Affınıza sığınıyorum, Gez-emiyorum Gezi!

  • GİRİŞ14.06.2013 08:25
  • GÜNCELLEME14.06.2013 08:25

Yürümeyi çok sevdiğim içindir ki güzelim İstanbul'umun her ilçesini bilmeye gayret ederek, o ilçelerin içinde yürümek bile ayrı keyifti. Hatta gündeme düşen olaylar öncesi Gezi Parkından geçerken bu güzelim kuş sesleri ve büyük park neden bu kadar yalnız ve kullanılmıyor diye hayıflanıyordum. Taaki bu olaylar cereyan edene kadar. 

Asıl sorulması gereken şey ve şeyler? Sorulabiliyor mu? 

Televizyonlar verse bir dert vermese bir dert. Halk dinlemek, görmek ve gerçek içindeki düşüncesini de ortaya sunmak istiyor. Beklediği şevkat. Düşüncelerimiz karışık, duygularımız kabarık. Yaptıklarımızdan bazen utanıyor, bazen kendi kendimize gaz veriyoruz ama kabul edelim en çok gördüklerimiz ve duyduklarımızdan harekete geçiyor, etkileniyoruz. 

Beynen durum bu. Hemen hemen herkesin cep telefonu var ve insanlar birbirleri ile anında haberleşiyorlar. Bugüne kadar kimin haberleşme özgürlüğüne el konuldu? Kimin iletişimine müdahale edildi? 

Bizlere baş öğreticilerimiz olan ana babalarımız önce ahlaklı olmayı, sonrada temiz ağızlı olmayı öğretmediler mi? O zaman okuyanlarımız, teknoloji ile bütünleşmiş genç beyinlerimiz ve birbirinden güzel konuşan, hızlı davranan yeni kuşak kardeşlerimize sahip çıkma zamanı değil mi? Sadece dönemleri hızla okumaları önemli değil, bizzat içinde yaşadıysanız alın karşınıza konuşun, o dönemlerden ve başınıza gelenlerden örnekler verin. Kardeşliğin önemini, dönemin 14,15 yaşlarında ülke sorunlarına nasıl çözümler arandığını anlatın. 

Bir fitne ve fitneye dahil ekonominin, değişen değişimin farkına varan dış kuvvetlerden Allah önce ülkemi sonra bu topraklarda yaşayan her görüşten  insanımızı korusun.

Allahım en büyük beladan koru, o ki "fitnedir".

Biri atacak bir şey ortaya ve çık işin içinden. Çıkabilirsen. Çıkmak istersen. Kapı komşumuz İran'da seçim. Onlar bizi yakından takip ediyorlarsa biz niye etmeyelim. Bugün bakın kapı komşumuz dahil hep müslümanların müslümanlara savaşı olmamış mı? Biz 90'lı yıllardaki Körfez Savaşını da hatırlıyoruz yaşımız yettiğince koalisyonlu hükümet hareketlerini de. Siyah beyaz fonlardan, çok renkli seçenekleri de gördük. 

Medyanın başını çekti şu bizi kendine bağlayan sosyal medya. Lakin sosyal medyada çabuk kirlendi. Diller idam etti birçoğumuzu. Kimimiz üzüldük, kimimiz nöbet bekledik sabaha kadar gelen haberlerle gözyaşlarına boğulduk. Birileri de dünyadan görevliydi sanki. En önemli şey değil midir atalardan öğrendiklerimiz. Boşuna değil söylenen deyimler o vakit. Bunca sıkıntının ardından bizlerin hala umudu var, olmak da zorunda. Sanki çabuk tüketiyoruz elimizdekileri. Kendi süresi dolmadan dış uyarıcıların müdahalesi ile karşı karşıya kalıyoruz. Son terimlere baksanıza, "orantısız güç", "yumruklar havaya","çatışma","müdahale","direniş" bunlar size ne anlatıyor...

Elimizdekileri ancak kaybedince anlıyor hatta mum gibi arıyoruz. 

Şimdi bakılması gereken her türlü gözlüklerle;

Taksim'de bizim, bu ülkenin her karış toprağıda, her görüş insanı da. Belki de daha çok samimiyete ihtiyacımız vardı, belki daha çok sağduyu, konuşma, sağlıklı iletişim ve sevgiye. Eksik yanlarımızı gördük, hatalarımızın bilincine vardık, özür dilemek de erdemdir dedik. Çabuk toplandık ve toparlandık. Her zaman yumuşak sesler, kişiliklerimize tesir eder, kulağın duyduğu yumuşak ses ve okşanan bir kafa ve yürekte inandıklarımızla elde edemeyeceğimiz hiçbir başarı yoktur. 

Belki dinlenen Türkiye ve konuşan Türkiye olmak gerekiyordu.  Susan ve herşeyi dinleyen Türkiye'yi tarihten hatırlayalım herkes seviyor görünüyordu ama nafile, fitneyle karıştırmaktan zevk aldılar. Ne zaman dik dursa artık deşifre edilen olayları insanlarımızda görebiliyorlar. Çok şükür. Sıkıntısı olan her ülke, rezil oldun diyen dünya hakikaten önce kendine dönsün bir baksın, çok rica.

Neden bu fitnelerin üstesinden kardeşlik ve gerçek samimiyetle gelmeyelim. Tarihe dönelim ve lütfen bakalım özellikle 2.Abdülhamit. Şimdi konu komşumuz ülkemiz kalkınıyor diye fitnenin binlercesini hazırlamışlar. Planlamışlar, oturup bunun için internetten networkler oluşturmuşlar. Dünya nasıl olsa tiyatrodur diyorlar. Bizi hem izleyecekler hem de başarısız olursak alkışlayacaklar. Allahım buna da fırsat vermesin. 

Ne mühim bir sürece girdik!

Bir cuma namazı içinde hocanın vaazından çok manidar. 

Dönemin zengin bir kişisinin hakkın rahmetine kavuşmadan önce oğullarına vasiyeti olan"oğullarım vefatımda uzun bir süre başımda beklemenizdir" ifadesi. Ardından babalarını kaybeden oğulların beklemeyi gerçekleştirmeyip babalarının başlarında beklemesi için bir oduncuya verdikleri para. Cenazenin başında bekleyen oduncu. Kabir sorgu meleklerinin ilk önce yaşayan şu dünyalıyı hesaba çekelim hareketi ve karşısında gördüğü kabir ilk sorgusunda Münker ve Nekir melekleri ile karşı karşıya kalması. Ortamdan hemen kaçmaya çalışan oduncunun cenazenin asıl sahiplerinin yanına kavuşması ile kurtulacağını sanması. Oğullar soruyor "ne oldu hayırdır?", alınan yanıt. Oduncu:" Sizde orada olsaydınız da sabaha kadar beklerken bir ipin hesabını verebilseydiniz". 

Şimdi yapılan herseyden sorumluyuz, sorumlu olmakla da kalmadan ekonomik zarar hepimizin ceplerini etkilemeyecek mi?, dönüp yeni yetiştirdiğimiz çocuklara bu haberlerin, gazların, durum atmosferinin, yakınımızdaki acıyla kıvranan ülke komşumuzun durumlarını nasıl izah etmeyi düşünüyoruz? 

Beyler, hanımlar, gençler, çocuklarımız bundan sonrası önemli. Daha çok çok sevgi, daha çok hoşgörü, daha çok şükretmek ve daha aktif ama sağlıklı internet kullanımı. Bu çağrılar çoğalmalı, tarihteki sandıklar, tarihteki tahrikler, referandumlar biraz daha aşılmalı. Artık dünya bizim zenginliğimizi ve bu zenginliğimizi de ancak kendi programlarımızla yöneteceklerimizin farkına çok geç kalmadan varsın. Bu vazgeçmeyecekleri fitnelerine karşı bizlere düşen hızla ama hızla uyanık olmak.(olmaktır).

Aynur Ayaz 

haber7.com

twitter.com/aynurayaz 

facebook.com/aynurayaz 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat