Gölbaşı'na vardım tren vuruyor
- GİRİŞ12.02.2009 12:05
- GÜNCELLEME12.02.2009 12:05
‘’Gölbaşına vardım tren duruyor’’ türküsünü dinleyenler, buranın herhangi bir gölün başı olduğunu düşünüyor olabilirler. Sözkonusu türkü, Adıyaman’ın şirin ilçesi Gölbaşı’na ait.
Toroslar’ın doğu uzantısında dağların arasındaki bir göl kenarına kurulmuş bir ilçedir Gölbaşı. Çoğunluğu çevredeki dağlardan gelen Yörük Türkmenlerinin oluşturduğu bu ilçenin gölü, Türkiye’deki el değmemiş nadir göllerden biridir.
Dağların özgürlüğüne alışkın Yörükler, gölün kıyısındaki yazıda tutunmaya çalışırken bir zaman bocalarlar. Gölün kenarındaki ovadan geçen tren yolu medeniyetin ilk resmi, ilk sesi olur. Dağlara alışkın Yörükler, bu resmin bir parçası olurken dramatik hadiseler yaşamışlar kimi zaman. Gölbaşı’na varınca duran tren, hareket edince birçok can vurur olmuş.
Aşağıda sunacağım yaşanmış öykü, Yörük Türkmenlerinin medeniyetle tanışırken bu göl kenarında yaşadığı dramatik hadiselerden sadece biri
**
Hüznün arza revan olacağı bir ilkbahar gününün şafak vakti... Gün ışımadan koyunlar otlaklara salınıyor. Şeftali çiçekleri eflatuna dönmüş, kayısı ağaçları beyaz gelinliklerini giymiş, tepelerdeki nevruz çiçekleri ürkek ürkek boy vermiş ve kuşlar yavrularını besleme telaşesinde
Zirvelerdeki kar suları ırmağı azgınlaştırmış, dağların zirvesinde taçlanan siyah bulutlar, ince bir ışıkla ortadan yarılıyor. Ve çatılarda yağmur darbeleri
İlkbahar arza revan oluyor
Kara sabanlar toprağın yumuşak bağrına indiriliyor. Ve meltemsi gecelerin derinliklerinden şafağa dek uzayıp geliyor çakal sesleri... Çoban kavalları, yemyeşil meralarda bayram neşesiyle çalıyor. Gökyüzünde kayısı çiçekleri kıvamında bulutlar
Gönüllerde kıpırtılı sevgiler boy veriyor.
İlkbahar arza revan oluyor.
Ve böylece "gel zaman" gelirken leylekler suskun bacalara yuva kurma telaşesinde
Badem ağaçları gelinliklerini çıkarmış yeşil libaslarını çoktan giyinmişler. Ay, ufukların ardına düşerken Güneş’in aydın yüzü görünüyor. Ellerinin arasına gömüyor bir çoban, körpe yanaklarını.
Göl kıyısındaki sazlığın arasına bir karayılan gibi dalıyor kara tren. Masmavi gölün sularına hiç tedirginlik yansımıyor. Sazlıklardan sığırcıklar havalanıyor sadece. Akarsu çılgını şaşkın bir karga, söğüt dallarına tutunmaya çalışıyor bir de. Nemi buharlaşan taze toprağın kokusu havaya karışıyor. Çayırların arasında yer yer boy veren eflatun rengi lavantalar, baharı kokutuyor. Ekin tarlalarının kenarında boy veren ayçiçekleri, yüzünü Güneş’ten ayırmıyor. Gün ortasında sıcağın yalımı dalgalanıyor ovada. Sinek vızıltıları arasında suskunluğa bürünüyor canlanan tabiat.
Cuma bir garip çoban
Cuma bir yetim... Öğle sıcağında karınlarını zevkle doyurup birbirlerine sokulan koyunlarına bakıp keyifleniyor Cuma. Bir yılın emeği, Kurban Bayramı ile taçlanacak. Emmisi koyunları satınca bayramlık ayakkabı pantolon alacak Cuma’ya. O keyifle, rayların kenarındaki çakılların serinliğine atıyor kendini. Raylara gölgesi düşen iğde ağaçlarının serinliğine çömeliyor.
Raylara bakınca içini bir hüzün burguluyor.
Büyükanasının; ‘’Cuma’mın babası raylarda getti.’’ sözünü hatırlıyor. Baba hasreti büsbütün depreşiyor içinde. Yetimliğin hüzünlü boyun bükülüşüne tutuluyor. Kulağını raylara verip sanki babasından bir ses bekler gibi dinliyor bir zaman. Birkaç dakika kestirmek için ceketini raylara yastık yapıyor sonra. Öğle sıcağı uykusuzluğunu büsbütün emiyor. Derin bir uykuya varıyor Cuma.
Ovada ışıltılı bir giz dalgalanmaya duruyor.
Gölbaşı istasyonundan hüzünle kıpırdayan dudakların el sallayışları eşliğinde yenile yola koyuluyor bir tren. Her nesneye krallığını kabul ettirmiş gibi ihtişamla dalıyor ovaya doğru. Maltepe’sinde bir ejderha ağzı görünümündeki tünele doğru hızla ilerlerken birden acı acı düdük sesleri yalamaya başlıyor etraftaki tepeleri. Uzayıp gidiyor sonra ovanın dört bir yanına.
Cuma, rayların üzerinde tatlı bir uykuda
Sazlıkların arasındaki sığırcık kuşları havalanıyor. Gelincikler, tepelerdeki çalılıklara saklanıyor. Göl kıyısındaki kurbağalar suya atlıyor bir bir. Karabataklar ağır ağır kanatlanıyor. Birbirine sokulan koyunlar, başlarını kaldırıp meleşmeye başlıyor. Her şey, her şey uyanıyor, hareketleniyor. Bir Cuma uyanmıyor o an. Kara tünele kara bir yılan gibi akarken ıslığı susmuyor trenin. Tren bıçak, Cuma İsmail oluyor o an. Trendekiler için umudun, Cuma için ölümün sesi oluyor bu ıslık.
Uyanmıyor Cuma, uyanamıyor
Ovadaki ilkbahar yeşilliği trene el sallarken, tren geride genizleri ve de yürekleri yakan kara bir duman bırakarak ilerlerken tünele varmadan duruyor.
Güneş, sanki olanlar karşısında ellerini yüzüne kapatan bir çocuk masumiyetiyle siyah bulutların ardına saklanıyor o an. Yağmur iğri iğri düşmeye başlıyor toprağa ve de raylara. Raylardaki kan, çakıl taşlarının arasına sızıyor. Ovayı sonbahar kıvamında bir hüzün kaplıyor. Sanki topraktan fışkıran her bir yeşillik, kendilerine meydan okur gibi bağırlarından geçen kara metal yığınının ardından bedduaya duruyor. Salkım söğütler dallarını daha bir eğiyor yere. Havalanan sığırcıklar, Cuma’yı duldalayan ağacın dallarına doluşuyor. Meyveye yenile durmuş dut ağaçları, dutlarını yere salıyor. Yolunu kaybetmiş şaşkın karga daha da şaşkınlaşıyor. Birbirine sokulmuş koyunlar, başlarını kaldırıp acı acı meleşiyor. Tren, çocuk masallarının kara bir ejderhası gibi kara tünelin önünde eğleşiyor. Ve ovayı sonbahar kıvamında bir hüzün kaplıyor.
Hüzün arza revan oluyor.
Cumanın saçları ıslak
Perçemleri alnına yapışmış
Uzun kirpikli gözkapakları kapalı
Henüz traşı gelmemiş, bıyıkları terlememiş
Raylar arasında kanlı bir yığıntı Cuma.
Trenin, yazının ortasında durması demek yeni bir acı demek. Ovadaki toprağa uzanmış bütün başlar dikeliyor. Ozan köyü sel olup akıyor yazıya.
Çehresi gün yanığı yaşlı bir nine seğirtip geliyor. Diz burup çöküyor Cuma’nın başucuna. Gün yanığı çökmüş avurtlarına, birkaç damla yaş yürüyor. Elleri, sazlıklar arasından havalanan şaşkın karganın kanatları gibi inip inip kalkıyor dizlerinin üzerine. Dudaklarında, istasyonda sevdiklerini uğurlayanlarınkine benzer bir hüzün kıpırtısı... İnliyor da inliyor:
‘’Vah sahipsiz yetim yavrum, diyor. Vah kaderi babasına benzeyenim, vah!’’
Arifhan AKPINAR / Haber 7
arifhanakpinar@hotmail.com
Yorumlar2