Yeni bir mefkure lazım

  • GİRİŞ19.03.2015 10:36
  • GÜNCELLEME19.03.2015 13:59

Bunlardan ilki, Hz. Musa’nın Firavniyyeti alt ettiği, küfür kuvvetlerinin suya gömüldüğü uzun ve çetin mücadeledir. Talut - Calut savaşı dahi o mücadelenin mütemmim bir cüzüdür.

İkinci, mücessem iman küfür mücadelesi olan Bedir savaşıdır. O savaşta da ilahi kuvveteler, adetleri hilafına savaşa müdahil olmuşlar bir avuç arslan parçasıyla küfür cephesinin beli kırılmıştır.

İlkinde denizi yaran Allah, ikincisinde kendi ordularının bin neferini atlı melekler halinde Resulünün imdadına göndermiş ve onun avuçlarıyla düşman cephesine savurulan bir avuç kum tanelerini mitralyöz gibi küffar ordusunu sinesinde patlatıp toprağa gömmüştür.

Üçüncüsü Çanakkale savaşıdır ki, deccal orduları tüm kuvvetleriyle gelip mehdiyetin merkezi olan İstanbul’u imha etmek niyetinde idiler. Cenab-ı Hak, sadece bir saat içinde onların maneviyatını ve topluluklarını tar umar ederek, her biri bir başka kibir abidesi olan savaş makinalarını denizin dibine gömdürdü. Zahirde Nusret –ne güzel isim- mayın gemisinin serptiği mayınlardı sebep. Ama o Allah ki bir şeyi murad eder hiç ondan kaçış olur mu?

Beşerin hayıtında böyle “eyymullah” (Allah’ın günleri) denilen günler vardır. Cenab-ı Hakkın, insanlığın ecel-i müsemmasına varması için müdahil olduğu anlardır bu eyyamullah diye tabir edilen anlar. Eğer o gün, Kahhar-ı Zülcelal, insafsızlıkta zirve yapmış firavuniyete haddini bildirmeseydi, beşerin macerası bitecekti.

Keza Bedir günü Allah kendi resulünün hayatına müdahil olmasaydı, onun getirdiği nur sönseydi, karanlığa gömülmüş beşer, yolunu aydınlatamayacak ve o karanlığın içinde tükenip gidecekti.

Ve yine eğer o gün Çanakkale’de müttefik kuvvetler deniz gücü sadece bir saat içinde yerle bir olmasaydı, insanlık yine bitecekti. Çünkü Çanakkale savaşı sadece Türk milletinin bekasını temin etmemiş, ilerde mehdiyet ordularını teşkil edecek kavmin çocuklarını da iman namına ibka etmiştir.

Meseleye bu çerçeveden bakıldığında Akif’in “Bedrin arslanları ancak bu kadar şanlı idi!” sözünün hakikatin ta kendisi olduğu anlaşılır.

Evet, kader-i ilahi o gün bu millete “seni yaşatacağım ey kavmim!” demiş oldu. Böylece bu kavmin bugünün “beni İsrail”i (Allah yolunda yürüyen kavm) olduğunu gösterdi. Nitekim Murat Hüdavendigar da o bilinçle “İmdat et bu senin son ordundur Ya Rabbi” diyerek bu kavmin Allaha hizmet eden ordu olduğunu hissetmiş ve dua etmiştir, onun ruhaniyetinden istimdat etmişti.

Evet, bu millet Allah’ın son ordusu olduğunu Çanakkale’de gösterdi. İnşallah Mehdiyetin askerliğini de deruhte ederek bu son ordu hizmetini ikmal edecektir.

Çanakkale’de denizi yarıp imanın merkezini vurmak isteyenleri denize gömdük, yakın bir geçmişte de Calut’u (deccaliyetin içimizdeki yansıması olan rejimi) devirdik ve yakındır ki ila-yı kelimetullahı esas alan birliği de yeniden inşa edelim.

Bu açıdan bakılınca Çanakkale, Firavun - Musa Savaşıyla, Talut - Calut Savaşı ve Bedir Savaşı ile aynı manada ve aynı kıymettedir. Çünkü bunların hepsi de iman küfür mücadelesinin nihayet kertedeki karşılaşmalarıydı ve Allah’ın, beşerin gidişatı hesabına, insanlığın hayatına dokunduğu demlerdir.

Çanakkale’nin geçilip geçilmediğine gelince...

Evet, o gün bu millet var olmak, varlığını sürdürmek noktasında azim bir dirayet ve direnç göstermiştir. “Ben varım ve var olmaya devam edeceğim. Feleğin rağmına Allah’ın ve kaderin bana yüklediği misyonu icra edeceğim”, demiştir.

Evet, Birinci Cihan Harbinde bizim payımıza zahiri bir mağlubiyet düştü. Yani sonunda Çanakkale geçilmiş oldu. Çünkü o gün Çanakkale geçilseydi, mütegallibenin bu millete reva göreceği her türlü zulüm ve manevi imha, maalesef bizatihi bu milletin evlatları tarafından ona dayatıldı. Çanakkale geçilmiş oldu yani!

Çanakkale’yi geçmek isteyenler, Kur’an’ı bu milletin elinden almak istiyorlardı. Geçici bir süreliğine de olsa evet Kur’an bil millete yasaklandı.

Çanakkale’yi geçmek isteyenler, bu topraklarda okunan ezanı susturmak istiyorlardı, muvakkaten o da susturuldu.

Çanakkale’yi geçmek isteyenler, bu milletin İslamiyet ile bağlarını koparmak istiyorlardı, koparıldı. Bu milletin yarı nüfusu bugün kendini şeriat düşmanı bilmektedir.

Çanakkale’yi geçenler bu milletin damarlarını kesmek istiyorlardı, bir kere daha ayağa kalkamayacak şekilde belini kırmak istiyorlardı, bir süreliğine bu dahi başarıldı.

“Olanda hayır vardır” sözü bu milletin en güzel deyişlerinden biridir. Evet, olanda hayır vardır. Bize o gün mağlubiyet düştü pay olarak. Ta ki Rahmanın hizmetkârı olan bu şu kavim, deccalın ve deccalizmin Asya’daki temsilcisi olmasın diye. Eğer o gün biz Almanlarla birlikte galip gelseydik, şu habis ve gaddar Batı medeniyetin Asya’daki yayıcısı ve temsilcisi olacaktık. Ama kader bizim payımıza o gün bir mağlubiyet düşürerek istikbali bize bıraktı. Onlara karışık bir geçmiş düştü bize parlak bir istikbal. Çanakkale o manevi istikbalin tohumlarının ekildiği mezraadır. Şimdi artık, o gün birer umut gibi toprağa düşen canların sümbüllenme vaktidir.

Yene Bir mefkureye İhtiyaç Var

Bunun için de yeni bir mefkûreye ihtiyaç var. Eskiden bu mefkûre Cihan Hakimiyeti Mefkuresi idi. Bu mefkure, İslamiyet ile tanışmak nasip olduktan sonra “İlay-ı kelimetullah” (Allah’ın adını yüksekte tutma, Onun hükmünü yeryüzünde adaletle temsil etme) mefkuresine dönüştü.

Sonra bu mefkûre Osmanlının yıkılmasıyla birkaç parçaya bölündü. Bir kısmımız kendisine “Batıcı” dedi. Batının kılıcını çaldılar, katiline hayranlık duyan zavallılar gibi…

Bir kısmımız kendisine “Turancı-Türkçü” dedi. Bir kısmımız kendisine “İslamcı” dedi. Bir kısmımız kendisine “Osmanlıcı” dedi ve o her birisi bir başka mefkure peşine düştü. Şemlimiz dağıldı, birliğimiz bozuldu, aramıza kabil-i iltiyam (kaynaştırılabilir) olamayan ayrılıklar girdi. Dinci laikçi diye bölündük, ırkçı ve liberal diye parçalandık, gerici ilerici diye yaftalandık. Biz biz olmaktan çıktık. Batının kapışanda uşak olduk, İslam’dan ve Müslümandan uzak durduk. Bu arada birileri bizimle kardeşlerimiz olan Müslüman halklar arasına nifak soktu. Ve bu günlere geldik.

Şimdi şu millete yeni bir mefkure lazım. Çünkü Batıcılığın, bizi uşak kılmaktan başka maksadı ve amacı olmadığı zahir oldu.

Türkçülüğün ve Turancılığın bu milletin himmetini pervaz ettirmeye yetmediği görüldü. İslamiyet’ini kaybeden Türkler, Türklüklerini de kaybettiler. Oysa bu milletin himmeti şu iki hakikatin imtizacıyla pervaz etmişti. Nerede Türk varsa Müslümandır. Müslümanlığını terk edenler Türklükten de çıkmışlardır. Ama bugün birileri hala ısrarla şu millete İslamsız bir Türklük bilinci vermeye çalışmaktadır. Şu ise ölümdür. Hem bugüne kadar Türkçülük Batıcıların kol değneği olmaktan kurtulamadı. Öyleyse Türkçülük ya ıstıfa edip İslam ile kendini mezc etmeli ya da itfa bulmalı.

İslamcılığa gelince… Şu yaklaşım, İslam dünyasına kan ve göz yaşından ve acıdan başka bir şey getirmedi. Deccalizmin içimize düşürdüğü bir başka tür kavmiyetçilik şekli olan İslamcılık, maalesef bir reaksiyondan ibarettir ve yöntemleri hiç de İslami değildir. Acilen İslam şu beladan kurtarılmalı. Ne Selahattin Eyyubi İslamcıydı ne Alparslan. Ne Yavuz İslamcıydı ve ne Fatih ve ne de II. Abdülhamit. Çünkü İslamcılık şu mübarek zata isnat edilir bir parça. II. Abdülhamid hakikaten Müslümanların o günkü halini ıslah etmek için can hıraş bir gayret göstermiştir ama bundan İslamcılığın çıkarılması yanlıştır. İslamcılık, ırkçı Arap topraklarında hayat bulmuş zehirli bir ‘zehra’dır ki ondan behemehâl kurtunulmalı. Ta ki İslam hayatımızı yeniden avdet etsin.

Osmanlıcılığa gelince, o artık öldü. Nasıl ki Osmanlının artık ihyası mümkün değil ve hem lazım da değildir, öyleyse onun yerine geçecek, kucaklayıcı bir kavram bulmamız gerekiyor.

Çünkü Osmanlıcılık, -daha önceki bir iki yazımda da temas ettiğim gibi- artık iyi hatıralarla anılmıyor. Osmanlının iyi günleri ve zamanları kasıtlı bir şekilde unutturuldu. Geçmişte Osmanlıyı oluşturan kavimlerin hiç birisi, yeniden o boyunduruk altına girmekten hoşlanmaz. Size sevimli gelebilir ama bu kavram, emperyal niyetleri ve korkuları var ediyor karşımızdaki insanlarda.

Bırakın Osmanlıcılık, tarihteki yerine geçip otursun. Siz bugün daha kucaklayıcı, her Müslümanın kendinden bir öz bulacağı bir düşünce sistemi, bir çatı isim var edin ki insanlar onun altında bir araya gelsinler. Kimsenin sınırlarında gözümüz olmadığı, kimsenin, kimsenin istiklal ve istikbaline tehdit görülmediği, kendini “la ilahe illallah” çatısı altında kabul eden herkesin benimseyebileceği bir kavram, bir mefkûre, bir öz…

Öyle ki, teslisten gına getirmiş Hristiyanların dahi kendini dâhil edebileceği bir çatı. Ali İmran suresi 64. ayetinde telkin edilen çatı! Barışı önceleyen ve yücelten… Nizaa ve nifaka sebebiyet veren farklılıkları görmezlikten gelen bir yaklaşım. Ayrılıkları değil, müştereklikleri öne alan bir yaklaşım!

“De ki: Ey ehli kitab! gelin: Sizinle bizim aramızda müsavi (üzerinde anlaşılabilir) bir kelimede yani “Allahdan başka ma'bud tanımıyalım ona hiç bir şey'i şerik koşmıyalım, ve ba'zımız ba'zımızı Allahdan beride Rab ittihaz etmesin” sözünde buluşalım. (Ey Müslümanlar) eğer (muhataplarınız) buna karşı yüz çevirirlerse o vakit şöyle deyin: Şahid olun ki biz hakikaten müslimiz: müsalemetkârız, barıştan yanayız!”

Evet, yeni bir mefkûre, yeni bir anlayış ve kendisini, tevhid çatısı altında zanneden herkesi kucaklayan bir yaklaşım!

Rabbim şu Çanakkale’nin ve Cihan harbinin erleri hakkı için o gün yere düşen tohumları İslam’ın istikbalini var edecek şekilde sümbüllendirsin inşallah!. Amin! 

Yorumlar9

  • demir 9 yıl önce Şikayet Et
    Bir düzeltme yapalım: Üstad M.akif ersoy şöyle demişti:Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem. Ve devamı ... Yani sadece "anlarım anlatamam"cümleleri benim okuduğum ve bildiğim kadarıyla şiirinde mevcut olmamaktadır.ancak "hissederim,söyleyemem" lafızları geçmektedir.isteyen üstad akifin, m.ali için yazdığı "vedadı yadigarımdır" şiiringüçlendirir.birinci husus ben bu mefkure meselesine, ihtiyaçların temini için yeni bir mefkureye gereksinim duyulmasıdır söz konusu olan. İkinci husus ise,güzel bir yazı olarak buldum.ancak eksik tarafları olabilir,beğenmediğiniz düşünceler ,fikirler olabilir.
    Cevapla
  • ünal 9 yıl önce Şikayet Et
    Tünelin ucu bu mazlum milllete hakikaten göründü inşallah.Yalnız bakımsız bağ misali bağın budamı ve temizliğinin acısını da yaşayacağız Allahualem.Yakın gözüken çok çetin imtihan zamanlarında yüce yaradan bizi nefis ve şeytanla bir an bile yalnız bırakmasın.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Ahmet Murat MORGÜL 9 yıl önce Şikayet Et
    Üstad rahmetli Ömer Lütfi Mete üstadı nasıl anlayamadı ise ve ıskaladı ise bu toplum korkarımki aynı kader yada kadersizlik(bakış zaviyesine göre değişir)sizinde hummalı muhatabınız. . .Akif merhumun dediği gibi Anlarım ,anlatamam Hissederim söyleyemem . . .
    Cevapla
  • Abdürrahim Çokgüngör 9 yıl önce Şikayet Et
    Sayın Bulut, yeni mefkure değil, ihtiyaçları karşılayacak bir mefkure. Bu da ittihad-ı İslma’dır. Hem Türkiye’de hem Alem-i İslam’da. Çünkü hiçbir İslam ülkesi tam bağımsız değil. Hepsi vesayet altında.Bediüzzaman defaatle vurgulamıştır ki, “Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslam’dır.” Bu da his hevada değil, ancak Hüda’da olur. Yani herkes meslek ve meşrebini muhafaza ederek esasta birleşmesidir. Bunu 3 Kasım’dan beri örneklerini hep verdik. Öyle ki harici şer güçler önümüzü kesmek için dolap içinde dolap hilesi çevirmesine rağmen.Onun için çare Türkiye’de birleşmeyi arttırmak. 7 Haziran geliyor. Müttehid bir netice çevremize ve alem-i İslam’a da şifa olacak.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Kerem Ataç 9 yıl önce Şikayet Et
    Öylemi peki MEKRUFE nedir
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat