yapılan her hayır, insanın nefsini terbiye eder ve ihlâsın kapılarını aralar. İyilik, görünmeden yapıldığında yalnızca muhtaç olanın ihtiyacını karşılamakla kalmaz; yapan kişinin nefsinin arınmasına vesile olur. Beğenilme ve övülme isteği, insanın en güçlü nefsî tuzaklarından biridir. Sessiz iyilik, bu tuzağı aşmanın ve kalbi riya tozundan temizlemenin en etkili yollarından biri olur. Bu kavrayış, insanı ekmel ahlâk mertebesine, yani ahlaki mükemmelliğe taşır. Sessiz iyilik, muhsin olma yoluyla kulun Rabbine yakınlaşmasının da en güçlü adımıdır.

SAĞ ELİNİN VERDİĞİNİ SOL ELİN BİLE BİLMESİN

Sessiz iyilik anlayışını en güzel şekilde Peygamber Efendimiz dile getirmiştir:
“Sadakayı o kadar gizli ver ki, sağ elin verdiğini sol elin bile bilmesin.”

Bu hadis-i şerif, verilen sadakanın olabildiğince gizli tutulmasını, verenin bile adeta unuturcasına ihlâsla hareket etmesini öğütler. İyiliğin duyurulması, insanda gurur ve gösterişe kapı açabileceğinden sadaka verenin gururlanmaması, alanın da mahcubiyet yaşamaması için en faziletli olan gizli yapılmasıdır. Nitekim ayet-i kerimede buyrulur:
“Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.” (Bakara,271)

Gizli yapılan iyilik hem verenin kalbini riyadan korur hem de verilen kişinin haysiyetini incitmez.
Peygamberimiz bir diğer hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Yedi sınıf insan vardır ki, Allah Teâlâ onları kendi (arşının) gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı (Kıyamet) gününde arşının gölgesinde gölgelendirir. Adaletli yönetici, Allah’a ibadetle büyüyen genç, kalbi camilere bağlı mümin, Allah için birbirini seven, bu uğurda bir araya gelip bu sevgi ile ayrılan iki dost, mevki sahibi olan güzel bir kadın tarafından birlikte olmaya çağrıldığı hâlde, ‘Ben Allah’tan korkarım’ cevabını veren yiğit, sağ elinin verdiği sadakayı sol eli duymayacak şekilde gizli sadaka veren cömert, tenha yerde Allah’ı anarak gözleri yaşla dolup taşan abid.”  (Müslim, “Zekât”, 30)

Bu hadis-i şerif, gizlice yapılan bir iyiliğin ahlaki olgunluk ve ihlasın zirvesi olduğunu gösterir. Sağ elin verdiğini sol elin bilmeyeceği derecede yapılan sessiz iyilik, verenin kalbini riyadan korur, alanın da şerefini muhafaza eder. Bu hal, kişinin hem Rabbine karşı saygısını hem de insana karşı inceliğini ortaya koyar. Mahşer gibi her şeyin açığa çıktığı o büyük günde, sadece bu samimi ve gizli iyilik sahiplerinin arşın gölgesinde gölgelenmesi ise, bu davranışın ne kadar kıymetli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

İYİLİĞİN RUHUNA SIZAN TEHLİKE: MANEVÎ TEFECİLİK

Cemil Meriç’in “Yapılan iyiliğin karşılığını beklemek manevî tefeciliktir.” sözü, güçlü bir uyarı niteliğindedir. Nasıl ki tefecilik; parayı faize verip haksız kazanç beklentisi üzerine kuruludur; manevî tefecilik de iyilikten bir tür “manevî faiz” umma hâlidir. Bu beklenti, iyiliğin ruhunu zedeler, ihlâsı örseler.

Günümüzde bu tavır farklı biçimlerde karşımıza çıkar. Sosyal medyada iyilik görüntülerini paylaşarak beğeni ve takdir toplamaya çalışmak, bir yardım kampanyasına adını duyurmak için katılmak, iş hayatında yapılan bağışları bir tür reklam malzemesi hâline getirmek, siyasi ya da kurumsal çıkar için hayır işlerini vitrine taşımak… Bunların her biri, iyiliğin özüne sızan manevî tefeciliğin örnekleridir.

Kimi zaman daha kişisel alanlarda da görülür: Birine yardım ettikten sonra teşekkür beklemek, minnet duygusunu talep etmek, “Ben olmasam yapamazdı” hissine kapılmak… Bu da kişinin kendi nefsini yüceltme arzusu olarak aynı tehlikenin başka bir yüzüdür.

Bu konuda Kur’an-ı Kerim de çarpıcı bir uyarı yapar:
“Ey iman edenler! Sadakalarınızı ve yaptığınız iyilikleri, insanların başına kakarak, gönül inciterek boşa çıkarmayın; tıpkı Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde, sırf insanlara gösteriş olsun diye malını güya Allah yolunda harcayan ve böylece tüm iyilikleri boşa giden münafıklar gibi davranmayın.” (Bakara, 264).
Bu ayet-i kerime, gösterişe veya minnet duygusuna dayalı her türlü yardımın, kayaya serpilen tohumun yağmurla kaybolması gibi sonuçsuz kalacağını hatırlatır. İyilik, Allah rızası için yapılmadığında dünyada ve ahirette gerçek karşılığını bulmayacaktır.

ANADOLU İRFANININ KADİM HATIRLATMASI: İYİLİK YAP, DENİZE AT!..

İyilik, yalnızca Allah rızası için yapıldığında gerçek değerini bulur. Her türlü dünyevî beklenti, görünmez bir faiz gibi amelin özünü kirletir ve kalbin safiyetini gölgeler. Manevî tefecilikten arınmak, iyiliği sessiz ve gizli tutmak hem ihlâsı hem de yapılan hayrın bereketini korumanın en güvenilir yoludur.

“İyilik yap, denize at, balık bilmezse Hâlık (Yaratan) bilir.” atasözü de aynı gerçeğin halk diliyle ifadesidir. İyiliğin asıl muhatabının Allah olduğunu hatırlatır. Yapılan hayrın görülmesi ya da bilinmesi gerekmez; çünkü onu bilen ve karşılığını verecek olan Yüce Allah’tır. Bu atasözü, gizli iyiliğin bereketini ve Allah katındaki değerini yüzyıllar boyu hafızalarda tutan bir irfan cümlesidir.

GÖNÜLDEN YAPILAN İYİLİK, GÖNÜLLERİ BİRLEŞTİRİR

Sessiz ve gizli yapılan iyilik, kişinin ruh dünyasında tatmin ve huzura vesile olur. Modern psikoloji, başkalarına iyilik yapmanın insan beyninde mutluluk seviyesini yükselttiğini ortaya koymuştur; ancak iyiliğin gizli yapılması bu duyguyu daha saf hâle getirir. Kişi, herhangi bir takdir veya övgü beklemeksizin iyiliğin özüne odaklanır. Yapılan bir yardımın karşılığını almama düşüncesi, insanı riya ve kibirden uzak tutar ve kalbinde manevi bir haz bırakır. Günümüzde yaşanan yoğun stres ve tatminsizlik çağında gösterişten uzak iyilik yapmak insan ruhunda tarifsiz bir huzura vesile olur.

Sessiz iyilik, yardımlaşmanın ötesinde toplumsal huzurun teminatı, karşılıklı güven ve dayanışmanın da en güçlü köprüsüdür. Özellikle büyük şehirlerde ferdiyetçilik ve yabancılaşma giderek artarken sessiz iyilik kültürü insanları birbirine görünmeden bağlayan bir değer olarak varlığını sürdürür.

DİNİMİZİN ÖZÜ, İHLAS VE SAMİMİYETTİR

Bizim medeniyetimizde ihlâs ve samimiyet, amelden önce gelir.

Peygamberimiz, İslam'ın temel esaslarından birini kısa fakat derin anlam içeren hadisiyle dile getirmiştir: "Din nasihattir." Sahabeler, "Kimin için?" diye sorduklarında, "Allah için, Kitabı için, Resulü için, Müslümanların idarecileri ve bütün Müslümanlar için."  (Müslim, Îmân, 95) buyurmuştur.

Bu hadis-i şerif, İslam dininin temel taşlarından birinin samimiyet, ihlâs ve doğruluk olduğunu ortaya koymaktadır; ancak burada nasihat Türkçede yaygın kullanılan haliyle yalnızca sözlü öğüt verme anlamında değildir; samimiyet, dürüstlük, sadakat ve ihlâs gibi erdemleri kapsayan geniş bir anlam taşır.

Allah için nasihat, O’na samimi bir şekilde kulluk etmek, emirlerine içtenlikle bağlı kalmak ve yalnızca O’nun rızasını gözeterek hareket etmektir. Bir Müslüman, ibadetlerini ihlâsla yerine getirmeli ve O’na karşı samimi bir kul olmalıdır. Kitabı için nasihat, Allah’ın kitabına hiçbir şüphe ve tereddüt hissetmeden gönülden iman etmek, onu anlamaya çalışmak, onun emirlerini yaşamak ve başkalarına öğretmektir. Kur’an’ı hayatın merkezine koyan bir Müslüman, onun emir ve yasaklarını uygular ve samimiyetin gereğini yerine getirmiş olur. Peygamber için nasihat, O’na olan muhabbeti, sünnetine bağlılığı ve hayatını O’nun örnekliğinde şekillendirmeyi içerir. Peygamber Efendimizin sünnetine uygun yaşamak ve O’nu rehber edinmek, en samimi bağlılık göstergesidir. Müslümanların idarecileri için nasihat ise yöneticilere hak ve adalet konusunda yardımcı olmak, hiçbir beklenti içinde olmadan onlara doğruyu göstermek ve topluma en iyi şekilde hizmet etmelerine destek olmaktır. Genel olarak bütün Müslümanlar için nasihat, onların iyiliğini samimiyetle istemek, birbirine iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, kardeşlik bağlarını güçlendirmek anlamına gelir. İslam toplumunda şahıslar birbirine karşı sorumluluk taşır ve herkes birbirine samimi ve dürüst yaklaşır. Nasihati hayatın her alanına yaymak, toplumu ahlaken güçlendirir ve İslam’ın özünü yaşanılır hale getirir.

İHLASIN VE SESSİZ İYİLİĞİN TARİHÎ İZLERİ

Sessiz iyilik, medeniyetimizde kendisini sadaka taşları ile somut bir şekilde göstermiştir. Sadaka taşları, sessiz iyilik yapma erdeminin ve infakta ihlâs anlayışının en güzel örneklerinden biriydi. Cami avlularına, çeşme kenarlarına veya mahalle aralarına yerleştirilen, üstü oyuk silindir taşlardan oluşan bu sistem, ihtiyaç sahibi ile hayır sahibini birbirine görünmeden buluştururdu. Hali vakti yerinde olanlar, kimse görmeden sadakasını bu taşlara bırakır, ihtiyaç sahibi olanlar ise yine kimseye görünmeden ihtiyacı kadar olanı alırdı. Bu sayede veren el alan eli görmez, alan da mahcubiyet hissetmezdi Sadaka taşı, verenin gururdan, alanın da mahcubiyetten korunmasına vesile olurdu. Bu zarif uygulama, Peygamberimizin “Sağ elin verdiğini sol elin bilmesin.” hadisine uygun bir yardımlaşma örneği olarak kayıtlara geçmişti

Medeniyetimizde sessiz iyilik anlayışını yansıtan bir diğer örnek de zimem defteri uygulamasıydı. Zimem defteri, bakkal, manav gibi esnafların veresiye defterlerine verilen isimdi. Hayır sahipleri, Ramazan gibi mübarek zamanlarda bu defterleri alır, kimin borcu olduğuna bakmadan rastgele birkaç kişinin borcunu öderdi. Borcu ödenen kişi, kimin ödediğini bilmez; hayır sahibi de kime yardım ettiğini bilmezdi. Bu uygulama, verenin minnet duygusuna sebebiyet vermemesi, alanın da mahcubiyet yaşamaması açısından büyük bir incelik taşırdı. Zimem defteri, toplumda yardımlaşma kültürünün ve gizli yapılan iyiliğin en zarif örneklerinden biri olarak günümüze kadar ulaşmıştır.

Medeniyetimizde, yardımlaşma ve dayanışma kültürü, hayatın her alanına yayılmıştır. Fakir ve ihtiyaç sahiplerinin incitilmeden desteklenmesi esas alınmış, bu amaçla çeşitli hayır müesseseleri ve gelenekler oluşturulmuştur.

Fırınlarda uygulanan askıda ekmek geleneği, hayırseverlerin fazladan ekmek parası ödemesiyle ihtiyaç sahiplerine ücretsiz ekmek ulaştırılmasını sağlamıştır.

Sokaklarda yer alan sebil ve hayrat çeşmeleri, susuz kalanların ücretsiz suya ulaşmasını mümkün kılmış; bazı hayır sahipleri bu çeşmelere şerbet ya da gülsuyu koyarak ikram kültürünü daha da zenginleştirmiştir.

Vakıf geleneğimiz, yoksullara ve kimsesizlere sıcak yemek sunan aşevleri (imarethaneler) ile sosyal yardımlaşmayı sistemli hale getirmiştir. Bu aşevlerinde Müslümanların yanı sıra gayrimüslimler ve yolcular da faydalanmış, hatta sokak hayvanları da gözetilmiştir. Dul kadınlar, yetimler ve yaşlılar ise mahalle kültürü içinde korunmuş, kimsenin aç ve açıkta kalmasına izin verilmemiştir.

Kelime anlamı itibarıyla “güzel borç” anlamına gelen ve Kur’ânî bir terim olan karz-ı hasen ise kişinin herhangi bir çıkar gözetmeden, karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek verdiği borçtur. "Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah da bunu kat kat fazlasıyla öder. Daraltan da genişleten de Allah’tır ve O’na döndürüleceksiniz.”  (Bakara, 245) ayeti, bu erdemli dayanışmanın önemini vurgulamaktadır.

Ekonomik sıkıntılarla mücadele etmek için geliştirilen Karz-ı Hasen Sandıkları, faizsiz borç veren hayır kurumları olarak tarih boyunca toplumsal yardımlaşmanın temel taşlarından biri olmuştur. Özellikle esnaflar arasında yaygın olan bu uygulama sayesinde geçici maddi sıkıntıya düşen kişiler, gelir elde ettiklerinde geri ödemek üzere faizsiz borç alarak nefes alma imkânı bulmuşlardır. Böylece hem kendi sıkıntıları hafiflemiş hem de toplumsal dayanışma ruhu diri tutulmuştur.

Medeniyetimizde yardımlaşma ve infak kültürü, sadece kişisel hayır faaliyetleriyle sınırlı kalmamış, vakıf müesseseleri ile toplumsal bir sistem haline gelmiştir. Tüm bu uygulamalar, sessiz iyiliğin, insanı yücelten ve toplumda kalıcı izler bırakan en üstün iyilik biçimi olduğunu bizlere göstermektedir.

GÜNÜMÜZDE SESSİZ İYİLİK

Medeniyetimizin köklerinden neşet eden bu değerler, iyiliğin asıl değerinin karşılık beklemeden, gösterişten uzak, yalnız Allah rızası için yapılmasında saklı olduğunu hatırlatan kadim bir mirastır ve günümüzde de bu kültür, çeşitli şekillerde yeniden hayat bulmuştur. Geleneksel yardımlaşma anlayışının güncel versiyonlarından biri askıda ekmek geleneği hâlâ pek çok fırında yaşatılmakta, bazı bakkallar ve marketler de bu geleneğe katılmaktadır; benzer bir güzellik olarak askıda fatura uygulaması, ihtiyaç sahipleri ile hayırseverleri dijital ortamda buluşturmuştur. İhtiyaç sahipleri ödeyemedikleri faturaları sisteme yüklerken hayırseverler bu faturaları anonim olarak ödemektedir.
Gıda kolisi yardımları da ramazan aylarında ya da yıl boyu devam eden bir gelenek hâlini almıştır. Bazı hayır kurumları veya mahalle gönüllüleri, ihtiyaç sahiplerinin kapılarına gıda kolileri bırakmakta, yine kimsenin mahcubiyet duymayacağı şekilde bu yardımlaşma sağlanmaktadır.
Bazı şehirlerde duvarlara ya da belirli noktalara giysi kumbaraları yerleştirilmekte, ihtiyacı olanlar için kıyafetler bırakılmaktadır. İhtiyaç sahipleri de oradan dilediklerini alabilmektedir. Veren el, alan el ile buluşmuyor, prensibiyle çalışan çeşitli dernekler ve vakıflar da kültürümüzdeki ihlaslı infak anlayışını sürdürmektedir.
Bazı gönüllüler, halka açık yerlere, hastanelere ve bekleme salonlarına kitaplar bırakmakta, içlerine küçük notlar koyarak "Bu kitap sana bir hediye, dilediğin gibi oku ve sonra bir başkasına hediye et." diyerek iyiliğin yayılmasına vesile olmaktadırlar. İhtiyaç sahipleriyle hayır sahipleri doğrudan karşılaşmadan aracı kurumlar vasıtasıyla yardımlar ulaştırılmaktadır. Borç kapama kampanyaları da zaman zaman görülmektedir. Özellikle mahallelerde, hayırseverler esnafa gidip veresiye defterlerindeki borçları kapatmakta, bu davranış kültürümüzde var olan zimem defteri geleneğini hatırlatmaktadır.

Kimi yerlerde restoran ya da marketlerde müşteriler, sıradaki kişinin hesabını sessizce ödeyerek iyiliğin gizli bir halkasını kurmakta; bazı bölgelerde mahalle buzdolaplarına bırakılan yiyecekler, ihtiyacı olan herkesin dilediği kadar alabileceği sessiz bir paylaşım alanı oluşturmaktadır. Yine başka örneklerde hayırseverler, küçük zarflar içine koydukları para ya da alışveriş kuponlarını kimse görmeden ihtiyaç sahiplerinin posta kutularına bırakarak gönüllere dokunan görünmez bir iyilik köprüsü kurmaktadırlar.

Günümüzde Karz-ı Hasen uygulaması; bekar gençleri evlendirme, eğitim masraflarını karşılama, iş kurmak isteyen girişimcilere sermaye desteği sağlama ve ekonomik sıkıntı çeken kişilere faizsiz borç verme gibi sosyal dayanışma faaliyetleriyle yeniden hayat bulmaktadır. Özellikle evlilik gibi büyük maddi yük gerektiren konularda, hayır sahiplerinin bağışlarıyla oluşturulan fonlar, ihtiyacı olanlara faizsiz ve aynı para cinsinden geri ödemeli destek sunarak günümüzde de iyilik hareketlerinin sürdüğünü göstermektedir.

Geçmişten gelen yardımlaşma kültürünün, değişen şartlara rağmen özünü koruyarak günümüze uyarlanmış hâlleri olan sessiz iyilik uygulamaları sayesinde iyilik yaparken muhtaç olanın şeref ve haysiyetini koruma anlayışı, toplumsal yardımlaşmanın en kıymetli yönü olmaya devam etmektedir.

KÖTÜLÜĞE VERİLECEK EN GÜÇLÜ CEVAP, İYİLİKTE ISRAR ETMEKTİR

İyilik, kötülüğün yıkıcı etkilerine karşı en sağlam siperlerden biridir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 34)

Kötülük, insan ruhunda derin yaralar açar; kalbi karartır, kin ve öfkeyi besler, merhamet damarlarını köreltir. Bu karanlık, zamanla toplumsal bağları zayıflatır. Kötülüğe kötülükle karşılık vermek ise bu zehri çoğaltır, gönüller arasında aşılmaz duvarlar örer; oysa iyilikle mukabele eden kişi hem kendi iç dünyasını bu zehirden korur hem de başkalarının kalbinde yeni bir kapı açar. Bu yönüyle gerçek iyilik, yardım etmekten ibaret kalmayıp kötülüğü hayra dönüştürecek aktif bir sabır ve ahlaki bir olgunluk göstergesidir.

İYİLİĞİN ÇOK YÖNLÜ ŞİFASI

Kur’an-ı Kerim’in “ahsen” yani kişiler arası ilişkilerde en güzel davranışla kötülüğü savma çağrısı, iyiliğin hâkim olduğu rahmet toplumuna ulaştıran bir yoldur. Bu yol, öfkeyi, kini, nefreti ve düşmanlığı eriterek insanların arasına yeniden merhameti, anlayışı ve güveni yerleştirir. Kötülüğe iyilikle karşılık vermek, bir bakıma kötülüğün akışını kesip yerine rahmet ve adaleti koymak demektir. Bu tutumun faydaları çok yönlüdür:

Kişinin iç dünyasında sükûneti tesis eder. Kötülüğe aynıyla cevap vermek nefsi beslerken iyilikle mukabele etmek kalbi besler. Kişi öfkesini kontrol edebildikçe irade gücünü keşfeder, olgunlaşır.

Nefsi terbiye eder. Her kötülüğe anında tepki vermemek, sabrı öğretir. Sabır ise ahlaki gelişimin kapısını aralar. Nefsine hâkim olan kişi, hayatın tüm zorluklarına daha dirençli hâle gelir.

Manevi dengeyi temin eder. Sürekli öfke üretmek insanı yorar, yıpratır; ama iyilik üretmek ruhu besler. Kalp, iyilikle genişler; huzur, iyilikle yerleşir.

Kötülüğü dönüştürme gücüne sahiptir. Kinle yaklaşan bir kişiyi, iyiliğin sıcaklığı yumuşatabilir. Düşmanlıktan dostluğa giden köprü, çoğu zaman güzel bir sözle ve iyi bir davranışla kurulur.

Yeni bir davranış modeline öncülük eder. İyilikle karşılık vermek başkalarına da sirayet eden bir ahlaktır. Başkaları da bu tutumdan etkilenir, benzer şekilde davranmaya başlar. Böylece iyilik, bir zincir gibi yayılır.

Allah katında büyük bir karşılığı vardır. Dünyada ve ahirette kat kat karşılığının  müjdelendiği bu sabır, hilm ve ihsanla bezenmiş iyilik, hem toplumun niteliğini hem de sahibinin itibarını yüceltir.

Toplumsal barışı ve güveni yeniden inşa eder. Kötülükle dolmuş bir yapı, ancak iyilikle onarılabilir. Bu tutum toplumsal kırılmaları tamir eder, kişiler arası empatiyi artırır. Akrabalık bağlarında bozulan güveni, kırılan gönülleri ve ihmal edilen sorumlulukları iyilikle onarmak; aile içindeki sevgi ve dayanışmayı yeniden tesis eder. Aynı şekilde, kurumlarda ve iş yerlerinde iyilik iklimini hâkim kılmak, sadece verimi artırmakla kalmaz; ekip ruhunu, aidiyet duygusunu ve çalışma barışını da güçlendirir. Bir tebessüm, bir hal hatır sorma, bir yardım eli; kimi zaman yıllardır süren dargınlıkları bitirir, kimi zaman da bir kurumu yeniden diriltir.

Kötülüğe verilecek en asil ve etkili cevap, iyilikte sebat etmektir. İyilikle kötülüğü savuşturmak, karanlığa karşı yakılan bir kandil gibidir; belki her yeri aydınlatmaz ama yakıldığı yeri mutlaka ısıtacak ve aydınlatacaktır.

SESSİZLİK, ETKİSİZ BİR PASİFLİK DEĞİLDİR

İyiliğin sessizliği, etkisiz bir suskunluk değildir asla; gösterişten uzak durmaktır. Gizli yapılan hayır, ihlâsı korumak içindir; kötülük karşısında geri çekilmek için değil. Kur’an’ın ve hadislerin öğrettiği sessizlik, iyiliğin özünü muhafaza eden bir nezakettir; zalimin hoyratlığına sessiz kalmak demek değil.

Bugün kötülüklerin pervasızca sahne aldığı, haksızlığın ve tüm çirkinliklerin alenileştiği bir çağda iyilerin sözü de eylemi de en gür şekilde duyulmalıdır. Sessizliğin erdemi, gösterişe kapılmadan ama etkisini güçlü biçimde ortaya koyarak hayra öncülük etmektir. İyilik, riyanın gölgesinden kurtarılmalı ve fakat hayatın her alanında cesurca ve görünür biçimde varlığını hissettirmelidir.

ÖRGÜTLÜ KÖTÜLÜĞE KARŞI ŞUURLU ve ORGANİZE BİRLİKTELİK

Kötülük çoğu zaman örgütlüdür, planlıdır ve sistemli biçimde yayılır. Bu yüzden iyilik de kişisel gayretlerle sınırlı kalmamalıdır. İyi insanlar; tek tek iyilik yapmakla yetinmemeli, şuurlu ve organize birlikteliklerle iyiliği çoğaltma gayretinde olmalıdırlar.

Vakıf, dernek, sivil inisiyatifler, mahalle dayanışmaları, dijital yardımlaşma ağları… Hepsi, iyiliğin toplumsal ölçekte güçlenmesi için birer imkândır. Birlikte hareket eden iyi insanlar, ihtiyaçları karşılamanın yanı sıra kötülüğün kök saldığı alanları daraltır, adalet ve merhamet iklimini canlı tutar.

Organize kötülüğe karşı en etkili cevap, şuurlu ve kolektif iyilik seferberliğidir. Bu, yardımlaşmanın ötesinde bir sorumluluk olmakla birlikte yeni nesillere örnek olacak, kötülüğün cesaretini kıracak ve iyiliğin yolunu genişletecek kalıcı bir medeniyet hamlesidir.

SESSİZLİĞİN İRFANINDAN CESUR İYİLİK HAREKETLERİNE…

Tüm bu anlatılanları kısa kısa toparlamak gerekirse… Sessiz ve karşılıksız iyilik, insanın nefsine karşı kazandığı en büyük zaferdir. Görünmeden yapılan her hayır, kalbi arındırır, gönüller arasında görünmez köprüler kurar. İhlası merkez alan bir iyilik anlayışı hem insanın iç dünyasını hem de toplumun manevi dokusunu sağlamlaştırır; iyiliği gösterişten ve çıkar beklentisinden arındırır, onu Allah’ın rızasına adanmış bir kulluk bilincine dönüştürür.

Unutulmamalıdır ki gerçek iyilik, kimsenin görmediği, yalnızca Hâlık’ın bildiği yerde kök salar. İnsan, başkasının takdirine değil, Yaradan’ın hoşnutluğuna talip olmalıdır. Bu sebeple sessiz iyilik, dünyevî alkışlardan uzak, uhrevî mükâfatlara açılan kapıdır. Bizi biz yapan, tarihimize medeniyet derinliği katan da bu incelik, bu zarafettir. Sadaka taşlarından zimem defterlerine, karz-ı hasen uygulamalarından günümüzün sessiz yardımlaşma örneklerine kadar hep aynı hakikat yaşatılmıştır: “İyilik yap, denize at; balık bilmezse Hâlık bilir.” Elbette bu sessizlik, kötülük karşısında susmak anlamına gelmez. Sessizlik, yalnızca gösterişe karşı korunan hikmetli bir tavırdır; zalimin zulmüne rıza göstermenin değil. Kötülüğün alabildiğine hoyratlaştığı bir çağda, iyilerin iyilikleri sözde kalmamalıdır. İyilik, kalbin derinliğinde ihlâs ile beslenirken eylemde de örgütlü ve cesur bir biçimde görünür olmalıdır.

Sessiz iyilik, kalpteki ihlâsın muhafızı; organize ve cesur iyilik ise toplumsal vicdanın bekçisidir. Bu iki damar birleştiğinde hem ferdin hem de toplumun arınmasını sağlayacak güçlü bir medeniyet iradesi ortaya çıkar.

Bugünün dünyasında bize düşen görev, sessizlik erdemini gösterişten koruyarak muhafaza etmek ve aynı zamanda iyiliği örgütlü, cesur ve görünür kılmaktır. Bu sorumluluk, iyiliği yaparken niyetimizi riya tehlikesinden arındıran bir iç disipline, iyiliği yayarken de onu etkili ve kalıcı kılan bir dış disipline birlikte sahip olmayı gerektirir.

Sürdürülebilir bir iyilik ve gerçek bir medeniyet, sessizliğin bereketini eylemin cesaretiyle harmanlayabilenlerin omuzlarında yükselecektir. Sessizliğin irfanını cesur bir iyilik hareketiyle buluşturabilenler hem kendi kalplerini arındıracak hem de insanlığın ortak geleceğine ışık tutacaklardır.

 

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat