Türkler bizi kıtır kıtır kesecek

  • GİRİŞ01.02.2009 21:02
  • GÜNCELLEME01.02.2009 21:02

 Ülkemizde yaşanan hadiselerin toz dumanı arasında, sapla samanın bir araya karıştığı görülüyor. Ya da birileri bilinçli olarak sapla samanı birbirine özellikle karıştırmaya çalışıyor. Ne de olsa zaman ahirzaman.

Ahirzaman ki fitnelerin kol gezdiği zamandır. Fakat rüzgar ne kadar ters eserse essin sapla samanı bir zaman sonra mutlaka ayrıştırır. Gerçek, mutlaka gün yüzüne çıkar. Mesnetsiz iddialar mutlaka gerçeğin ateşi tarafından küle çevrilir. Milletimizi ve gönül insanlarını birileri ne kadar karalarsa karalasın, Anadolu insanının masumiyetini gölgeleyemezler. Gönül insanları, kendilerine atılan çamurları yine gönülleriyle temizlerler.
İşte buna yaşanmış çok güzel bir örnek.

  Bayan Olgayeva, üniversite rektörünün teklifi karşısında bir anda afalladı. Eli ayağı titremeye başladı.

—   Ben bu görevi kabul edemem Rektör Bey, dedi

Rektör, doçent Olgayeva’nın bu tepkisine bir anlam verememişti.

— Bayan Olgayeva, dedi, biliyorsunuz ki üniversitemiz mali açıdan çok zor bir durumda. Bu bizim için bulunmaz bir fırsat. Eğer bu öğrencileri kazanabilirsek, Türkiye’den başka öğrenciler de gelir. Bu da üniversitemizin düzlüğe çıkması demektir. Böyle giderse siz de ben de daha fazla görevimizi sürdüremeyiz.
Bayan Olgayeva, işsiz kalma korkusuyla çaresiz Rektörün kendisine verdiği görevi kabul etmek zorunda kaldı.
 Bayan Olgayeva’nın bu tuhaf tepkisinin altında çocukluğundan kalma korkularının etkisi vardı. Çocukluğu Sovyet egemenliği yıllarında geçmişti. Sovyet egemenliği son bulup ülkesi bağımsızlığını kazanmasına rağmen bu korkularını yenememişti. Ailesi onu Karadeniz sahiline götürdüğünde, babası denizin ufuklarını göstererek:

—  Bu denizin ilerisinden bir gün Türkler gelecek bizleri kıtır kıtır kesecekler, derdi.

Belki, küçük Olgayeva’nın denize fazla açılmasını önlemek için babasının uydurduğu bir yalandı bu. Ama bu beyaz yalanda, Türklere karşı bilinçaltında oluşan bazı olumsuz düşüncelerin de rolü de vardı. Olgayeva denizde ileri açılmaktan korkar olmuştu o günden sonra. Ama en çok da Türklerden korkar olmuştu. Çocuk yüreğinde kocaman bir Türk korkusu yerleşmiş, bu korku çocuk düşlerinin kâbusu oluvermişti. O gün bu gün bilinçaltına yerleşmiş olan Türk korkusunu bir türlü yenememişti.  Yıllar sonra okumuş ve doçent olmuştu. Rektör Bey’in;
‘’İki Türk öğrenci üniversitemize kayıt yaptırdılar, bu öğrencilerle ilgilenmek görevi senindir.’’ sözleri üzerine olmuştu bu ani tepkisi.

Olgayeva, Rektörün verdiği görevi zoraki kabul ettiği günün gecesinde, çocukluk düşlerindeki kâbusları gördü.  O gün tedirgin adımlarla çıktı evinden. Aklında o gün karşılaşacağı Türk öğrenciler vardı. Çaresiz, ürkek ve ağlamaklı bir hâli vardı. Yalnız yaşıyordu ve Türklerin kendisine zarar verebileceğini düşünüyordu. Türk denilince, hayalinde kısmen insana benzeyen korkunç varlıklar beliriyordu. Hayalinde tasarladığı Türk imajının haricinde hiçbir Türkle karşılaşmamıştı bu güne kadar. Karşılaşmak da istemiyordu zaten.

Çaresiz bu iki Türk  öğrenciyle ilgilenecekti. Onları odasında bekliyordu. Beklenen an gelmişti. Bir müddet sonra içeriye temiz yüzlü zayıf çehreli orta boylu iki genç girdi.  Bayan Olgayeva, misafirleri olduğunu onları şimdi kabul edemeyeceğini söyledi. Öğrenciler İngilizce olarak kendilerini tanıttıklarında Olgayeva durakladı bir an. İçinde  garip bir ürperti hissetmişti. Onlara yer gösterdikten sonra, masasının üzerindeki evraklarla ilgileniyormuş gibi yaptı. Bu gençlerin görüntüleri hiç de hayalindeki Türklere benzemiyordu ama yine de onlardan çekinmekten kendini alamıyordu. Bir yandan masasının üzerindeki evraklarla ilgileniyormuş gibi yaparken diğer yandan da göz ucuyla Türk öğrencilerin hareketlerini süzüyordu.

Aradan birkaç hafta geçmişti. Olgayeva, öğrencilerle ilgileniyor ama onlara yakınlaşmaya hâlâ çekiniyordu. Fakat gün geçtikçe korkularının yersiz olduğuna inanmaya başlamıştı. Türk öğrencilerin, diğer öğrencilerden farkının olmadığını, hatta diğer öğrencilerden daha düzgün davranışları olduğunu görünce onlara yavaş yavaş yaklaşmaya, onlarla konuşmaya başladı.

Dört yılın sonunda öğrencilerle içli dışlı olmuş onlarla tam anlamıyla kaynaşmıştı.

Bir anneler günüydü. Türk öğrenciler bir hediye paketi yaptırarak Bayan Olgayeva’nın evine gittiler. Bir Pazar günü Türk öğrencileri evinin kapısında gören Olgayeva çok da şaşırmış görünmüyordu. Tebessüm ederek onları evine aldı. Hediye paketinin üzerindeki notta şunlar yazıyordu.

‘’Biz annelerimizden binlerce kilometre uzaklardayız. Bu anneler gününü de annesiz geçirmek istemedik. Bu gurbette biz sizi hep bir anne gibi gördük. Zamanla sizden bir anne şefkati gördük. Lütfen hediyemizi kabul ediniz. Anneler gününüz kutlu olsun.’’

Ufuklarından korktuğu Karadeniz’in bütün suları yüreğine dolmuş ve sanki orada yoğunlaşmış gibi bir sağanağa tutuldu. Öğrenciler onu teskin etmeye çalıştılarsa da onun gözyaşlarını dindirmek bir zaman mümkün olmadı.
Olgayeva çok mutluydu. Bu her halinden belli oluyordu. O gün Türk öğrencileri arabasına alarak, kilometrelerce uzaktaki Karadeniz’in kıyısına gitti. Onları yanına alarak sahile koştu. Öğrenciler Olgayeva’ın bu hareketine henüz bir anlam verememişlerdi.

Denize doğru döndü. İki delikanlının ellerini tutarak havaya kaldırdı. Denizin ufuklarına doğru haykırdı:

— Anneciğim, babacığım bak denizin öbür yakasından Türkiye’den Türkler geldi ama beni kıtır kıtır kesmediler. Bilakis gönlümü fethettiler. Denizin öbür yakasından düşman değil, bana iki evlat geldi
Gençler afallamışlardı. Ogayeva yine ağlıyordu.

**

Olgayeva olanları gençlere bir bir anlattı. Günler sonra onlarla helalleşerek yine gözyaşları içinde onları Türkiye’ye uğurladı.

Doçent Olgayeva, bir kaç yıl sonra üniversitedeki görevinden ayrılarak, Ülkesinde açılan bir Türk kolejinde müdür yardımcısı olarak göreve başladı. Türkler hakkındaki yanlış kanaat halk arasında hâlâ devam ediyordu. Bundan dolayı da Türk kolejindeki görevliler zor anlar yaşıyordu.

Bir gün okul müdürü, etraftan okulları hakkında yapılan karalamalardan dert yanıyordu. Olgayeva hayat hikâyesini okul müdürüne de anlattı uzun uzun. Sonra onun gönlüne ab-ı hayat gibi gelen şu sözleri sarfetti:

— Siz iyi insanlarısınız hocam, dedi, siz söylenenlere bakmayınız. Olumsuzluklar karalamalar sizi yolunuzdan alıkoymasın. Bir gün herkes sizin değerinizi anlayacak. Bir gün herkes sizi bağrına basıp kardeş ilan edecek. Yeter ki siz yüreğinizi açın insanlara. Bundan hiç şüpheniz olmasın.


Arifhan AKPINAR / Haber 7
arifhanakpinar@hotmail.com

 

 

Yorumlar40

  • mevhibe inal 16 yıl önce Şikayet Et
    Kendinize gelin de... Dizi gibi seyrettiginiz, Irak, Afganistan, Filistin, Guantanamo, Ebu-Gureyb, gizli iskence ucaklarini...gorun. Cok uzaklara gitmek isterseniz; 1098 I. Hacli Seferi, 12 Mart'ta Ma'arra'ya geldiklerinde Radulph of Caen acliktan, "yetiskinleri kaynatip, cocuklari sis yapip yediklerini soyler. Albert of Aix "askerlerimiz sadece olu Turkleri degil, kopekleri bile yediler" der. Inanmayan arastirsin.
    Cevapla
  • burak demir 16 yıl önce Şikayet Et
    birkaç örnek. soykırımlar söz konusu olunca sadece ŞEREFLİ TÜRK MİLLETİNE laf söylemeyi kendine borç bilen bir arkadaşa hitaben:cezayir:1.5milyon ölü,bosna 250bin ölü,kafkasya-kırım 12 milyon ölü ve kayıp,kızılderili 26milyon,afganistan 900bin ölü,etiyopya 1.5milyon ölü,yakutistan 1milyon ölü-kayıp,kıbrıs 1500 ölü,ırak 110bin ölü,ruanda 800bin ölü,doğu anadolu 560bin TÜRK ve KÜRT ün katli soykırımı...açılan 196 toplu mezardan çıkan 200bine yakın müslüman mezarı!ispata dersen beyefendi ben sonuna kadar varım!
    Cevapla
  • Yüksel Uludağ 16 yıl önce Şikayet Et
    Elde var..... Burada Türk tarihine laf eden arkadaşlar... Dünya tarihinden Türkleri çıkarın bakalım elinizde medeniyet ve adalet adına bir hikaye kalacakmı...
    Cevapla
  • Suat Güçlü 16 yıl önce Şikayet Et
    Salyangoz yemezük....... Bu arkadaşın içine Türk ve Müslüman olmayan bir cin kaçmış.Buna iyice inandım.Hem bunları bunun kendisi değil anneannesinin anneannesi yazdırıyormuş diye duydum:)))))
    Cevapla
  • güven kurtul 16 yıl önce Şikayet Et
    :). Yazdığım Koskoca levha karşısında kıvırmanı tebessümle seyrediyorum.Kıvırmaya çalışmana gülüp geçiyorum.Bildiğin gibi mevzu ırk mırk meselesi değil. Mesele, Osmanlıya attığın, hem de yunandan bile daha fütursuzca insafsızca attığın iftiradır. şayet bu iddianı ıspatlayacak delil sunamazsan gözümde daima müfteri olarak kalmaya devam edeceksin. Ayrıca senin gibi konuşan birinin çeçen olduğuna zerre kadar ihtimal vermiyorum. Benim tanıdığım çeçenler özüz sözü bir, delikanlı adamlardır zira ;)
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat