Temsili demokrasi mi, demokrasi temsili mi?

  • GİRİŞ12.04.2011 07:56
  • GÜNCELLEME12.04.2011 07:56

Amerikalı yazar James Bovard, 1994 tarihli ‘’Lost Rights: The Destruction of American Liberty’’ adlı kitabında, ‘’demokrasi, iki kurtla bir kuzunun akşam yemeğinde ne yiyeceklerini oylamasıdır’’ diye yazar.

Bizim kitaplarımız ise demokrasiyi, ‘’halkın kendi kendini yönetmesi’’ olarak tanımlar. Bu iki şekilde olur, doğrudan demokrasi ve temsili demokrasi. Doğrudan demokrasi eskiden küçük yerleşim birimlerinde antik şehir devletlerinde vs uygulanmış. Seçmenlerin hepsi meydana toplanır ve konular üzerinde herkesin oy hakkı vardır. Hemen her konunun referanduma sunulması gibi düşünün. Temsili demokraside ise seçmenler konular üzerine karar almaz. Biz seçmenler ‘temsilciler’ yani ehil ‘vekiller’ seçeriz ve onlar bizim yerimize kararlar alır. Eğer kararlarını beğenmezsek ilk seçimde onları seçmeyiz başkasını seçeriz.

SEÇTİĞİNDEN MEMNUN MİLLET YOK

Elbette biliyoruz ki dünya üzerinde seçtiklerinden memnun tek bir topluluk ve millet yok. Herkes şikayetçi. Zaten demokrasi de bize olan bitenden kimi sorumlu tutacağımızı seçme hakkı veren sistemin adı bir yönüyle...

Dünyanın yaşayan en eski demokrasisi olan ABD’de kurucu babalar doğrudan demokrasiden çok korkuyordu. Muazzam bir hukuksal bakışa ve entelektüel kültüre sahip bu adamların korkusunun nedeni, doğrudan demokrasinin ‘çoğunluk diktatörlüğüne’ yol açmasının kaçınılmazlığıydı. Bu nedenle de ülkede karar alma süreçlerinde temsili demokrasiye yöneldiler. Sırf ‘çoğunluk istiyor’ diye hukuksuzluklar yapılmasından korkuyorlardı.

‘’Hızlı girdin mevzuya, hayırdır, demokrasiden ümidini keser mi oldun?’’  diyeceksiniz. Hayır, demokrasiden ümidimi kesmiş değilim. Demokrasi bir süreçtir, tartışmadır. Daha iyisi olmadığı için katlandığımız birşeydir. Demokrasinin getirdiği bütün hastalıklarının tek çözümünün de daha fazla demokrasi olması, bu yönetimin en tuhaf karakteristiğidir…

Ama daha da önemlisi, demokrasi bir milletin karekterini yönetime yansıtan çok iyi bir aynadır. Bernard Shaw, boşuna  ‘’demokrasi, hakettiğimizden daha iyi yönetilmeyeceğimizi garanti eden sistemdir’’ demiyor.

ADAY BELİRLEME ŞEKİLLERİ

Peki öyleyse, ağzımda baklayla konuşmaya çalışmamın sebebi ne? Türkiye’de 12 Haziran’da yapılacak seçim öncesi partilerin aday listelerini belirleme şekilleri ve listeleri Yüksek Seçim Kuruluna verme sürecinde ortaya çıkan bazı manzaraları tuhaf bulan bir ben miyim onu öğrenmeye çalışıyorum.

Belki de yıllardır gurbette yaşamanın ve bu ellerdeki politik aday olma süreçlerini yakından takip etmenin neden olduğu bir yabancılaşma olabilir benimki... Çünkü genel olarak Türkiye medyası da, siz değerli ‘temsil edilenler’ de yadırganacak bir durum yok havasındasınız. Adayların belirlenme şekillerini hepiniz gayet normal görüyor.

Ancak madem seçim sonrası Anayasa değişikliği bir numaralı gündem olacak ve bu kapsamda parlamenter demokrasi mi başkanlık sistemi mi tartışması yaşanacak ben gördüklerim okuduklarım karşısındaki kafa karışıklığımı zabıtlara geçirmek isterim.

Hemen diyeyim ki doğrudan bir partiyi ya da bir lideri eleştirmiyorum. Türkiye’deki ‘parti’ anlayışını ve on yıllardır devam edegelen bir uygulamayı eleştiriyorum. Ayrıca yazının, aday listelerine girmiş birçoğunun saygın olduğuna inandığım değerli adayları beğenmediğim gibi anlaşılmamasını da rica ederim.  

Geçen hafta boyunca gazeteler partilerin genel merkezlerinden haberler verdiler. Fotoğraflar üzerinde bu binalarda girilmesi yasaklanan katları kırmızı oklarla işaretleyerek gösterdiler.  Öncelikle partilerimizi tebrik ederim, ben görmeyeli güzel binalar yapmışlar. Dünyada kaç partinin bu derece büyük ve görkemli binaları var merak ettim şimdi. Ama bu kadar büyük binaların varlığı, partilerimizin oldukça merkezi ve bürokratik yapılar haline geldiğinin de göstergesi. Sadece bu binaları ve işleyişini idare etmek için ayrıca bakanlık seviyesinde bir görevlendirme gerek. Koskoca ABD’nin koskoca Cumhuriyetçi ve Demokrat Partilerinin, pek kimsenin yerini bilmediği genel merkezlerini, pek kimsenin adlarını bilmediği genel başkanlarını düşününce bana tuhaf geliyor.

HUZURUNUZA BİNA OKUMAYA GELMEDİM...

Tabii ki huzurunuza bina okumaya gelmedim. Parti liderlerinin bu binalarda ‘kapandığı’ katları konuşmak için geldim. Okuduğumuza göre aday belirleme sürecinde parti liderlerinin çalıştığı katlara ‘özel kartı’ olan birkaç kişi dışında kimseler giremiyordu.

Hadi Öcalan’ın durumunu anlıyorum. Onun çalışma alanına özel kartı olanlar ve Fırat Haber Ajansı muhabiri gibi çalışan avukatlar dışında kimse giremiyor. Zaten Öcalan liste üzerindeki çalışmalarını teknik sebeplerle Çarşamba günü tamamladı ve avukatlara verdi. Bu arada önceki gün Hürriyet’te ‘’Listeyi Nurettin Demirtaş kendisi yazdı’’ şeklindeki haberi ‘’yılın gülümseten haberi oskarı’’na aday gösteriyorum. Bir de fotoğraf koymuşlar. Demirtaş bilgisayarın başında bir başka milletvekili de ‘’printer’’ makinesinin başında çıktıyı bekliyor. İtaatsiz derecede sürreal adamlar bu BDP’liler. Hürriyet niye listeyi Demirtaş’ın yazdığına inanmamızı istemiş onu çözemedim. Komik…

Başbakan Erdoğan Salı gününden beri Genel Merkez binasında kamptaydı. Haberlerden öyle okuduk. Hakeza Sayın Bahçeli ve Sayın Kılıçdaroğlu da. Parti merkezlerinin etrafında frekans bozucu jammerlar bile düşünülmüş, dinlemelere karşı. Bu neyin gizliliğiydi? Ne yapıyordu bu liderler? Milletin vekillerinin kimler olacağına karar veriyorlarmış. Yazıya başlarken aktarmaya çalıştığım temsili demokrasi tanımlarını parça pincik eden de burası. Millet, yani siz, 12 Haziran’da sayın liderlerin seçtikleri arasında seçim yapacaksınız. Siz dememe bakıp kendimi milletten saymadığımı düşünenleriniz olabilir. Bizi milletten saymayan Yüksek Seçim Kurulu. 2011’in küresel dünyasında yurt dışında yaşamayı Türk vatandaşlarına yakıştıramayan kararı yüzünden biz yurtdışında yaşayanlar hala oy kullanamıyoruz. Dünyanın sözde en geri kalmış ülkelerinden arkadaşlarımın bile kendi ülkelerinin seçimlerinde konsolosluklarına gidip oy kullandıklarını, devletlerinin onları ‘insan’ yerine koyuşlarını seyrediyoruz hazin hazin. 

Neyse kendi derdimizi bırakayım da ben temsili demokrasi baklasına geleyim. Bu görüntünün tuhaf kaçacağını Sayın Başbakan bile görmüş ki, son konuşmasında, listenin tek kişinin iradesinin ürünü olmadığını üstüne basa basa vurguladı. Ancak maalesef dışarıya yansıyan bu görüntülerde kendisi de dahil parti liderlerinin bu özeni gösterdiğini söyleyemem. Ne kadar aksi iddia edilirse edilsin verilen görüntü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ülkenin her yerinde insanların hür iradesinin tecelli ettiği bir meclis olacağı görüntüsüne gölge düşürmüştür. Anayasa yapacak bir Meclis için sıkıntılı bir görüntü.

2011’in dünyasında, adaylık sürecinde hala ‘önseçim’ şartı getirilmemiş olması büyük ayıptır. En sağdakinden en soldakine kadar adaylarını halka seçtiren tek bir partimiz olmaması büyük ayıptır. Millete güvensizliktir.

ABD'DEN BİR ÖRNEK VERELİM

Hemen dünyanın yaşayan en eski demokrasisi olması hasebiyle ABD’den bir örnek vermek istiyorum. Burada, Kongre’ye aday olmak isteyen herkes önce bir önseçim mücadelesini kazanmak zorundadır. Eyaletlerin çoğunda bu önseçim doğrudan kaydını yaptıran her seçmenin oy kullanabildiği halk seçimi şeklindedir. Birkaç eyalette ise parti kongresi toplanır ve aday bu kongrede seçimle belirlenir. Bu kongrelerde delege olmak da bizim partilerde delege olmak kadar zor değildir. Zamanında başvuru yeterlidir. ABD’de tek bir aday bile Washington’dan, partilerin genel merkezleri tarafından belirlenmiyor. Gerek ABD Başkanı gerek parti merkezleri belli adaylara destek açıklaması yapabiliyor. Ancak yapabilecekleri bundan fazla değil. Nitekim, birkaç ay önce yapılan Kongre seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’de parti genel merkezinin adayları değil, muhalif Çay Partisi hareketinin adayları birçok yerde önseçimleri kazanarak partinin adayı olmuştu. Hakeza, Obama’nın desteklediği birçok aday adayı da, partilerinin önseçimlerinde yenilerek aday olma şansını yitirmişlerdi.

Maalesef Türkiye’de, halkın iradesinin bu anlamda Meclis’te tecelli ettiğini söyleyemeyiz. Hele, bazı adayların, liderlerin şahsi tasarruflarıyla hayatları boyunca yaşamadıkları illlerden aday gösterilmesi, mahalli iradenin tecellisini de sıkıntılı hale getirmiştir.

Hemen yine ABD’den bir örnek vermek istiyorum. Bizim TBMM’ye karşılık gelen yapı ABD’de ‘Temsilciler Meclisi’dir. ABD Kurucu iradesi bu Meclisin Milli İrade’ye yabancılaşmaması için her 2 yılda bir seçim yapılmasını öngörür. Yani milletvekilleri 2 yıllığına seçilir ki asla sandığı unutmasınlar. Temsilciler Meclisi üyeliği için, ABD Anayasası, Kongre’nin düzenlendiği 1. Kısmın 2’nci Maddesinde 3 şart öngörür. Temsilciler Meclisi adayı, en az 7 yıldır ABD vatandaşı olmalı, 25 yaşından gün almış olmalı ve aday olduğu seçim bölgesinde yaşıyor olmalı. Yani adayın aday olduğu seçim bölgesinin sakini olması bir jest değil, Anayasal bir şart. Temsili Demokrasinin olmazsa olmazıdır. ABD Kongresini oluşturan ve her eyaletin 2 üye ile temsil edildiği Senato’da da son 9 yıldır ABD vatandaşı olmak ve 30 yaşından gün almış olmak şartlarının yanı sıra temsiline aday olduğu eyalette yaşıyor olmak şartı vardır. Şimdi, atıyorum X Partisinin liderinin Y şehrinde ilk sıraya koyduğu ve otomatik olarak kazanacak Z adlı adayın, Y şehrinin Meclis’teki vekili olduğuna inanılmasının beklenilmesi, kimse kusura bakmasın haksızlıktır, ayıptır.

ÖFKEM YÜKSEK SEÇİM KURULUNA

Yine, ülkenin en büyük partilerinin adaylarını Yüksek Seçim Kuruluna son gün sürenin dolmasına dakikalar kala açıklamasını da anlayabilmiş değilim. Yani, bu konuda kimsenin konuşamayacağı bir saat bekleniyor. 1946 seçimlerinde ‘’açık oy gizli sayım’’ yöntemi kullanılmıştı. Aday belirleme sürecindeki bu gizli kapalılıktan sonra, bizden gidip zaten kapalı usullerle seçilenleri açık oyla seçmemizin istenmesi tamamen olmasa da bir yönüyle o yöntemi hatırlatabilir.

Siz bana bakmayın. Benimki tamamen ‘yabancılaşma’ ürünü kuruntular. Seçimde ülkemiz için en hayırlı sonucu yürekten dilerim. Bütün kızgınlığım Yüksek Seçim Kurulu'na. Ne yaptıkta da neyi eksik yaptık da yüzbinlerce vatandaşına sırf 12 Haziran günü Türkiye’de değiller diye oy hakkı vermeyen bu 'mahkeme kararını' hakettik, onu düşünüyorum...   

Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com

Yorumlar11

  • bilal biner 14 yıl önce Şikayet Et
    baslik. yazinizin basligi cuk oturmus zeka urunu deyim
    Cevapla
  • bilal biner 14 yıl önce Şikayet Et
    yalniz degilsiniz. mehmed altan da sizin gibi dusunuyor adaylarla ilgili yorum yapmasi istendiginde "bunun icin cok yasliyim cok yasadik ayni durumu,zihinlerin demokrat olmasi lazim"dedi. ayrica uzun zaman oldu sayin yazarimiz ozlettiniz kendinizi
    Cevapla
  • güven kurtul 14 yıl önce Şikayet Et
    Üstadım yine özlettin.... Böyle uzun fasılalara tahammülümüz yok üstat, zekat vaktinde verilince makbuldür malumunuz... Mektubunuza okuyunca şeytan dürtüklemedi değil aslında."Bu nasıl bi demokrasi yaw" ya da "kandırılıyon oğlum Güven" şeklindeki şeytan dürtüklemelerine geçit vermeyip iç huzuruyla diğer seçim haberlerine geçtim. Aslında yurtdışında olup, oy hakkım gaspedilseydi daha huzurlu olurdum ama sizin huzurunuzla huzurlanıp, huzurlarınızdan ayrılıyorum :)
    Cevapla
  • Sade Vatandaş 14 yıl önce Şikayet Et
    Demokrasi mi? Yok canım!. Bizim demokrasimiz bir ayağı yere basmayan kör ve sağır bir demokrasidir.Tek ayak üstünde durmaya çalıştığı için de en ufak bir askeri rüzgarda yalpalar rotasını şaşırır.Aslındaki bizdekine demokrasi denemez.Olsa olsa liderokrasi denir.Angaradaki böyüklerimize göre demokrasi vatandaşa bol gelir.Başı boş bırakılan vatandaş ya davulcuya oy verir ya zurnacıya.Sayın yazarım sen böyle ince işlere kafanı takma.Bizim vatandaşımız kuzu gibidir.Aklını da çelmeye kalkma.
    Cevapla
  • batuhan deniz 14 yıl önce Şikayet Et
    PARTİ BAŞKANI DEMOKRASİSİ. bu lkede parti başkanlarının yetkileri kısıtlanmadıkça bu sorun çözülmez en güzeli dar bölge seçim sistemi.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat