NATO'nun temel çelişkisi

  • GİRİŞ06.09.2014 07:53
  • GÜNCELLEME06.09.2014 07:53

Oysa stratejik ironi gibi duran Batı ittifakı tasarımını bugüne kadar iki unsur bir arada tuttu: Ortak düşman tehdidi ve Amerika'nın de facto hegemonik gücü. Bu arada Batılı değerler olarak öne çıkan demokrasi, insan hakları, kapitalist sistem gibi gerekli düzen taleplerinin stratejik öncelikler oranında bir sıklete sahip olduğunu yakın zamanda çok tecrübe ettik.

Soğuk savaş döneminin stratejik öncelikleri gereği, başka ifade ile, küresel paylaşımın taraflarından biri olarak Batı, Amerika öncülüğündeki NATO şemsiyesi altında aralarındaki husumeti bir kenara bırakmak zorunda kalmıştı. Tarihsel husumetin eldeki teknolojik imkânlarla neye mâl olduğunu acı şekilde öğrenmişti. Ortak düşman komünizmdi. NATO ortak düşman nedeniyle sadece askeri anlamda Avrupa'yı korumakla kalmıyor, kapitalizmin sürdürülebilirliğini de sağlıyordu.

Soğuk savaş bitince eski düzen bozuldu ama yeni bir dünya düzeni kurulamadı. Amerika'nın kısa süren fiili tek kutuplu dünya düzeni de facto bir ara rejimden başka bir şey değildi. Bu arada soğuk savaş sonrası NATO stratejisinde değişiklik yapılarak terörle eşleştirilen İslam dünyasının tehdit olarak ilan edilmesi, bu dönemin tek ortak düşman algısını oluşturdu.

Ne var ki, soğuk savaş dönemiyle kıyaslanamayacak asimetrik bir tehdit algısı ortaya çıktı. İslam ve terör tehdidi Avrupa'nın tüm farklılıklarını ortadan kaldıracak, stratejik çimento işlevi görecek bir gerçekliğe sahip değildi. Hem kapitalizm ve onun düzen anlayışını hem de askeri stratejik çıkarları tehdit edecek, ittifakı bir arada tutacak bir algı boşluğu ister istemez ortaya çıkacaktı. Amerika'nın Ortadoğu'ya müdahalesinin geçici şok etkisi Batı ittifakı denilen büyük bohçanın çıkar farklılıklarını, stratejik önceliklerini ortak bir çizgide birleştirmeye yetmedi. Bölgesel rekabetin öncelik ve çıkar farklılıkları değişik biçimlerde ortaya çıkacaktı. Hem Avrupa'nın AB olarak Amerika'yla farklılaşması hem de Avrupa'nın kendi içindeki kadim çekişmeleri ister istemez belirleyici olacaktı.

Son zamanlarda bu durumu en bariz biçimde açığa çıkaran faktör, Rusya'nın Doğu Avrupa'daki etkinliği oldu. Adeta Ukrayna'yı pey akçesi olarak vermeye hazır görünen Batı'nın doğu sınırını korumadaki gönülsüzlüğü ortaya çıkarken, özellikle Almanya-Rusya ilişkilerinin tarihsel ve jeo-stratejik özellikleri yeniden gündeme geldi.

Ortada bir Rus tehlikesi vardı ama bu soğuk savaş dönemiyle kıyaslanamayacak türden bir tehditti. Bir kere Rusya kapitalist sistemi tehdit etmiyor, olsa olsa kapitalistler arasında bir rekabete soyunuyordu. Askeri tehdit derecesi de Avrupalılar arasında farklı anlamlar içeriyordu. Küresel kapitalizme entegre bir Rusya, sistemi tehdit etmiyor pazardan daha çok pay istiyor, bunu da kaba kuvvetle yapabileceğinin işaretlerini veriyordu. Bu durumda Avrupa içi eski rekabetler ve çıkar farklılıkları yeniden su yüzüne çıkacaktı.

Diğer tarafta ideolojik tehdit algısı ise Ortadoğu'da gittikçe büyütülmeye başlamıştı. Radikal Müslüman unsurların bölgede askeri olarak boy göstermeleri rahatsız edici olsa da doğrudan Batı'nın çıkarlarını etkilemekten çok hayali düşman algısını pekiştirmeye yarıyordu. En fazla Amerika'nın Ortadoğu, daha doğrusu petrol kaynakları üzerindeki fiili hakimiyetini meşrulaştırma işlevi görüyordu.

Son NATO zirvesinin IŞİD ve Rus tehlikesi gölgesinde toplanması her anlamda ilginç. Reel tehdit ile hayali tehdit algısının sentezlenerek bir askeri ittifakın misyonunun sürdürmeye yetip yetmeyeceğini sınandığı bir zirve bu. IŞİD askeri olarak korkutmayacak kadar önemsiz ama algı operasyonu ile ideolojik bir tehlikeyi beslemeye yetecek kadar medyatik. Rusya ise askeri ve stratejik çıkar ayrılıklarını ortaya çıkaracak kadar reel bir güç/tehdit; ancak siyasi ve ideolojik olarak sakınılası bir durum söz konusu değil. Hatta ABD ve Rusya'nın IŞİD'e karşı ortak hareket etme planlarının bile konuşulduğu ideolojik bir yakınlık söz konusu.

Yazının tamamı için tıklayınız

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat