Umre Notları - 7 / Alışveriş manzaraları
- GİRİŞ21.05.2012 10:37
- GÜNCELLEME21.05.2012 12:14
Mekke ve Medine’de Türk parası, dolar ve euro gibi işlem görüyor.
Cepte beş kuruş riyal, dolar yahut euro olmadan Türk parasıyla her yerde alışveriş yapılabiliyor.
Bu da Türk parasına olan güveni, TL’nin itibarını gösteriyor.
Afrikalı işportacı kadınlar dahi sattıkları malların Türk lirası üzerinden değerini ifade edebiliyor.
Medine’de Türklerin kaldığı otellerin bulunduğu bölgede, tabelaları Türkçe olan birçok dükkân bulunuyor.
Bu dükkânların önünde Türkçeyi iyi konuşan satıcılar " gel abla gel" " bedavadan ucuz " gibi pazarcı jargonuyla konuşup müşteri çekmeye çalışıyor.
"Batan geminin malları bunlar" tamlamasını da Türk olmayan birçok satıcıya öğretmeye çalıştım, eğer duyarsanız bilin ki bendendir. Zira bu dükkânlarda Türkiye’den gidip Medine’ye yerleşen Türklerin yanı sıra, Türkçe konuşan Afgan, Özbek, Türkmenistan kökenli satıcılar da çalışıyor.
Medine’de, satıcılardan Ravza içindeki görevlilere kadar birçok insan, az buçuk Türkçe biliyor ve konuşuyor.
İnsan Arabistan’da mı yoksa İstanbul Eyüp’te mi inanın emin olamıyor.
Mekke ise, Medine’ye nispetle daha kalabalık ve kozmopolit olduğu için ülkelere ayrılmış spesifik bölgeler bulunmuyor. Satıcılar, Türkçe olarak fiyat belirtmenin dışında pek Türkçe konuşamıyor.
Mescidi Nebevi’nin avlusunun hemen dışında, 5 yıldızlı otellerin dibinde işportacılar günün her saati tespih, başörtüsü, takke, kıyafet, imitasyon takılar satıyor.
Eğer taşımaya üşenmeseniz her keseye ve her zevke göre hediyelik eşya bulabiliyorsunuz. Benim favori hediyelerim, inciler ve hurma çekirdeği tespihlerdi ki yaptığım piyasa araştırmalarına göre Türkiye’ye göre oldukça ucuza geliyordu.
İşportacılardan ve küçük dükkânlardan gayrı Türkiye’deki AVM’lere benzeyen birçok alışveriş merkezi bulunuyor.
Buralarda yerel markaların yanı sıra dünyaca ünlü markaların şubeleri de yer alıyor.
Marka takıntınız varsa sakın ola alışveriş yapamayacağım diye üzülmeyin. Bu AVM’ler aradığınız birçok markaya ev sahipliği yapıyor.
AÇIK BÜFE SIKINTISI
Aklıma gelmişken biraz da açık büfe yemek hallerinden söz etmek isterim…
Evden uzakta geçirdiğim türlü gezi ve tatillerin en sevmediğim -Allah affetsin - kısmı açık büfe yemek eziyeti...
Bin bir çeşit taam arasında kafası kesilmiş tavuk gibi dolanan, ana yemeklerden salatalara, tatlılardan içeceklere sonsuz bir iştihayla, sanki hiç doymayacakmış gibi koşuşturan insanları görmek, beni hem mutsuz ediyor, hem de geriyor.
Bu durum ne yazık ki umrede de değişmedi.
Her zamanki açık büfe arsızlığı ile israfın haram olduğu unutuldu, dünyada milyonlarca aç insanın, Müslümanın yaşadığı unutuldu, kul hakkı unutuldu, kurallar çiğnendi.
Ağırlıkla yaşlılardan oluşan gruplarda, şekerine, tansiyonuna, kilosuna dikkat etmesi gereken misafirlerin ne hikmetse yemek esnasında tüm şikâyetleri son buldu ( Mübarek topraklarda Rabbimin hikmeti olabilir miydi acaba?).
Tabaklar yaklaşık 3 katlı olarak inşa edildi. En üst kat afiyetle yendi (Şifa olsun).
Ortanca kat yasak olduğu halde odalara çıkarılmak üzere hazırlandı (Otel yönetimi, restoranlarına yazdıkları yazılarla bunu sıkça hatırlattılar ama birçok kişinin gözü döndüğü için ihtimal ki görmedi).
En alt kat ise “hani bana, hani bana” diyen çöp tenekesinin hakkıydı.
İçim acıdı, sinirlerim çok bozuldu.
Bunca israfın hesabı nasıl verilecekti?
Kimse ne kadar yiyeceğini, o yemeği beğenip beğenmeyeceğini düşünmeden tabakları dolduruyor, tabakların biri gidiyor, biri geliyordu.
Yanlış anlaşılmasın, kimsenin lokmasında gözüm yoktu. Bana ne?
Benim gözüm, o kocaman tabakta kalanlara ve istiap haddi olmaksızın yemek yiyerek hareket etmekte zorlanan ve benim de hareket etmemi engelleyenlerdeydi.
Üstelik bu açık büfe çılgınlığının milliyeti de yoktu, Arabı, Acemi, Kürdü, Türkü “çılgın israf”ın topyekûn “fıttırmış” milletleriydi.
Ve muhtemelen Freud’un kemikleri abat oluyordu.
Ayşegül Yıldırım Kara - Haber 7
aysegulyc@gmail.com
twitter.com/aysegulyk
Yorumlar10