Sultan Abdulaziz'den Hz. Peygambere...
- GİRİŞ07.06.2009 13:45
- GÜNCELLEME07.06.2009 13:45
Osmanlı Sultanları’nın manevi veçheleri üzerine söylenecek çok söz var. Yavuz’un Sina Çölünde attan indiğine, “Rasulullah önümüzde yürürken biz atın sırtında nasıl gidelim” bir tarihi hatıradır. Özellikle Yavuz’dan sonra Belde-i Mukaddes’ten gelen emenatlere, her yıl Mekke ve Medine’ye gönderilen surre alaylarına gösterilen hürmet ve tazim gerçekten insanı etkiliyor.
Bunların çoğundan bir şekilde haberdarız ama Osmanlı Sultanlarının Avrupa’ya, Almanya, Avusturya ve Macaristan’a seyahatlerde bulunan, Yavuz’dan sonra Mısır’a giden Padişah Sultan Abdülaziz’in Rasulullah’a bir mektup yazdığından çoğumuzun haberi yoktu
Doğrusu Avrupa’yla ilişkilere çok önem veren, resim, güzel sanatlar, müzik ve askeri alandaki değişim adımlarıyla dikkati çeken Sultan Aziz’in son derece sadakat kokan böyle bir mektubu kaleme almış olması da şaşırtıcıdır.
Evet, mektup Rasulullah’ın maneviyatına ithafen yazılmış.
Oldukça hürmet, ta’zim ve ağdalı bir dili olan bu mektupta Sultan Abdülaziz’in manevi
cephesi açıkça görülüyor.
Mektubun içeriğine değinmeden Kutsal emanetlerle ilgili bazı detaylar vermek doğru olacak sanıyorum
***
Yavuz’un Doğu Seferinden sonra Osmanlı’nın “hizmetine” geçen Kutsal belde Mekke ve Medine, o günden 1920’li yıllara kadar Osmanlı’nın; bakım, onarım ve hizmeti altındaydı. Her yıl düzenli olarak İstanbul’dan özel bir alay yola çıkar, Kabe’nin örtüsü, anahtarı bu alayla beraber Mekke’ye kadar kervanla giderdi. Yol güzergahında uğradığı her beldede büyük törenler düzenlenir, şehrin ileri gelenleri bu töreni organize ederdi.
Osmanlı Padişahları için Surre Alayı göndermek, karşılamak ayrı bir önem taşırdı. Bu görev her yıl Hac mevsiminden önce hiç aksatılmadı.
Kutsal emanetlerin İstanbul’a nakli ise Medine’nin işgalinden sonra Fahrettin Paşa’nın eliyle olmuştur. Bir kısmı zaten o zamanda Topkapı’da bulunan emanetler, Medine’nin işgalinden sonra tümüyle İstanbul’a nakledilmiştir.
Ancak burada önemli bir ayrıntıyı sizinle paylaşmama izin veriniz.
İngiliz donanması İstanbul’a girdiğinde, İstanbul sokaklarında İngiliz bayrakları, askerleri görünmeye başlayınca Sultan Reşad’ın talimatıyla Kutsal emanetlerin güvenli bölge olarak Konya’ya nakli kararlaştırılıyor. Hazırlıklar başlıyor ama kimse hazırlığı gönüllü yapmıyor, çünkü kimsenin İstanbul’u terk etmek gibi bir niyeti yok. Sultan Reşad’a, durum arz ediliyor ve, “Sultanım, Kutsal emanetler İstanbul’un evsahipliğindedir. Bu emanetler İstanbul’un muhafızıdır. Uygun görürseniz İstanbul’dan başka bir yere nakletmeyelim” diye ikna ediliyor. Sultan Reşad bu açıklama üzerine Konya’ya nakilden vazgeçiyor ve kendiside İstanbul’da kalıyor
Bu yaklaşımda gösteriyor ki Osmanlı’nın kutsal emanetler konusundaki hassasiyeti oldukça üst noktadadır.
***
Gelelim Sultan Abdülaziz’in Resulullah’a yazdığı o mektuba
Mektubun orijinal hali bugün Topkapı Sarayındadır. Muhtemelen Fahrettin Paşa’nın emanetleri İstanbul’a naklettiği o listede bu mektup da yer almıştır. Sultan’ın kendi kaleminden, gönlünden düşen kelimelerle yazdığı her satırından belli olan o mektup bugün Hırka-i Saadet’te bulunuyor.
Mektupta Hazreti peygambere ümmet, Mekke ve Medine’ye hadim (hizmetçi) olmak şerefine kavuştuğunu belirten Sultan Aziz, mektubuna Besmele ve Salat-u selamla başlıyor. Kendi eliyle hazırladığı zarfı iki yerinden kırmızı mum ile mühürleyip adeta “özel”leştirmiş.
Mektup o kadar nazik bir dille kaleme alınmış ki Osmanlıca’nın leziz ve mütevazi üslubu tümüyle yansımıştır. Giriş bölüm salat, selam ve hamdle başlayan mektup, bu sözlerle size mektup yazmak suretinde bulunan "ben günahkarı bağışlayın” diye devam ediyor.
Sultan’ın Kendisini tarif eden cümleleri mektuptan aktarmama izin verin: “İşbu mücrim-ü asi ve her bir karı asi Abdulaziz Han bin Mahmud Han Gazi ümmetini nezd-i risaletpenahinizde cürm-i isyani hesab olunacağını munkır ve mu’terif olarak der-i merhamet medarınıza arzuhal-i pür melal takdimine cür’et eyledim ” Bu nasıl bir hürmet, nasıl bir tazimdir
Diyor ki Sultan Aziz, “Ben ki Mahmud han oğlu; günahkar, isyankar Abdulazizim. O hesap gününde ümmetinizi koruyup, gözettiğiniz o günde merhametinize sığınmayı arz etme cüretinde bulunuyorum efendim ” Ve mektubuna aynı hürmet ve af dileyen, günahkar bir kul ruhuyla devam ediyor Sultan Aziz, üzerindeki bütün emanetlerin gereğini layıkıyla yerine getirmek, Allah ve kul haklarını eda etmek, Müslümanların kendi idaresinde olan mallarını israfa düşmeden yerli yerinde sarf etmek, gizli ve açık bütün düşmanlar üzerine galip gelmek, bütün mü’minler ile birlikte sıhhat ve afiyet içinde, rıza-i ilahiyyeye muvafık ömür sürmek, mahşer günü arz yıkılmadan ilk girenler ile birlikte cennete girmek için Rasulullah (sav)’in şefaatine sığınıyor.
Ve günahkar ve mücrim haliyle böyle bir mektubu kaleme almaya cüret ettiği için tekrar tekrar özür diliyor ve; “Ene’l abdul müznibüd daif el muhtacu ila fuyuzatı meliki’l latif el muncı ve’lmunteci ila ra’feti’r rauf. El müsemma bi Abdulaziz Han ibni’l Gazi Mahmud Han sellmehu’l meliku’l Mennan
” diye sona erdiriyor
***
Müminlerin hizmetkarı, sorumlusu, halifesinden, Müminlerin Emiri, Rasulullah’a yazılan bu mektup baştan sonra bir sadakat, samimiyet ve iltifat kokusu yayıyor. O koku hala Topkapı’da her okunduğunda Sultan Aziz’in hürmetine ve mütevaziliğine şahadet ediyor.
Not: Hafta sonları istiyorum ki tarihi olayları değerlendiren yazılar yazayım. Güncel mevzular günü kurtarsa da tarih her anı kuşatıyor
Fatih BAYHAN / Haber 7
bayhanfatih@mynet.com
Yorumlar39
-
Metin Yazar
16 yıl önce
Şikayet Et
Hünkarımız beş altı aylığına Mekke'ye gitti:). Viyana'ya herhangi bir Osmanlı Sultanının gittiğini bilmiyorum. Gitse bile bu neyi değiştirir? Viyana dediğiniz yer Edirne'den az ötede. Mekke Medine tee nerde:) Fırsat kollayan İslam askeri sultanı başındayken bile neler etti Osmanlıya.Yavuz'un çadırına kurşun atacak kadar iler giden askerden söz ediyoruz. Bir de sultanın kalkıp Mekke ve Medine'ye gittiğini düşünün.Gittiğinin üçüncü günü bir başkasını tahta geçirirlerdi. Keyiflerinden mi gitmediler sanıyorsunuz.Kaldı ki sultanlar hacca vekil gönderirlerdi
Beğen
Cevapla
-
murat erdoğan
16 yıl önce
Şikayet Et
Padişahların Hac meselesi 2. Yalnız gitmeleri ise merkezi idarenin padişahta toplanmış olmasından imkansızdır.Gitmeye çalışan tek padişah genç Osman'dır,o da teşkilatı dağıtacak şayiasıyla yeniçerilerce katledilmiştir.Görüldüğü üzre ömrünü cihad yolunda harcayan padişahın hacca gitmemesi esasında devletin bekası yani İslam'ın daha da yükselmesi içindir.Padişahlar bu yönlerini eksik gördüklerinden saçlarını kutsal topraklara gönderip gömdürürlerdi.O sebeple bilip bilmeden konuşmayalım.kesin hükümler verip vebal alacağınıza araştırın.
Beğen
Cevapla
-
murat erdoğan
16 yıl önce
Şikayet Et
Padişahların Hac meselesi 1. Osmanlıda padişahlar devamlı maiyetleriyle birliktedir.buda takribi 100 bin kişidir.sadareti sefer için dahi terk ettikleri zaman(düzmece mustafa,cem sultan vs)taht kavgaları olmuştur.2.selim'e kadar padişahlar savaş meydanındadır.cihad için ömürlerini vakfetmişler hatta 1.Murat savaş meydanında şehit düşmüştür.İslam akidesine göre hac farizası şahsidir.Padişahın beraberinde yüzbinlerce kişiyle gitmesi sorun teşkil edeceğinden üstelik hac mevsiminin kış aylarına denk gelmesinden gidemezlerdi...
Beğen
Cevapla
-
tolga bozkurt
16 yıl önce
Şikayet Et
barnas kardeş. ilk olarak hac vazifesi mısırda olmaz mekkede olur ikincisi osmanlı padişahları hac yapmamıştır (bir sebebi vardır tabi) bir diğeri ise yazıda mekke medine osmanlının hizmetine girmiştir demiyor mekke ve medine osmanlının bakım ve onarım hizmeti altındaydı diyor yani o kutsal mekanların bakım ve onarımını osmanlı üslenmiştir diyor kutsal mekanlar osmanlıya hizmet ediyor demiyor osmanlı oralara hizmet ediyor diyor kardeşim.
Beğen
Cevapla
-
Hasan GÜZEL
16 yıl önce
Şikayet Et
cabbar sarı. sana katılmakla beraber şunu ilave ediyorum eğer osmanlını adil ve dindar padişahları olmasaydı şimdi osmanlıyı eleştirenler müslüman bir anne babadan değil de hırıstiyan yada hahudi yada vs. bir aileden olacaktı ve muhtemel ismi de tomi yada şaron olurdu.
Beğen
Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle