Üniter Devlet ve Adalet

  • GİRİŞ08.09.2009 16:24
  • GÜNCELLEME08.09.2009 16:24

Devlet üç Unsurdan meydana gelir; ‘ülke’, ‘millet’, ‘egemenlik’. 

Bugün yeryüzünde iki tür devlet var: Üniter ve Federal devlet modeli.  

Federal devlet ‘karma’ devlettir. Bir devletin federal devlet olması için birden fazla federe devleti bünyesinde barındırması ve bu federe devletin her birinin bir üst anayasal kavram altında bir arada bulunmayı benimsemesi gerekir. Ve temelde birbirinden ayrı anayasaları ve hukuk sistemleri bulunan bu federe devletlerin ‘bir arada yaşama azmini’ göstermeleri gerekir.  

Üniter devlette ise ülke de millet de tektir. Çünkü üniter devlet, kendisini oluşturan üç unsurun –yani ülke, millet ve egemenlik- bölünmez bütünlüğünü esas alır. 

Federal –her bir federe bölgenin kendi içinde bağımsız yargı ve hukuk sistemine sahip olduğu eyalet sistemini öngören- devlet yapısında farklı milletler, cemaatler vardır. Üniter yapıda ise, devlet, ‘ülkesi’ni bölünmez bir bütün kabul ettiği gibi, ‘millet’ini de dil, din ve bölge farkı ayırt etmeksizin, bir bütün kabul eder. Her fert hiçbir engel veya ayırımla karşılanmaksızın, devletin her kademesinde görev alabilir.  

Bölünmez bütünlük ilkesinin, egemenlik kavramıyla da yakından ilişkisi vardır. T.C., tekil devlet esaslarına göre kurulmuş, bütünlüğe dayanan bir devlettir... Bölünmez bütünlük ilkesi, ülke ve millet bütünlüğünün korunması gibi devletin bağımsızlığını da içine alır. 

Yani Türkiye Cumhuriyetini kuranlar, başlangıçta bu topraklar üzerinde yaşayan ‘tüm Müslüman unsurları’, hiçbir ayırım ve farklılık gözetmeksizin devletin esas ortağı ve unsuru kabul etmişler. Sadece Rumlar ve Ermeniler, o da Batının dayatmasıyla ‘azınlık’ statüsüne sokulmuşlardır.  

O dönemde, Kürtlerin de ‘azınlık’ statüsünü sokulması için çabalar olmuştur ama dönemin önde gelen Kürt liderleri böyle bir tanıma yanaşmamış ve devletin ana unsuru olmayı benimsemişlerdir. 

Öyleyse demek ki sıkıntı  üniter yapıda değil. Yani bizim devlet yapımız, teoride hiçbir ferdi, kökeni, dini ve dili sebebiyle devlet erki içinde yer almaya mani değildir. Bir Kürt bir Arnavut, bir Çerkez, devlet erki içinde yer alma bakımından bir Türk’ten daha şanssız veya daha avantajlı değildir… 

Peki, bu uygulamada da böyle mi olmuştur? 

Hayır! İşte mesele de burada başlıyor.  

Başlangıçta hiç kimsenin bu üniter yapıdan bir rahatsızlığı yoktu. Ne zaman ki, birileri kendilerini cumhuriyetin asıl sahibi görüp, diğerlerini –uygulamalara bakıldığında ‘diğerleri’ kapsamına daha çok dindarlar ve Kürtlerin girdiğini görüyoruz- en azından psikolojik olarak dışlamaları, rahatsızlığı başlattı. 

Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki -büyük bir kısmının el altından kışkırtmalarla başladığı anlaşılan- kalkışma ve isyanlarla, önce Kürtler, sonra da genel anlamda tüm dindar kesimler, kasıtlı olarak ikinci üçüncü sınıf unsurlar haline getirildiler! 

Şeyh Said’in, din karşıtlığı şeklinde gördüğü birtakım inkılâplara karşı çıkmak için başlattığı isyan, topyekûn bir Kürt kalkışması kabul edilip öyle bir ‘tedib’ cihetine gidildi ki, Kürtler, değil ana unsur olmak, insanca muamele görmekten bile mahrum edildiler.  

Hemen arkasından gelen, İstiklal Mahkemeleri ile de dindarlar bütünüyle halkanın dışına atıldılar. Sadece Necip Fazıl’ın Son Asrın Din Mazlumları eserine bakılsa kâfi derecede acı ve hüzün bulmak mümkündür. Kurucu kadronun ‘militanik’ tutumu, ‘militarik’ güçler (Kılıç Ali gibi) çakma hakim ve savcılarla da desteklendiği için, ‘milletin bölünmez bütünlüğü’ çok ciddi yara aldı! 

Demek ki problem, ‘üniter’ yapı değil, ADALETSİZLİK!  Ta işin başından itibaren adil ve eşit davranılsaydı bunlar yaşanmazdı. Ne yazık ki, kurucuların sözleriyle niyetleri birbirinden farklıydı. Aldatarak iş gördüler. 

Çünkü en başta niyetleri farklıydı. Ankara bozkırında ‘ladini bir devlet’ yaratma çabaları vardı. Bu çaba, zorunlu bir şekilde dindarların/dindarlığın yok edilmesi olmasa bile kontrol altında tutulmasını öngörüyordu. O dönemde, en dindar ve dine taraftar unsur ve uleması en bol kesim Kürtler olduğu için de, en çok acıyı onlar çektiler.  

Olmadık ve olmayacak bahanelerle sürüldüler, katledildiler, yok edildiler. En azından küçümsendiler, yatırımlardan mahrum edildiler. Böylece her türlü tahrik ve etnik ayrılık çağrılarına hazır hale geldiler.  

Elbette eskiden de birtakım ayrılıkçı hareketler görülmüştür Kürt unsurunda. Fakat içlerindeki âlim ve ulema bunu hep önlemiştir. Ne zaman ki, laiklik perdesi altında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki tüm medreseler ve irfan ocakları söndürüldü, âlimler tar u mar edildi, artık yeni nesillere laf anlatacak kimse kalmadı.  

İşte o zaman ayrılıkçı yaklaşımlar çoğaldı. Hızla ana unsurdan ayrışmaya ve kendilerini farklı hissetmeye başladılar. Ergenekon iddianamelerine bakılırsa başlangıçta devletin bir operasyonu olduğu anlaşılan PKK da bu sürece tuz biber ekti. Dolayısıyla bu süreç ve o süreç içinde yaşanan adaletsizlikler görülüp o yaralar sarılmazsa, şu kesimin kalbini kazanmak kolay olmaz. Çünkü yürüklere saplanmış sayısız paslı çiviler var.   

Bugün yaşadıklarımız da, o gün, ‘millet’in bağrına çakılan paslı çivilerin zonklamalarıdır… Malum hikâyeye bakılırsa bu zonklamaların hemen geçmesi de zor.  

Hani, yaşlı adam öfkeli torununu eğitmek için ‘canın sıkıldıkça şu kütüğe bir çivi çak’ deyip, yıllar sonra genç büyüyüp de öfkesini kontrol etmeye başlayınca da ona bu kere de, ‘öfkeni yendiğin her seferinde git o kütükten bir çivi sök’ dediği hikâye var ya… İşte şimdi Türkiye o çivileri sökmeye çalışan o olgun delikanlı gibi. Gün gelmiş, bütün çiviler sökülmüş. Ama o kütük hâlâ delik deşikmiş… Kim o kütüğün bütün acılarını hemencecik unutmasını bekleyebilir ki? 

Beklemiyoruz, beklenmemeli. Ancak onlar da görmeliler ki, o genç hatasını anlamış. Nitekim de o çivileri sökmek çabasındadır. Tabii ki adil ve müşfik olmalı, yeni acılara yol açmamalı.  

Bu konuda her iki tarafa da ‘ihtimam’ düşüyor.  

Mümtaz Soysal ve Kemal Burkay gibilerin fikrine aldanıp ‘Kürtler ayrılmak istiyor’ deyip işi kestirip atmak hatadır. Onların kahir ekseriyeti ayrılmaktan yana değildir.  

Yapılan anketler de bunu göstermekte.  

Fakat onlar ayrılmak istemiyorlar diye, bizim adaletten ve şefkatten uzak durmamız hata olur. Gerçek bir adalet ve insan onuruna saygı esas alınmadıkça işimiz zor….

M. Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com

Yorumlar22

  • Mehmet Bodur 14 yıl önce Şikayet Et
    MELİH ADALI BİRLİKTE YAŞAMAK İSTEMİYORSAN GÜLE GÜLE YOLUN AÇIK OLSUN.. Bu ülkede yaşayanların % 90'ı bir arada yaşamak istiyor. % 10'da artık bir yer bulsun kendine.
    Cevapla
  • oğuz koçyiğit 14 yıl önce Şikayet Et
    Gerçek niyetler nerde saklanıyor. Çok masumane ve herkesin çok haklısın diyeceği bir yazı. Ancak tüm ortadoğuyu kan gölüne çevirerek müslüman milletleri emperyalistlere uşak etmek isteyen kim? Bu masumane görüşler ana amacı gizleyemiyor. Türkiye ve hatta tüm ortadoğuyu bölüp parçalayı birilerine ikram etme çabalarını herkes görüyor.
    Cevapla
  • seyhan 14 yıl önce Şikayet Et
    Hocam Allah razı olsun.. Hepimiz kardeşiz.- Böl, parçala,yut- yapamayacaklar..!
    Cevapla
  • Melih Adalı 14 yıl önce Şikayet Et
    ayrılıksa ayrılık. Ayrılmak istemiyorlar ifadesine katılmıyorum. Federasyon istemek ayrılmak istemekle aynıdır. Tekliği kabul etmeyeceklerse ayrılmaları gerekir zaten. Kaldı ki bir türk olarak ben yaşamak istemiyorum artık onlarla. Şehitlerin ardı arkası kesilmiyor. Böyle birlikte yaşamak olmaz, böyle kardeşlik olmaz. Zaten kazara bi devlet kursalar yaşatabilirler mi ayrı bir tartışma konusu. Bakın ermenistanın nufusu işsizlikten 3 milyonun da altına düştü. sınırı açmazsak orada ermeni kalmayacak.bunların da sonu böyle olur.
    Cevapla
  • hüseyin kolcu 14 yıl önce Şikayet Et
    Kürtler kahrolsun pkk demeden çok kan akar... Devlet üzerine düşeni yerine getirmede samimi adımlar atıyor ama Kürt halkı en ufak bile bir adım atmıyor.Kürtler pkk'ya düşman olmadıkça "kahrolsun pkk" demedikçe daha çok kan akar.Yine insanımız dünyada 3. sınıf insan gibi yaşamaya devam eder. yani layık olduğu gibi yaşar.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat