Sözüm, dindar demokratlara

  • GİRİŞ17.08.2009 04:57
  • GÜNCELLEME17.08.2009 04:57
 Medeniyyet size çoktan beridir diş biliyor, 
 
Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor!
                           
(Mehmed Akif)   

                Sivil Toplum Örgütü adı, zihnimde ne çağrıştırıyor biliyor musunuz? Sivilin, devlete karşı hak ve hukuk mücadelesini verebilmek için kurmuş olduğu bir örgüt. Bu Sivil Toplum Örgütü kavramının, Devlete karşı bir örgüt gibi algılanmasından dolayı, sivil ile devletin karşı karşıya olduğu kanaatini uyandırıyor.

        Bu ülkenin yönetim biçiminin adı “Cumhuriyet.” Yani halkın kendi kendisini yönettiği söylenen bir sistem. Dikkat ederseniz, politik literatürdeki, kavram ve söylemler, bütüne yönelik olmayıp, parçalara, bölümlere müteallik karşı olma biçiminde şekilleniyor. Bu da zihinlerimizdeki, millet-devlet kavramının bütünlüğünü bozuyor.

 

        Osmanlı'da Devletin, Padişahlık sistemiyle yönetiminde, halkla ilişkilerinin nasıl sağlandığı hakkında bir fikri olan var mı? Çünkü altı yüz küsur yıl, hem de çok uluslu, çok kültürlü bir devlet yönetiyorsanız, halkla ilişkilerinizin çok sağlam olması gerekir, değil mi?

        Zira bugün katılımcı demokratik yapılanmada, vekâleten bizi temsil ettiği söylenen ve oy vererek, adeta vekâletimizi tevcih ettiğimiz milletvekiline ulaşmadaki hiyerarşik engelleri görünce, bu soru aklıma geliyor ve işin içinden çıkamıyorum.

        Memleketimden çıkmış ve Ankara'ya gitmişim. Ankara’da hakkım olan, meşrû işlerimi halletmeye çalışırken, karşıma çıkarılan bürokratik bir engeli aşabilmeye yönelik, “Vekilimi” arıyorum.  Vekilimin sekreteryasını yürüten kişi, öyle sorularla üzerime geliyor ki, bürokratik engelleyiciye rahmet okutuyor. İşin komik yanı da, milletin kendisi olarak asaleten işimi beceremiyorum ama vekâletimi verdiğim “vekil”in önünde her kapı açılıyor. Bu noktada bir çarpıklık var. Çünkü vekilimin öyle bir yaptırım gücü var ki; beni ahiret sualleriyle bunaltan bürokrat, işimin meşrûiyetini bile sorgulamadan çözüm üretebiliyor.

        Niçin?

        Çünkü vekilim iktidar partisinin mensubu olduğu için, o bürokratın istemediği bir bölgeye tayin edilmesine sebep olabilir. Burada da bir çarpıklık var. Bu ülke coğrafyasında, bayrağımın dalgalandığı her yer vatan toprağı değil mi? Bu devletin vazifelendirdiği memur, millete hizmet için o görevde değil mi? Ne yazık ki; bu vatanın bazı bölgeleri, “Mecburi hizmet ve Şark hizmeti” tanımlaması içinde, cezalandırma alanları haline gelmiş.

        Bu ülkenin başbakanı bile, yukarıdaki sebepler çerçevesinde öyle engellerle karşılaşmış ki; “Oligarşik bürokrasi” diye bir tanım yapıyor. Bu, bir tanımdan ziyade, şikayet ifadesi. Yürütmenin başı, kendi yönetimindeki bürokrasiyi vatandaşına şikayet ediyor. Halbuki o makamın şikayet makamı değil, çözümler üretme makamı olması gerekmiyor mu?

        Şöyle bir soru geliyor aklıma. Biz ne zaman gerçek bir cumhuriyet yönetimine kavuşacağız? Cumhur dediğimiz halkın kendisidir beyler! Cumhursuz “Cumhuriyet” nasıl olur? Sizin aklınız bunu alıyor mu?

        Aslında bunun cevabı çok basit. Memuriyet âmirlik değil, hizmetkârlıktır. Bu da milletine hizmet demektir. Bu hizmetkârlıktan neden gocunulur ki? Ne yazık ki nefsin ve enâniyetlerin nemrutlaştırıldığı,  firavunlaştırıldığı bir asrın insanlarıyız.

        Halbuki biz Muhammed (asm) ümmeti değil miyiz? O halde Peygamber (asm) “Milletinin efendisi, ona hizmet edendir.” dediği halde, bu efendiliği terk edip, ağalık duygularımızı, tahakküm ve istibdat meyillerimizi, neden yıllarca bastırılmış bu milletin üzerinde tatmine çalışırız?

 

         “Görmüyor gittiği yanlış yolu zannım çoğunuz,
          Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!”

diyen Mehmed Akif'in sözlerine kulak verelim...

 

        Ülkemizin Doğu ve güneydoğusunda yaşayan Kürt vatandaşlarımız, bu konuyu bir kompleks haline getirdikleri için, yanlış yollardan giderek, bir sürü yanlışlıklara düştüler. Kompleks demekteki amacımı izah edeyim isterseniz.

        1970'li  yıllarda, bilhassa CHP'li solcu aydınlar, Zap suyunda köprü olmadığından, doğudaki köylere ulaşacak yolların olmamasından dem vurarak ve halkın fukaralığını, iktidarın ihmalini öne sürüp muhalefet yapıyorlardı. Otuz dört sene önce, Anadolu'nun bilhassa sözü edilen yörelerine, geniş kapsamlı bir gezi yapmıştım.

Bu propagandalarının o kadar etkisinde kalmışım ki, o eksiklikleri aradım. Yirmi yıl sonra da, kendi memleketim olan Manisa'nın Yunt Dağlarında, yol olmadığı için, köyün girişine kadar motorlu araçlarla gidilemeyen köyleri ve bu köylerde yaşayan insanların, kaderlerine razı duruşlarını gördüm, yüreğim sızladı. Bu köylüler ikinci sınıf vatandaş duygusuna kapılmadan hayatlarını sürdürüyordu. İşin daha da garibi, Manisa'da yaşadığı halde kendi memleketinin köylerini bilmeyen CHP'li ve sol görüşlü arkadaşlarının da aynı ifadeleri kullanmaları, bu köylüleri hayrete düşürüyordu.

Ülkemizin batısındaki bu yörük köylerinde yaşayanlardan CHP'ye beklenen oy çıkmadığı ve bu mağdur insanları istismar edemedikleri için olsa gerek, CHP'nin siyasi söyleminde bu konulardan hiç bahis geçmezdi. Halbuki Cumhuriyetin kuruluşundan, Demokrat Parti'nin iktidar olduğu seneye kadar, tam yirmi yedi sene kesintisiz iktidarda idiler. Bu sürede yapmadıkları hizmetlerin ve yaptıkları zulümlerin faturasını da mevcut iktidar partilerine kestiler. O zamanki Türkiye'nin partisi CHP, bugünkü gibi marjinal bir parti de değildi.

 

        Bilhassa geçmişe yönelik kendi ihmallerini, siyasi istismar malzemesi yaptılar. Doğu ve güneydoğuyu ihmal ederek, Kürtleri; komplekse itip kışkırtan CHP’nin, bu gün iktidar partisinin gündeme taşıdığı “Kürt açılımı” meselesinde, otuz dört sene önce acıdığı ve ihmal edildiğini(!) iddia ettiği vatandaşlarımızın problemlerinin çözümünden nasıl kaçtığını görüyor musunuz?

        O sözünü ettiğim yıllarda, bir tarafta kan ve gözyaşından beslenen bir siyasi anlayışla; diğer tarafta, milletin fakr u zarûreti üzerinden istismarcılık yapan siyasi anlayışın, bugün aynı çizgide buluşmaları çok ilginç.

        “Halkçıların ırkçılığı elde edip, sizi -kuvvetli bir ihtimalle- mağlup edeceğini hissettim.” diyen Bediüzzaman'ın  “Ey dindar ve dine hürmetkâr demokratlar!” hitabıyla verdiği mesajı alıyorsanız, “Ey dindar demokratlar,

lütfen gereği gibi davranınız! Arkanızdayız ve destekliyoruz. Bitsin bu kan ve gözyaşı. Bitsin bu fakr-u zarûret...”

 

“Müslümanlıkta, anâsır mı olurmuş; ne gezer?
Fikr-i kavmiyeti tel'în ediyor Peygamber...
En büyük düşmanıdır Rûh u Nebî tefrîkanın
Adı batsın onu İslâma sokan kaltabanın!”

diyen Mehmed Akif Merhum’a Allah'tan rahmet dilerken, Rahmânirrahîm'den bu millete rahmetiyle muamele etmezini niyaz ediyorum...


İlhan ÖZTİN / Haber 7
ilhanoztin@hotmail.com

Yorumlar6

  • ahmet ilhan 14 yıl önce Şikayet Et
    12eylül öncesiırkçılar değil dindarlar mücadele verdi. yorumcu olayları yanlış aksettirmiş.nefsini alkolden,izmlerden kurtaramayan ülkeye hizmet edemez.adam dövmek,yaralamak veya öldürmekle vatan korumayı değil ergenekona alet olduğnuz.aynı silah öğleden önce solcuyu,öğleden sonra sağcıyı öldürdüğünü çok iyi biliyoruz. islamiyeti yaşamıyanlar iptidai ergenekon tezgahlarına alet oldular. küçümsediği ilhan öztin beyefendi ise inanç yokluğu çekenlere nurları anlatmakla meşgul idi.sünneti seniyyeyi yaşayanlar siyaset boğuşmasına değil,ülkenin imanına hizmet ettiler
    Cevapla
  • ALİ CAN 14 yıl önce Şikayet Et
    Bediuzzeman, Mehmed Akif, İslam'da İnsan Hakları ve Kardeşlik Hukuku. Yüce İslam Dini'nin ortaya koyduğu insan haklarını, getirdiği barış mesajını, esaslarını belirlediği kardeşlik kavramını bu günlerde daha çok hatırlamalı, dile getirmeli ve gereğini yapmalıyız. Müslümanım, mü'minim diyen herkes Yüce Yaradan'ın emirleri, Kutlu Elçi'nin uygulamaları doğrultusunda ırkçılık davasından, dünyevi ihtiraslardan, şeytanın oyunlarından uzak durmaya çalışmalı; barış, huzur, adalet, kardeşlik için, Yüce Allah'ın rızasını kazanmak için elinden geleni yapmalı.
    Cevapla
  • Erdoğan AYDOĞAN 14 yıl önce Şikayet Et
    kuru sıkı atmayın. sayın yazar yazının arasında ülkücülere dokundurmuşsun.sen 80 öncesinde korkudan evinden çıkamazken,ülkücüler ,komünist çetelere karşı ezanımızı dinimizi milletimizi savunuyorlardı.camilere komünist çeteler silah sıkarken ezanlar susturulmaya çalışılırken komünist çeteler tarafından ülkücüler canlarını ortaya koyup manevi değerlerimizi savundular.şimdi senin gibi kendini islamı demokrat gören kimi yazarlar bol keseden atıyor.zor yıllarda neredeydiniz?
    Cevapla
  • adı belirsiz 14 yıl önce Şikayet Et
    .... Sayın yazar, güzel şeyler yazmışsınız tebrik ediyorum.
    Cevapla
  • semra 14 yıl önce Şikayet Et
    ..... Zaten siyasi parti kavramı islamiyete ters. yüzde yüz aykırı. Fitnelerin kaynağı. Bakmayın oy verdiğime mecburiyetten. Ama bu güne kadar aklıma yüzde yüz yatan parti olmadı. Hangisi ne derse desin, icraatları benim inancıma aykırı. İslam dininin aksi yönetim anlayışı. Zaten istenen bu değilmi. Bu toplum da bunu desteklemiyormu!!! siyasete din karışmasın!! siz devlet yönetimini siyaset olara görürseniz, tamam. Ama devlet yönetimi siyaset değildir. Peygaberimiz ve halifeleri siyasetçi değildi.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat