İslam'ın son ordusu, mazlumların son umudu

  • GİRİŞ29.10.2009 05:53
  • GÜNCELLEME29.10.2009 05:53

Türk ordusu, milletin ordusudur. Millet onu sever, o da milletini…

Milletin derdi onun derdidir, milletin dini onun dinidir, milletin şerefi onun şerefidir. Milletin menfaatini bilir, ona gelecek tehlikeleri de sezer…  

Türk Ordusu, milletin efendisi değil, hizmetkârıdır. O İslam’ın ‘en kahraman’ ve dahi ‘son ordusu’dur.  

Bu yüzden her bir ferdine bu milet, ‘mehmet’ demiş. Mehmet ismi, saydığı, sevdiği, kendisi için canını verdiği Muhammed Mustafa’dan ‘mülhem’dir. Ve onun ismine hürmeten de Muhammed dememiş, Mehmet demiş. Hatta ‘mehmetcik’ demiş. Ona sevimlilik vermiş.  

Öyleyse bu ordunun her bir efradı, hak ordularının nihai maksadı olan ‘yeryüzünden zulmü kaldırmak’ vazifesinde en ön sırada yer almak zorundadır. Çünkü o ona Resule adanmıştır. Resullahın gerçek vazifesi de Hz. Ali (ra)’nin Celcelutiyye kasidesinde ‘Muhamedin men zâha’d-delalete ve’l-galat’ mısraıyla ifade ettiği gibi dalaleti ve zulmü yeryüzünden kaldırmak olduğuna göre, bu millet dahi askerine ‘mehmetçik’ diyerek zımnen o vazifeyi kendi ordusuna yüklemiştir. 

Nitekim de ‘kahraman Türk Ordusu’ en az bin yıl boyunca o davaya hizmet etmiş, İslam’ın bayraktarlığını ve taşıyıcılığını üstlenmiştir. Buna karşılık Allah ona, üç kıtada atlarını koşturmayı ve hayırla nam salmayı yazmıştır. Ve onun bu hizmetine mukabil onu yetiştiren, besleyen ve büyüten Türk milletine şu toprakları vermiştir. Onu, şu kavimler geçidinin en kritik noktasında (Anadolu’da) mesken tutmaya muvaffak kılmıştır.  

Hiç şüpheniz olmasın, Cenab-ı Hakkın, yeryüzünün göbeği olan; florası, iklimli, tabiat örtüsü bakımından dünyanın en birinci merkezi olan bu toprakları bize yurt yapması, O’nun dinine yaptığımız hizmettendir.  

Bu nasipte, milletin ordusunun payı büyüktür. Bediuzzaman’ın ifadesiyle, bu kahraman millet, Haçlı Seferlerine karşı varlığını siper ederek, beşeri iki kere küfre düşmekten korumuştur. İşte Bediüzzaman’ın Türk Milletine ve onun kahraman ordusuna bakışını gösteren birkaç cümlesi:  

“Türk milleti asırlardan beri İslamiyete hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir” (Tarihçe-i Hayat, s. 135.) 

“….Türk milleti Kur’ân’ın bayraktarı ve senâ-i Kur’âniyeye mazhar olduğu için…” (Şualar, Sayfa 327) 

“….Türk milletinin daima dinde ve imanda ileri olduğunu…” (Şualar, Sayfa 329) 

“Bu kahraman İslâm Türk milleti başka bir devletin boyunduruğu altına giremez. “ (Şualar, Sayfa 469) 

“…Türk milletinin geçmiş asırlardaki milyarlar şerefli merhum ordularına ve milyonlarla şehidlerine…” (Emirdağ Lahikası, Sayfa 191) 

“Ve Türk milletinin bin yıllık kudsî mefahir-i milliyesine mümasil, yine Türk milletinin dünyaya örnek olmuş kahraman ecdadının yerinde İslâmiyet hakikatlerine sarılarak yine Kur’ân’ın bayraktarlığı vazifesiyle istikbalin kıt’alarında hâkim-i mânevî olacağını hissedebilirler.( Emirdağ Lahikası, Sayfa 368) 

“…Türk milleti Kur’ân ın bayraktarı ve sena-yı Kur’âniyeye mazhar olduğu için..” (Emirdağ Lahikası, Sayfa 245) 

*  *  *

İmdi bu kadar senaya mazhar olmuş bir milletin ve onun ordusunun, İslam’a karşı tavır içinde olması nasıl kabul edilebilir? 

Bu ordu, bir takım cunta heveslilerine nasıl peşkeş çekilebilir ki o cuntacıların asıl derdi, bu milleti ve orduyu dinden uzak tutmak ve dini en büyük tehlike bilmektir.  

TSK içindeki cuntacıların  yegâne gerekçeleri, milletin İslam’a olan bağlılığı ve hayatın giderek İslam’a  eviriliyor olmasıdır. Bu cuntacıların tek derdi İslam ve tesettürdür. Son çıkan ıslak veya kuru belgeler de gösteriyor ki, bu TSK’cıların irtica diye yaftaladığı ve tehlike saydığı İslam’dır.  

Bunu yapanlar ve yapmak isteyenler asla Türk Ordusu mensubu değildir, olamaz. Türk ordusu muvahiddir. Türk ordusu ilahidir ve peygamber ocağıdır. Kim bunun aksini söylüyorsa TSK’cıdır. TSK’cılar da bir takım hayalperestlerdir ki ancak ve yalnız, ‘tağut düzeni’ne hizmet ediyorlar. 

* * *

Rahmetli Necip Fazıl üstadımızın, Büyük Doğu mecmuasında (28. sayı) yazdığı "Lozan'ın İç yüzü" adlı makalede şu ifadeler yer alır: 

“İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:

"Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz." 

Lozan'da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıdları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hıristiyan emellerinin ‘Türkiye'yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu’ sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki: 

"Eskiden beri kökleşmiş  ve köhne engellerden (yani an'ane-i İslâmiyet'ten) kurtulmak hususunda besledikleri (yani İsmet'in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir."

…… 

İşte şu satırlar, TSK içinde cuntacılık yapan ve eylemlerinde CHP ile paralel hareket etmeye özen gösteren kesimlerin emelini gösteriyor. Onların tek derdi var: 

Bu milleti, köklerinden uzaklaştırmak ve onu batı kulübü kapısında uşak tutmaktır.  

Bakmayın öyle ulusalcı, milliyetçi takıldıklarına. Onların hepsi kamuflajdır. Artık şu açık ve seçik ayan oldu ki, ordu içindeki cuntacı müzahrefat ayıklanmadıkça millete rahat yoktur. Şimdi hükümet ve millet açısından asıl yapılacak olan bu olmalı.  

* * *

Türkiye, hızla, ayaklarına vurulan prangaları kırmaya, kendisine giydirilen meskenet gömleğini yırtmaya, biçilen ‘batı hizmetkarlığı’ misyonundan kurtulmaya ve kendisi olmaya yürüyor. Bir dayatma rejimi baştan ayağa değişiyor. Herkes bunu görmeli ve bilmeli. Nasıl ki, cumhuriyet fikrinin yaygınlaşmaya başladığı çağda, kendisini zamana adapte edemeyen bütün millet ve krallıklar bertaraf oldu, aynen öyle de şimdi kabuğunu değiştirmeye çabalayan, tarihi misyonu ile yeniden buluşmak için çırpınan ve yeniden dünya sahnesinde hüküm ve karar sahibi olma yolunda azimle ilerleyen Türkiye’de, kendisini yeni sürece göre değiştirmeyen her kurum, kuruluş ve örgüt bertaraf olacaktır... Bu bir tehdit değil, eşyada geçerli kanunların bir gereğidir. 

Artık ya milletin dediği olacak ya milletin dediği!. Eski hal muhal. Ya yeni hal ya izmihlal! TSK dahi bu yeni hale ayak uydurmak; milletinin ordusu olmak ve onun dini ile barışmak zorundadır. Ve dahi onunla aynı paralelde hareket eden medya güruhu… 

Çocukları şehit olmuş anaların başındaki örtüden rahatsız olan TSK’cılar nasıl bu milletin ordusu olabilir, nasıl bu milletin medyası olabilir? 

Bediuzzaman, bir zamanlar kazan kaldırmış askerlere “Ey Asakir-i Muvahhidîn!” diye seslenmişti. Bizim de onun dediği gibi kahraman ordumuza şöyle seslenmeye hakkımız vardır:   

ASKERE SESLENİŞ

“Ey birlik ve beraberliğin teminatı askerler!  

Âlemlerin övüncü olan Hz. Muhammed’in (asv) –ki eratınız ismini ve sıfatını ondan almış- fermanını size tebliğ ediyorum ki, din dairesinde ululemre itaat farzdır. Ululemriniz ve üstatlarınız, zabitlerinizle birlikte cumhurbaşkanıdır ve başbakandır.  

Askerlik ocağı büyük ve muntazam bir fabrikaya benzer. Çarkların biri intizam ve itaatte serkeşlik etmekle, bütün fabrika hercümerç olur. Sizin o muntazam ve kuvvetli fabrika-i askeriyeniz, yetmişleş milyon Türkün ve bir buçuk milyar nüfuslu İslam aleminin nokta-i istinadı ve maden-i istimdadıdır. İyiler ve kötülerin, bir gün muhakkak gerçekleşecek nihai savaşında, takdir-i ezel size iyilerin safında yer tutma şerefini bahşetmiş.  

Tarihiniz şan ve şerefle doludur. Ve bu şan ve şereflerin büyük ve azim bir kısmı aynı  zamanda İslam’ın ve dinin hizmetine yazılmıştır. Bundan sarfı nazar edemezsiniz. Ederseniz mahvolursunuz.  

İslamiyet sizin kutunuz ve gıdanızdır. İman olmadan en yüksek rütbe olan şahadet olmaz. Öyleyse o kudsi davaya istinad ediniz ki, dünyevi hal ve hareketleriniz dahi uhrevi mahiyetler kazansınlar! Çünkü samimi bir niyet, adi fiilleri ibadete dönüştürür.  

Ey askerler, insanlık tarihi baştan ayağa gösteriyor ki, askerlerin siyasete müdahaleleri, devletçe ve milletçe müthiş zararları sebebiyet vermiştir. Elbette İslam’a olan sevginiz, sizi, uhdenizde olan Müslümanlara ve İslamiyet zarar vermekten menedecektir ve etmelidir. Siyaseti düşünenler, sizin kuvve-i müfekkireniz hükmünde olan ululemirlerinizdir ve hükümetinizdir. 

Sizin onlarla maksadınız ayrı  olamaz. Ayrı olsa sizinle birlikte millet daha mahvolur. Askerin, keyfi harekt etmesi caiz olmadığı gibi, kendisine verilen işlerde tereddüt etmesi de caiz değildir.  

Bazen zarar zannettiğiniz şey, siyaseten büyük zararı def' ettiği için ayn-ı maslahat olduğundan, idarecileriniz tecrübeleri hasebiyle görüyor ve size emir veriyor.  

Sizde tereddüt ve nifak caiz değildir. Bazı siyasetçilerde görülen hususi bazı gayrı meşru haller ve fiiller, onların sanatta siyasette ve diplomaside de kötü olmalarını gerektirmez. Bir sarhoşun sarhoşluğu mimarî kabiliyetine zarar vermediği gibi, bir siyasetçinin şahsi bazı zaafları da onların sanatı olan siyasetine teşmil edilemez. Bir kısım siyasetçilerin para karşısındaki zaafı veya mala mülke düşkünlüğü siyaseti –ki esasında halka hizmet olması bakımından mübarek bir iştir- lekelemeye vesile yapılamayacağı gibi onu işleyenlerin vatan haini olacaklarına da hükmedilemez. Her askerin vatanperver olmadığı gibi…  

Nasıl ki bir doktorun veya bir mühendisin meşru olmayan hareketleri onların tababet bilgilerinden ve mühendisliklerinden yararlanmaya mani değildir. Öyle de bazı fikirlerini sevmediğiniz siyasetçilerin her filini her hareketini vatan millet aleyhine saymanız zulümdür.  

Siz dahi, askerlik hizmetini bırakıp siyasetle meşgul olmakla o zulmü bizzat irtikâp etmeyiniz. Vatan ve millete sadakat ne sadece sizin uhdenizdedir, ne de yalnızca siz bu milletin bekası ile meşgulsünüz.  

Elbette savaş ve huzur mevzubahis olduğunda sizin savaşçı kabiliyetinize dil uzatmak kimsenin haddi değildir, öyle de siz dahi milletin itimat ettiği siyasetçilere itimat etmekle mükellefsiniz. Savaş sanatı bütün sanatların fevkinde olabilir ama barışın devamı da bir o kadar mühim ve elzemdir. 

Her bir meselede öne çıkıp, müdahil olmak, adeta bir parti gibi koca orduyu siyasete bulaştırmak bu millete verebileceğiniz en büyük zarardır. Zira bu şekilde milletin ordusuna duyduğu muhabbet ve itimat zedeleniyor ve size duyulan kudsi muhabbet azalıyor. Milleti ordusundan küstürmeye hakkınız yoktur!  

Sizin harekâtınız ilaç gibi olmalı. Herhangi bir meselede siz ayağa kalktığınızda millet inanmalı ki azim bir sıkıntı var. Hâlbuki koca orduyu çok basit siyasi emeller için ve bilhassa CHP’nin siyasi emelleri ve rızası doğrultusunda hareket ettirmekle askerlik mesleğine ciddi zararlar veriyor, milletin gönlündeki yerinizi zedeliyorsunuz. İşte buna hakkınız yoktur.  

Siz bizzat, içinizdeki bu hayalperest, entrikacı TSKcı gürühundan temizlemezseniz, size haber veriyorum onların işleyeceği veya işlemek istedikler her türlü şenaatin ve cuntacılık girişimlerinin vebali de sizin boynunuza asılır. O zaman bu millet sizi de inatçı mütemerrid kurumlar ve kuruluşlarla birlikte ayıklar. 

Ey askerler, bu milletin tarihi azim bir ırmak gibi akıp gelmektedir. Ve hep hayra hizmet etmiştir. En ahir hizmeti de en azim hizmet olacaktır. Bugün iyilerle kötülerin hayli şiddetlenmiş saklı savaşında sizin konumuzun çok önem arz etmektedir. Siz hakiki manada şu milletin yanında olduğunuzu ve onun emellerinin arkasında durduğunuzu gösterin, bütün alem-i islam ve Türk illeri sizin arkanızda saf duracaktır.  

Çünkü siz dünyadaki mazlumların son umudusunuz. Sizin maksadınız ila-yı kelimetullah olsa, Allah dahi sizi İ’la eder, yükseltir. 

Hak üstündür ona galip gelinmez! Siz hakkın tarafında yer alın ki, kıyamete kadar yıldızınız o hilal ile birlikte parıldasın inşallah!

Mehmet Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com

Yorumlar111

  • damaroperasyonu 14 yıl önce Şikayet Et
    Anlaşıldı ben konuşmaktan kaçarken sen devam ediyorsun. Bu son yazım neye inanırsan o yolda ölürsün inşallah.. 1-Ben halifelikten felan bahsetmedim sürekli bunları yazman komik. 2-İnsan Allahın halifesidir. 3-Din-i İslam insanlığa gönderilmiştir, islam ile insanlığı ayırman zerre kadar vahiyden beslenmediğini gösteriyor. 4-Cumhuriyet ve insan hakları beşer buluşu değildir ve tanımı itibariyle ile İslam ile bir sorunları yoktur. 5-Demokrasiye kafandan bir tanım yaparak İslami olduğunu sanman senin kendi imani sorunundur.Demokrasi beşerin beşeri yönetmesidir, bilmiyorsan öğren de konuş sana ayıracak vaktim yok artık.
    Cevapla
  • Mümin Müminoğlu 14 yıl önce Şikayet Et
    Temel Yanılgınız Şu - Farz Değil, Sünnet Değil, İcma Yok, Kıyasınız ise Sizi Bağlar. Hilafet'in "Allah'ın Kanunu" olduğunu sanıyorsunuz, kendinizce bir yönetim sistemi icat edip buna mutlak gözle bakıyorsunuz. Siyasi bir konumu dini bir konum haline getiriyorsunuz, tüm müslümanların tek bir halifesi (yöneticisi) olması gerektiği gibi uydurmalar ortaya atıyorsunuz. Hayır, Kuran'da Allah kesin bir yönetim şekli belirtmiyor, Hz. Peygamber de belirtmiyor; bu konu ümmete bırakılıyor, çünkü İslam evrensel, insanlık farklı farklı. İspat çevre yöneticilere yazılan mektuplar ve sahabe uygulamaları.
    Cevapla
  • Mümin Müminoğlu 14 yıl önce Şikayet Et
    Çarpıtmayın - Yasak Yoksa Serbesttir. Ben "Allah'ın kurallarını bırakıp beşerin kurallarına uyalım!" mı diyorum? Hayır. Fakat İslam'da örf (iyi olan toplumsal gelenekler) de bir kaynak sayılır, mesela cahiliyedeki iyi adetleri İslam yasaklamamıştır. Demokrasi, cumhuriyet, insan hakları gibi beşeri buluşlar da örften sayılabilir; sizin zihniyetiniz saymayabilir fakat bu size başkalarını yaftalama hakkı vermez, bu sadece sizin yorumunuz olur, gerçek değil. Namazın bile kılınış şekli mezheplere göre değişken, yönetim biçimi de değişken olabilir.
    Cevapla
  • damaroperasyonu 14 yıl önce Şikayet Et
    Sen beşeri sistemleri meşru görmeye devam et arkadaş. Allahın kuralları ile beşerin kurallarının ayırımını yapamayan birine hiçbirşey anlatılmaz. Beynini tamamen temizle sonra Kuranı oku.
    Cevapla
  • Mümin Müminoğlu 14 yıl önce Şikayet Et
    Krallıkta Görev Alınabilirse Demokrasi de Benimsenebilir. Krallıkta kanun kralın sözüdür, yani kral ne derse o kanun sayılır. Ve kral, Hz. Yusuf'un veziri olmasını istemiştir. Şimdi, kralın kanununa göre kardeşini alıkoyamayan Hz. Yusuf yine kralın kanununa göre vezir (hazine bakanı) olabilmektedir. Demek ki yasak olan kralın herhangi bir kanununa uymak değildir, gayri İslami herhangi bir kanuna uymaktır. Yani gayri İslami bir sistemde İslam ile çelişmeyen unsurlar/görevler benimsenebilir. Bugünki cumhuriyette Hz. Yusuf hazine bakanı olsaydı eleştirecek miydiniz?
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat