Mesele Naipaul'un nereden geldiği değil...

  • GİRİŞ26.11.2010 07:01
  • GÜNCELLEME26.11.2010 07:01

Avrupa’ya izafeten ‘İstanbul Kültür Başkenti’ ifadesinden haz edenlerden değilim.

Bu zamana kadar bu çerçevede yapılan etkinliklerden bir şey anladığım da söylenemez.

2010 yılı içerisinde gerçekleştirilen bir dizi etkinlik ne denli İstanbul fotoğrafını Avrupa’ya taşımıştır onu da bilmiyorum.

Bildiğim tek şey, kültür adına yapılan etkinliklerin bu etkinlikleri takip edecek kitlenin önünde seyretmiş olmasıdır.

İstanbul’un dört bir yanında gerçekleştirilen etkinliklerde muhatap kitle bütün bir İstanbul halkı gibi düşünülse de bu çok net değil.

Avrupa’ya kendi kültürlerinin köklerini keşfetme amacı güden bu proje acaba İstanbul halkına da kendi kültürel atmosferini yaşatma imkânı sağlayabiliyor mu orası kocaman bir soru işareti.

Bir sene boyunca sürecek şekilde tasarlanan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti faaliyetleri aşırı yoğunluk ve çok parçalı özelliğiyle şu ana kadar doğru düzgün tahlil ve tenkit imkânı bulamadı.

Avrupa Yazarlar Parlamentosu’nun İstanbul’daki organizasyonuna Hint asıllı Nobel ödüllü İngiliz yazar Naipaul’un onur konuğu olarak davet edilmesi bir anlamda bu etkinlikleri eleştiriye de açmış oldu.

Naipaul gelsin mi gitsin mi bağlamındaki tartışmalar Naipaul üzerinden değil, ilginçtir, daha çok onun gelmesi hakkında olumlu ya da olumsuz görüş bildirenler arasında cereyan etti. Önce Hilmi Yavuz Naipaul’un oryantalist bakış açısına değinerek onun Müslümanlara karşı kullandığı tahkir edeci üslubuna dikkat çekti.

Bu dikkat çekiş Türk okuyucusunun çok yakından tanımadığı müstemleke ruhu taşıyan yazarı daha yakından tanımak noktasında teyakkuz anlamına geliyordu.

Hilmi Yavuz’un uyarısı hassas okuyucu kitlesini önemli ölçüde etkilese de yazarlar için aynı durum söz konusu değildi.

Tepkilerin uyarıyı yapana göre değişip şekillendiği bir durum vardı ortada.

Örneğin Naipaul hakkındaki uyarıyı Hilmi Yavuz değil de başka biri yapsaydı acaba hassasiyetler dengesi aynı kalır mıydı? Hiç sanmıyorum.

Cihan Aktaş ve Beşir Ayvazoğlu gibi yazarlar Hilmi Yavuz’un uyarısını esas alıp davetli oldukları bu etkinlikten çekilme kararı alırken hiç kuşkusuz ki gerekçeleri milletin hissiyatına tercüman olup vicdanının sesi olmaktı.

Mademki burası bir parlamento, oraya dâhil olan her yazarın temsil ilkesine riayet etmesi gerekliydi.

Nereden icap ettiyse tartışmaya birden İsmet Özel de dâhil edilmişti. Hem de Hilmi Yavuz’un karşısına muteriz bir çehreyle yerleştirilmek suretiyle.

Bülent Somay ve Mehveş Evin’in de bulunduğu Naipaul üzerinden yapılan ‘kalsın mı gitsin mi’ tartışmasında İsmet Özel fırsat bulup ancak topu topu birkaç cümle konuşabildi.

Özel’in tartışmayı Hilmi Yavuz odaklı sürdürmesi hiç şaşırtıcı değildi.

Zira ikili arasında görülmemiş bir hesabın olduğunu herkes biliyor. Naipaul gerilimi bu kavgayı doruk noktaya çıkarmak için bulunmaz bir fırsat.

Ömer Lekesiz de tartışmaya Hilmi Yavuz’un provokasyonu cihetinden yaklaşıp Yavuz’a destek veren Cihan Aktaş’ı dolmuşa binmekle itham etti.

Ali Bulaç Naipaul’un muhafazakâr bilinen insanlar tarafından davet edilmesini Kur’anî perspektiften eleştirirken Fehmi Koru Naipaul’un gelmemesiyle büyük bir fırsatın kaçırıldığını yazdı.

Özellikle Müslüman yazarlar arasında beklenen tutumun aksine birbiriyle çatışır tarzda farklı anlayışların ortaya çıkmasını bir çeşitliliğe mi hamletmeli yoksa kolektif bilinç ve maşeri şuur kaybı olarak mı yorumlamak gerekir?

Müslümanlara hakaret ve İslam’a saldırıların cevabı ve karşılığı ne misliyle mukabele de bulunmak ne de sağ yanağına vurana sol yanağını da çevirmektir. Hiç kuşkusuz bu ikisinin ortasında bir üçüncü yol daha vardır: zalime zulmünü, haine ihanetini ve edepsize edepsizliğini hissettirmek!

Hele bir de zulüm ve edepsizliğin simgesi olmuş şahsiyetler vardır ki bu kişiler gizli bir dokunulmazlık zırhı ile aşağıladıkları insanların toprakları ve bedenleri üzerinde pervasızca dolaşmaktadırlar.

Onlara dünya üzerinde hiç kimseye olmayacak kadar dokunulmazlık zırhı giydiren şey, onurları ayaklar altına alma pahasına gösterilen hoşgörüdür.

Türkiye’de özellikle kimliğini İslam’la şekillendirmiş yazarların böylesine hassas bir konuda ihtilafa düşmeleri, bununla da kalmayıp birbirlerine ‘Naipaul’ muamelesi yapmaları oldukça düşündürücüdür.

Mesele bizim gibi düşünmeyen ya da inanmayan insanların gitmeleri –kalmaları değil, bizim nerede durduğumuzdur.

Hüseyin Akın
akinakinhuseyin@hotmail.com

Yorumlar2

  • nidayi sevim 14 yıl önce Şikayet Et
    İTİDAL. Tebrik ve teşekkür ediyorum... Münevverlerimize bir üçüncü yolun, yani itidalin, yani bir orta yolun da bulunduğunu ve Müslümanım diyenlerin bu orta yolu takip etmeleri gereğini vurguladığınız için... Muhabbetlerimle
    Cevapla
  • Hasan Seyre 14 yıl önce Şikayet Et
    İlke yoktur..Süreç vardır... yoksa dalgalı zeminde..Fikri taassub sizi marjinal iki duvara çaktığı zamanda..ilkeler ne kadar faydalı olduğu görülür!!. Bir insanın İslami görüşüyle..Dünya Kültür başkenti İstanbulu değerlendiriyorsanız..Mekkenin sınırları İstanbuldan geçer diyorsunuz demektir..salyongaz satılmaz ile halkınıza kahramanca hava atarsınız ama size iki kuruş değer vermeyenlerin nazarında..bu ülkenin ekseni kaymış..görüşünü kuvvetlendirirsiniz..
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat